Translate

3 Nisan 2013 Çarşamba

TARİHTE TIP - 3/4



ESKİ YUNAN’DA TIP




Eski Yunan’da başlangıçta hastalık nedenleri olarak fizik dışı sebepler görülmekteydi. Çok tanrılı bir din anlayışına sahip olan Yunanlarda bütün tanrılar hastalık verici veya tedavi edici özelliğe sahipti. Apollon ve kız kardeşi Artemis hastalığa, yaygın musibetlere ve yaşlılığa bağlı bitkinliğe ya da ölüme yol açan oklar fırlatılabiliyorlardı. Eski Yunan anlayışında yaşam gücü olarak kabul edilen ‘Timos’ yaşayan organizmanın her yerindeydi. ‘Timos’ yaralardan veya nefes vermeyle de kaçabilir ve vücudu ‘ölü’ bırakabilirdi. Aristo dönemindeki Eski Yunan da (MÖ. 4.yy) , Eski Mısır’da olduğu gibi kalbin şuurun bulunduğu yer olarak kabul edilmekteydi. 

O dönemde tıbbi tedavi, harici incinmeler ve yaralarla sınırlıydı. Savaş meydanlarında vücuda saplanan silahlar çıkarılır, kanama bandajlarla durdurulmaya  çalışılırken, yaralar yıkanarak kalıntılardan temizlenmesi sağlanırdı. İlaç kullanımına özellikle lokal kullanımlarda önem verilirdi. İlaçları genellikle toz haline getirdikten sonra serpmek tercih edilirdi. Kabaca bütün ilaçlar için kullanılan isim ‘Phormaka’ sihir, zehir ve tedavi için kullanılan diğer maddeleri kapsıyordu. 

Yunan tarihinin ilk yıllarında tanrıların ve hekimlerin hastalığın tedavisini birlikte yaptığına inanılırdı. Zamanla sağlık tanrıları özel tapınaklarda kutsanmaya başlandı. Bu tapınaklardan en ünlüsü Asklepios’a adandı.

Asklepios'un çoğu tanrı ve tanrıça olan geniş bir ailesi var. 
Kızı Hygiea - Hijyen-temizlik tanrıçası, 
Kızı Panacea - Her derde deva olan ağrıları dindiren tanrıça,
Oğlu Telesphorus - Nekahat devri tanrısı, 
Oğlu Makhaon - Cerrahların tanrısı, 
Oğlu Podaleiros - Görünmeyen kötülükleri iyi eden tanrı. 


Asklepios için “konuşma ile, bitki ve bıçak ile şifalarını gerçekleştirirdi” denilir, yani o vücut ve ruhu bir bütün olarak kabul ederdi. Asklepios adına yapılan sağlık mabedlerine ;Asklepion-rahiplerine; Asklediad- ölümcül hasta kabul edilmez. Çünkü kapılarında " Ölüm buraya giremez" yazar.



Bergama Asklepion


M.Ö. 6.yy'a gelindiğinde Eski Yunanda filozof-bilim adamları çağının başladığını görmekteyiz. Bunlar bütün gerçeklere doğaüstü değil de doğal açıklamalar getirme girişimi içinde olmuşlardı. Bu filozof-bilim adamlarından bazıları ve öğretileri şöyle idi: 

Pisagor: 
Sisam’lıdır Aritmetiğin kurucusu olarak kabul edilir. Gerek evrendeki gerekse insan bedenindeki dengeleri sayılar ile açıklamaya çalışmıştır. 

Kroton’lu Alkmeon: 
Pisagor’un talebesidir. Hayvanları teşrih etmiş, görme sinirini, östaki borusunu tarif etmiştir. Atar ve toplar damarları birbirinden ayırt etmiş, hastalığı vücudu oluşturan elemanlar arasındaki ahenksizliğe, sıhhati ise bu ahenge bağlamıştır. 

Agrigentum’lu Empedokles: 
Pisagorun talebesidir. Evrenin ateş, hava, toprak ve su’dan meydana geldiğine inanmıştır, ve hastalıkların bu unsurların dengesizliğinden oluşur demiştir. 

Abedere’li Demokritus: 
Demokritus’a göre evren boşluk içinde seyir eden atomlardan oluşur. Gözle görülmeyen atomlar her olayda yer ve şekil değiştirir, yeni kalıplara girerler. 

Theorie Humorale (Hıltlar nazariyesi): 
Milet’li Tales “Su”yu evrende var olan her şeyin ilk prensibi ve ilk yapısı olarak kabul ediyordu. Efes’li Heraklit ise “hava”nın tek prensip olduğunu, bütün cisimlerin havanın yoğunlaşması ile meydana geldiklerini iddia ediyordu. Agrigentum’lu Empedokles tek prensip, tek madde yerine evrenin 4 unsurdan kurulduğunu söyledi. Bu 4 unsur: Hava, Ateş, Su ve Toprak idi. 

Bu görüş Pisagor’un görüşüne uyuyordu. Pisagor ve Empedoklesin bu görüşleri daha sonra Hipokrat’ın “Hıltlar” veya “Beden sıvıları” Nazariyesini (Theorie Humorale) kurmasına emin teşkil etti. Hipokrat önce evreni oluşturan 4 unsurun özelliklerini belirtti. 

Hava: Sıcaktır 
Ateş: Kurudur 
Su: Nemlidir 
Toprak: Soğuktur

Bedende de 4 sıvı vardır. Bunlar: 
a) Kalpten gelen Kan, 
b) Beyinde bulunan Balgam, 
c) Karaciğerde bulunan Sarı Safra 
d) Dalak ve midede olan Kara Safra 

O dönemin inancına göre yediğimiz, içtiğimi gıdalar Kan, Kara Safra, Sarı Safra ve Balgama dönüşürlerdi.


HİPOKRAT


Hipokrat Zamanında Yunan Tıbbı 


Her milletin hayatında çok parlak bir dönem vardır. İşte bu dönem Yunanistan için M.Ö. 5. Y.Y.dır. Bu yüzyılda Sokrates ve Eflatun düşünce alanında, Aeşil, Sofokles ve Öripides trajedileri ile, Aritofan güldürüleri ile ve Pindare şiirleri ile edebiyat alanında, Fidias, Miron ve Praxitel heykel alanında, Heredot ve Tüsidit tarih alanında ve nihayet Hipokrat tıp alanında ortaya koydukları ile yalnızca çağlarını aydınlatmamış, yüzyıllar ötesine de ışık tutmuşlardır. 

Hipokrat:
Babası Asklepion’larda tıp icra eden bir rahip-hekimdi. M.Ö. 460’de Kos (İstanköy) adasında doğmuş, birçok yerlere gitmiş, Yunanistan ve Mısır’ı dolaşmış, M.Ö. 370’de Larissa (Yenişehir) de ölmüştür. Bunlar dışında yaşamı ve fikirleri hakkında çok fazla şey bilinmez, gerçekte yaşayıp-yaşamadığı bile şüphelidir .

Hipokrat zamanına gelene kadar hastalıklar kötü ruhların, cinlerin 
yaptıklarına atfedilir veya insanlara kızan tanrıların onlara gönderdikleri bir ceza olduğu sanılırdı. Hipokrat bütün bunlara karşı çıktı ve hastalıkların daima doğal nedenlerden iler geldiğini iddia etti. O dönemde mukaddes, kutsal hastalık olarak kabul edilen sar’a (epilepsi) için; ”Hiçbir hastalık diğerinden daha kutsal veya daha 
insani değildir. O da görülen her hangi bir hastalık gibi doğal nedenlere bağlıdır” demiştir. 

Muhtelif semptomların bir araya gelerek bir hastalık tablosu çizdiklerini gözleyen alim, vakaların hikayesini anlatmak ve hasta başında ders vermekle klinik tababetin kurucusu olduğu gibi, “doğa iyi eder, hekim doğanın asistanıdır” diyerek tabiatın iyi edici özelliğini de belirtmiştir. Hipokratta gözlem, özellikle muayene ve 
palpasyona dayanırdı. Koku duyusu, hastayı ‘sarsma’ metoduda muayene yöntemi olarak kullanılırdı. Hipokrat için hastalık daha önce var olan bir bilinmeyen neden sonucudur. Hastalıkta yapılması gerekenin görülen belirtiyi ortadan kaldırmak değil, bilakis onların gelişmesine yardımcı olmaktır. Bu yüzden Hipokrat “benzeri benzer ile tedavi etmek taraftarıdır. 

Hipokrat ekolüne ait olan hastalık teorileri fazla gelişmemiş fikirlere dayanırdı. Yüksek ahlaki fikirler Hipokrat’ın bütün kitaplarında vardır. Bazı kitaplarında derin bir akılcılık gösteren etik kurallar vardır. Hipokrat’ın tedavide başlıca kabul ettiği düstur Primum non Nocere (Önce Zarar Verme) dir. 

Kendisi humoral patolojiye uyarak, tedavisinde bilhassa ‘Boşaltıcılar’a önem verirdi. Bu nedenle kan alarak, lavman yaparak, müshiller, kusturucular, idrar söktürücüler, aksırtıcılar vererek, vantuz çekerek, dağlayarak hastalığı daha az tehlikeli bölgelere çekmeye çalışırdı. Tedavisinin büyük bir kısmı perhize ve doğaya karşı gelmemeye bağlı idi. Cerrahi tedaviye gelince: irini boşaltır, apseyi temizler, ağrını dindirilmesine özen gösterirdi. Kırıkları yerine koyar, çıkıkları özel bir masa kullanarak iyi ederdi. Trepanasyonu da bir tedavi yöntemi olarak kullandığı bilinmektedir. 

Hipokrat Andı
Corpus Hipocraticum yani ‘Hipokrat Külliyatı’ olarak bilinen 72 eserin tümü Hipokratın kendisi tarafından yazılmamıştır. Bunların çoğu, belki de tamamı, Hipokrat’ın oğulları, damatları veya talebeleri tarafından yazılmıştır. Bu kitaplardaki dil ve anlatım özelliklerinden yazarları yanı sıra yazıldıkları devirlerinde farklı olduğu anlaşılmaktadır. Hipokrat denince ilk akla gelen ve bütün dünyada çok uzun bir süre kullanılan Hipokrat Andı'dır. 



Tıp tarihinde çok ayrıcalıklı bir yere sahip olan Eski Yunan ve Hipokrat dönemini, bütün hekimlerin asla akıllarından çıkarmaması gereken Hipokrat’ın bir sözü ile bitirmek uygun olacaktır. 



“Hekimin görevi nadiren iyileştirmek, çok kere ağrısını dindirmek, fakat her zaman için teselli etmek ve ümit vermektir.” 


Prof.Dr.Şahin Aksoy (1965-2012)
2008-2012 Şanlıurfa Tabip Odası Başkanlığı



devam edecek