Tarih 5 Ağustos 1921.
TBMM adeta kaynıyor. Yunan ilerlemesi karşısında Ankara panik halinde. Meclis’in Kayseri’ye taşınması konuşuluyor. Bir taraftan da homurtular başlamış:
“Mustafa Kemal nerede? Bütün bunları başımıza o açtı, o çözsün. Ankara’da ne işi var? Meclis’te ne işi var? Neden ordunun başında değil?…”
Başkomutan Vekili olmasını istemektedirler. Çünkü Başkomutanlık, Meclis’in manevi şahsiyetindedir. Mustafa Kemal itiraz eder:
” Görevden kaçmam ama Başkomutanlığı isterim, vekilliğini değil. Ayrıca Meclis yetkilerini de isterim. Yazdığım her emir, yasa hükmünde olacak. Topyekûn bir savaşı yöneteceğim, zaman çok önemli. Her defasında Meclis’in yasa çıkarmasını bekleyecek vaktim olmayacak!…”
Meclis ayağa kalkmıştır. ”Nasıl olur? Ya diktatörlüğünü ilan eder de, başımızdan bir daha gitmezse…” Ama sonunda kabullenmek zorunda kalmışlardır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi gizli oturum halindedir. Mustafa Kemal’in Başkanlık makamına bir önerge verdiği görülür ve önerge okunur:
“Meclis’in sayın üyelerinin umumi surette tezahür eden arzu ve talebi üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Hayatım boyunca milli egemenliğin ve yasaların en sadık bir hizmetkârı olduğumu milletin gözünde bir defa daha doğrulamak için, bu yetkinin üç ay gibi kısa bir süre ile sınırlanmasını ayrıca istiyorum…”
Mustafa Kemal Meclis’i rahatlatmak için, verilen yetkinin her üç ayda bir yeniden oylanmasını bizzat kendisi talep etmektedir. Diktatörlük O’nun kitabında yoktur. Kaybedecek zaman da yoktur. Oturur 10 tane emir yani yasa kaleme alır. Bu yasalara Cumhuriyet Tarihi’mizde “Tekâlif-i Milliye” (Ulusal Yükümlülük) yasaları denir.
1 numaralı yasa: Tekâlif-i Milliye komisyonlarının kimlerden oluşacağını düzenler.
2 numaralı yasa: Şehirler, kasabalar ve köylerdeki her ev, birer kat iç çamaşır, birer çift çorap, birer çift çarık hazırlayacaklar.
3 numaralı yasa: Tüccar ve halk elinde bulunan çamaşırlık, bez, patiska, pamuk, yıkanmış ve yıkanmamış yün ve tiftik , erkek elbisesi yapmaya yarayan her türlü kışlık ve yazlık elbise yapmaya müsait kumaş, kösele, taban astarlığı, sarı ve siyah meşin, mamul veya yarı mamul çarık, fotin, demir kundura çivisi, tel çivi, kundura ve saraç ipliği, nal, nal yapımında kullanılan demir, mıh, yem torbası, yular, belleme, kaşağı, vb nin %40’ını, komisyonlara teslim edecektir. Devlet bunların bedelini daha sonra ödeyecektir.
Geri kalan tüm maddelerde de benzeri ihtiyaçlardan söz edilmektedir. Diktatör olmasını sağlayacak yasa yapmasından korkulan Mustafa Kemal, yasa hükmünde olan emirnamelerle, cephedeki Mehmetçiğin donunu, atletini, ayağına giyeceği çarığı temin etmeye çalışmaktadır.
Hem de ne zaman mı? Tarihin kaydettiği en uzun, en kanlı, Sakarya Savaşı öncesinde.
23 Ağustos 1921, emperyalist haçlı ordularına mehmetçiğin Sakarya’da göğsünü siper ettiği, 1699’dan beri, Karlofça’dan bu yana 222 senedir devam eden geri çekilmeye artık dur dediği tarihtir. Ve büyük bir zaferle biten bu savaşta şehit ve yaralı olarak 25.000 kişi kaybedilmiştir. 7 tanesi tümen komutanı olmak üzere, 350 subay şehit düşmüş, 800 subay yaralanmıştır. Sakarya’ya “subay savaşı” denmesinin sebebi budur.
Şimdi o subayların ruhu Silivri’de tutsaktır.
26 Ağustos 1922, Büyük Taarruz’un başladığı gündür. O gün, “Mustafa Kemal’in Askerleri”nin tarihin tanık olmadığı bir özveriyle, er’inden en üst rütbelisine kadar tek yürek-tek bilek olarak, muhteşem bir zafere koştukları gündür.
Gazi, bir süre önce kimseye haber vermeden, Meclis’ten bile saklayarak, Ankara’dan ayrılmıştır. Cepheye gittiğini Rauf Bey’den başka bilen yoktur. Bu haberin İstanbul’a sızmasından çekinmektedir. Tüm hazırlıklar tamamlanmış, saat gece yarısı, Ankara’ya şu telgrafı çeker:
“Rauf Bey, şu anda TBMM’ni olağanüstü toplantıya çağırınız ve bildiriniz. Ordularımız sabaha karşı taarruza kalkıyor. Allah yardımcımız olsun…”
O andan itibaren Anadolu’daki tüm telefon ve telgraf hatları kesilmiştir.
Bütün ülke tam bir ölüm sessizliğe bürünmüştür. Olup bitenden 22 gün, dünyanın haberi olamayacaktır. Verilen Türkün onur ve namus savaşıdır.
Ardından 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı gelecektir. Başkomutan, savaş cehenneminin ta ortasında, Afyondan kopan orduyu İzmir’e yönlendiriyor.
Kemal’in askerleri Kemal’le omuz omuza…İzmir’e doğru, Yunan önde, Mehmet arkada, vuruşa vuruşa, dövüşe dövüşe…
Mehmetçik dediğinin çoğu lise son sınıf. Veya köylerden gelen yaşdaşları. Sırtlarında 17 kilo yük, ellerinde süngü, Afyondan kopmuş geliyorlar…
Afyon-İzmir arası, ordu kuş olup uçsa 400 km. Asker bu mesafeyi 10 günde alıyor. Her gün bir maraton koşarak. 10 günde üst üste 10 maraton koşarak…
İngiltere’de manşetler atılıyor: “Kemal’in Askerleri İzmir’de”, “Kemal’in Askerleri Yenilmedi…” diyerek.
Kemal’in askerleri hiç yenilmedi ki!…O ruh hep ayakta.
Yarın bir başka 5 Ağustos. Kemal’in Askerleri gene dimdik duracak.
“Gaflet, dalalet hatta hiyanet içinde bulunan iktidar sahiplerinin”, emperyalist işbirlikçileriyle ortaklaşa hazırladıkları bu tuzaklara rağmen…
Yarın onların her biri, bir Mustafa Kemal olacak…
Arkalarında Türk Milleti, aslanlar gibi duracak…
ORHAN ÇEKİÇ
______________MUSTAFA KEMAL_______________