Translate

KUBABA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KUBABA etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ekim 2012 Çarşamba

ANADOLU'DA SEDİR AĞACI



Kutsal kitaplarda sedir ağacı ; büyüklüğün, kuvvetin şan ve şerefin, kraliyetin, maneviyatın, şiddetin, takdirin,zenginliğin, yayılış kudretinin sembolu olarak kabul edilmiştir.

Ülkemizde doğal olarak yetişen tek sedir türü, Toros sediri veya katranağacı olarak da adlandırılan Cedrus Libani'dir. Bilimsel adını Lübnan'dan almasına ,hatta Lübnan bayrağında da betimlenmesine karşın bu güzel ağaç, günümüzde Lübnan topraklarında yok olmaya yüz tutmuştur. Lübnanlılar Avrupadan fidan ithal ederek bu ağacı tekrar ülkelerine yerleştirmeye çalışmaktadır.

Ağacın cins adı olan Cedrus'un kökeni Arapçada "güç ve kuvvet" anlamına gelen "kedrom" ya da "kedre" ile kozalaklı ağaç anlamındaki "kedros" sözcüklerindir. Günümüzde kullanılan "kudret" kelimesinin de aynı kökten geldiği görülmektedir. Anadolu'da halen kullanılan "Dağların kadısı katrandır" sözüyle sedir ağacı kudretli,yargılayıcı ve takdir edici konumundaki erkeksi bir güçle özdeşleştirilmektedir.

Hititler döneminden beri sedir ağacı erkek tanrılarla özdeşleşmiştir. Toros sedri 1200-2000 metre yüksekliklerde yetişir ve bin yıl kadar yaşayabilir. 40 metre boya ve 2 metre çapa ulaşabilir. Çok kar yağan alanları seven bir ağaçtır. Dağlar anadolu'da en eski çağlardan beri baş tanrılara özgülenen alanlardır. Bu dağların en üst kesimlerinde yaşayan görkemli sedir ağaçları,simetrik ve estetik görünümüyle devasa boyutlara ulaşıp, bin yıl yaşayabiliyorlarsa onlarda mutlaka tanrısal bir güç vardır, diye düşünmüş olmalıdır Anadolu insanı.

Hititler zamanında Toros sediri dinsel törenlerde tütsü olarak kullanılırdı. Hititler, tanrıları kaybolduğunda evlerinin önündeki yolda güzel kokulu bitkileri yakarak onları cezp etmeye çalışırlardı. Kral Murşili, kaybolan Bereket Tanrısı Telepinu'yu geri getirmek için (kıtlığı önlemek için) yaptığı duada : "... Sedir ağacının tatlı kokusunu duy,evine,toprağına geri dön..bunlar seni getirsin.." demektedir. Hititler ayrıca sedir ağacından elde ettikleri sakızı şarap ile karıştırırlar,şaraplarını sedir kokulu içerlerdi.

Yine bir Hitit ritüelinde : sedir ağacından yapılmış bir kaptan,bal ve çeşitli yağların şarap kabına damlatıldığı anlaşılmaktadır.Sedirle ilgili bir Hitit metninde: "Rahip ,krala sediri verir...Su kabını alır...Suyu sedir ağacından kralın ellerine döker." denmekte, ayrıca Kraliçe Puduhepa'nın,Arinna şehrinin Güneş Tanrıçası'na ettiği bir duada, Anadolu'nun sedir memleketi haline getirildiği belirtilmektedir. Bu metinden hareketle ,Hititlerin sedir ağacına olan sevgileri ve onu tanrıyla özdeşleştirmeleri dolayısıyla Hitit çekirdek bölgesinde doğal olarak yetişmeyen ağacı bu alanlara getirerek diktikleri gibi bir sonuca da ulaşabilir.

O zaman arkeologlarımıza bir ipucu: sedir ağacının tatlı kokusunu izleyin, o sizi Hititlere ve onların tanrılarına götürecektir. 

Hititler döneminde, Anadolu'dan gemilerle sedir ağacı tomruğu ihraç edilmekteydi. Antik çağlarda Toros sediri, gemi yapımında da kullanılan çok makbul bir ağaçtı. ayrıca sedir ağacından MÖ.1000'lerde çalgı aletleri ve mobilya da yapılırdı. Demir çağında, Ortadoğu'nun süper devleti konumuna gelen Asur devletinin kralı III.Tiglath Pileser yazıtlarında ,Suriye seferinde topladığı ganimeti kullanarak kendisine sedir ağacından bir saray inşa ettiğini söyler.

Tevrat'ta Hz.Adem'in, ölümünden hemen önce Tanrı'dan merhamet yağını dilediği ve bunun için de oğlu Şit'i görevlendirdiği, Şit'in cenneet bahçelerindeki iyilik ve kötülük ağacından üç tohum aldığı ve babasının ağzına koyduğu, Adem gömüldükten sonra tohumlardan birinin sedir ağacına dönüştüğü belirtilmektedir.

İncil'de de övgüyle söz edilir sedirden. Bunun nedeni odunun hoş kokusu ve rengi, ayrıca kolay işlenebilmesidir. Görüleceği üzere hem Pagan inancında hem de tek tanrılı dinlerde, gönüllere taht kurmuş bir ağaçtır sedir.


MÖ.2700 yıllarına kadar uzanan kayıtlarda sedir ağacının, saray,mabet,tapınak,baraj,set inşası ile gemi ve mobilya yapımında kullanıldığı, mumyaların tabutlarının bu ağaçtan yapıldığı, mumyalama işleminde ağacın beyaz reçinesinden yararlanıldığı belirtilmektedir.

Mısır firavununa yazılan bir mektupra, ağacın yaşadığı yer hakkında "Orası göğü tırmalayan sedirlerle kaplıdır." denilerek Toros Dağları tanımlanmaktadır. 

Odunun yoğun kullanımı ve orman yangınları, bu ağacı Lübnan'da yok eder noktaya getirince bu yok oluş MÖ.700'lü yıllardaki bir metinde : "Lübnan aç kapılarını, yangın ağaçlarını yutuyor, siz göknarlar feryat edin, zira sedirler öldü ve mükemmel varlıklar mahvoldu" şeklindeki bir haykırışla dile getirilmiştir.

altay Türkleri için sedir ağacı, Tanrı'ya dua edilecek yerdir. Sedir ağcı antik çağın yedi harikasından biri olan Efes Artemis Tapınağı ile Gordion Kral Mezarları'nın yapımları gibi pek çok alanda kullanılmıştır.

Sümerlerin Gılgamış destanında da adı geçen bir ağaçtır :" Dağ oğlu Enkidu'yu yüreklendirdi gılgamış / kırkbeş okkalık balta,otuz okkalık kılıçlar / ve sediri kesti. bağırdı Humbaba uzaktan / korularıma saldıran kim, kimdir sedire dokunan?" şeklinde sedirden bahsedilir.

Konya'nın Süberde yöresinde yapılan polen analizlerinde Anadolu'da 8500 yıl öncesine ait sedir polenleri bulunmuştur. Ortadoğu insanının tanrısal bir sevgiyle bağlandığı bu ağacın tahribi ve yok edilmesi, onu sevenlerin yüreğinde derin yaralar açmıştır.

Sedir ağacının kabuklarından elde edilen katran, deri hastalıklarına ve deri mantarlarına karşı antiseptik olarak kullanılır.

Sediri gördüğünüzde, önce bir seryedin uzaktan o güzel endamını, sonra dokunun ona, eğer katranı sızmışsa dışarıya, mis gibi kokusunu çekin içinize. Hititlerinde de dediği gibi :"Sedir ağacının tatlı kokusunu duyun".

Hasan Torlak
Nisan 2011
*********



ANTALYA'DA SEDİR AĞAÇLARI YERİNE MERMER OCAKLARI

Dünyanın en önemli sedir ormanlarına sahip olan Antalya Çığlıkara'daki taş ocakları, yeni bir soru önergesiyle TBMM gündemine taşındı. CHP Antalya Milletvekili Arif Bulut, Bakan Eroğlu'nun yazılı olarak yanıtlamasını istediği önergesinde taş ve mermer ocaklarıyla doğa katliamına sahne olan bölgenin değerini tek tek sıralayarak, "Antalya'nın maden ve taş ocağı kenti haline gelmesine daha ne kadar seyirci kalınacaktır?" sorusunu yöneltti. 

'ANTALYA'DA KAÇ MADEN OCAĞINA İZİN VERİLDİ'

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu'nun yanıtlaması istemiyle TBMM'ne yazılı bir soru önergesi veren CHP Antalya Milletvekili Arif Bulut, dünyada yalnızca bu bölgede bulunan bitki örtüsünün korunmasına yönelik Türkiye'nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere atıfta bulunduğu önergesinde, "iktidarınız dönemin de 2002- 2011 yılları arasında Antalya sınırları içerisinde kaç tane maden ve taş ocağının açılmasına izin verilmiştir? Çığlıkara ve Abdal Musa Dergâhının bulunduğu Tekke Köyü çevresindeki maden ve taş ocaklarının koruma alanına yakınlığı ve tehlike durumu nedir?" diye sordu.

'DÜNYADA BAŞKA SEDİR ORMANI YOK'

Çığlıkara ve Tekke Köyü çevresindeki maden ocaklarının doğaya, çevreye, tarım alanlarına ve bölge halkına verdiği büyük tahribattan dolayı faaliyetlerinin durdurulması hakkında bakanlığın bir çalışma başlatıp başlatmadığı sorusuna yanıt arayan Bulut, "dünyanın hiçbir yerinde Toros Sediri ormanı bulunmazken, ayrıca değerli bir bitki örtüsüne sahip olan bölgede neden mermer ocakları açılıyor? Bu ocakların ruhsatlarını hangi kriterlere göre veriyorsunuz? Endemik bitki türlerini koruma kapsamına alan uluslararası antlaşmalarda ülkemizin de imzası bulunurken, maden ve taş ocaklarına verilen ruhsatlar, yapılan uluslararası sözleşmelere uymakta mıdır?" sorularının yanıtını istedi.


'BÖLGE HALKINI KADERİNE Mİ TERK EDECEKSİNİZ'

Önergesinde, bakanlığın yaptığı araştırmalara da değinen Bulut, “maden ocaklarına ruhsatları verilirken bakanlığınızın yapmış olduğu çalışmaları dikkate alıyor musunuz? Eğer alıyorsanız bakanlığınızca koruma altına alınmış bir bölgeye ve çevresine bakanlığınız bu ocaklara ruhsatları hangi kriterlere göre vermektedir? Maden ve taş ocaklarının iyileştirme çalışmaları nasıl yapılmaktadır? Şu ana kadar yapılan iyileştirme çalışması var mıdır? Varsa hangi bölgede ve kesilen ağaçlar göz önüne alındığın da iyileştirme yapılan bölgede nasıl bir iyileştirme çalışması yapıldı? Bölgedeki köylülerin maden faaliyetlerinin yaratmış olduğu olumsuzluklardan dolayı meydana gelen şikâyetleri bakanlığınıza ulaşmış mıdır? Tarafınıza ulaşan şikâyetleri dikkate alacak mısınız, yoksa bölge halkını kaderlerine mi terk edeceksiniz? Antalya ilinin maden ve taş ocağı kenti haline gelmesine daha ne kadar seyirci kalınacaktır?" sorularını yöneltti. 

ÇIĞLIKARA’DA ÇİNCE YOL LEVHALARI

Çığlıkara bölgesinde bulunan çok sayıda mermer ve taş ocağının yarattığı doğa katliamının defalarca kamuoyunun gündemine geldiğini anımsatan Bulut'un, önergesinde bölgenin zengin bitki türlerine de ayrıntılı olarak yer vermesi dikkat çekti. Bölgedeki taş ocaklarından en çok etkilenen köyler olan Armutlu ve Avşar köylüleri ruhsatların iptal edilmesi için geçtiğimiz yıl Antalya Bölge İdare Mahkemesine dilekçe vererek suç duyurusunda bulunmuşlardı. Çinli firmaların da çalıştığı bölgeden çıkartılan mermer, Çin ve ABD'ye ihraç edilirken ormanlık alanda bulunan ‘Çince’ yol levhaları dikkat çekiyor.

Yusuf Yavuz
ODATV-Ekim.2011



5 Ağustos 2012 Pazar

İNSANLIĞIN YAŞAMINDA ULU MEŞE AĞACI



İlk çağlardaki insanlar , devasa ağaçlarla kaplı ucsuz bucaksız ormanları gördüklerinde ; göklere ulaşması ile yağan yağmurun sağladığı bereketli toprakları, yiyecekleri ni ve yaşam için ilaç yapabileceklerini anlayınca , onlara “İLAH” gibi taptılar. Bununla beraber odun ateşi , ateş ısınmayı ve ışığı getirdi . Ağaçlar onların ayrılmaz bir parçası ve öğretmenleri olmuştu. Avustralya’dan, Çin’e , Hindistan’dan Ege’ye , İskandinavya’dan Amerika Yerlilerine kadar tüm dünya birçok ağaç çeşitlerine tapdı. Burada ,görkemiyle en ulu ağaçlardan sayılan Meşe Ağacını okuyacağız.






Yaşamın, aşkın , özlemin, sevdanın , koruyup kollamanın rengi olan “kırmızı” kelimesinin kaynağı, Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da baş gösteren kıtlıkta, meşe palamudu unundan yapılan ekmeği ve birçok hastalıklara şifa olması, Meşe Ağacının niteliklerindendir. Anadolu’da halı ve kilimler, meşe ağacından elde edilen renklerle boyanmakta, meşe palamudunun başlığındaki bir asit ile de ,sütün yoğurt haline gelmesini sağlayan mayalanma süreci başlatılmaktadır. Bugün Mersin’de palamutları ateşte közleyerek yerler.



Meşe ağacı ,odunlarının anatomik özelliklerine göre 3’e ayrılır ; Kırmızı, Ak ve Herdem Yeşil. Ülkemizde 5’i endemik olmak üzere 20 çeşit meşe ağacı bulunmaktadır ve ormanlarımızın da yaklaşık ¼’ünü oluşturur.


Neolitik ve paleolitik çağlarda “Meşe Ağacı” tanrıçanın bedenini , “meşe kovuğu” da tanrıçanın rahmi ile özdeşleşirdi. Ana tanrıça heykellerinin meşe ağacından yapılması , ağaca ve ağaç altında tapınma geleneğinden gelmektedir. 

Meşe Ağacına tapınım , Avrupa’da da Hıristiyanlık öncesi dönemde çok yaygındı. Almanlar ve İskandinavlar , Anadolu insanın aksine “Tanrıça” yerine “Tanrı” olarak tapınmıştır. İlk insanların ağaç kütüklerinden meydana geldiği , iki odunun sürtünmesi ile “ateş” alması , bunun da “doğum” olayını gerçekleştirdiğine inanırlardı.

Ayrıca Prometheus ateşi Meşe odunuyla getirerek insanlığa “ışığı” armağan etmiştir. Işık sadece karanlıktan kurtulmak değil , aynı zamanda düşünmek ve hayatın anlamını sorgulamak anlamına da geliyordu.


Paleolitik çağda, meşe ağacının kovuğunda yaşayan insanoğlu, yerleşik hayata geçince, “Kutsal Meşe Ağacı”nı da ev malzemesi olarak kullanmıştır. Zamanımızda mobilyadan kapılara, merdiven basamaklarından tavan ,taban döşemesine kadar her yerde kullanılmaktadır.


Anadolu’daki neolitik çağ evlerinin tam ortasında yer alan ve evin çatısını ayakta tutan meşe direğinin, sunak hazırlayarak tanrıçaya evinde taptığını ,palamudunu da yiyecek olarak kullandığını, kazılardan öğrenebiliyoruz.


Cafer Höyük - Malatya
Malatya’nın 40 km kuzeydoğusunda, MÖ 7500’lere tarihlenen Caferhöyük neolitik yerleşimi çevresinde açık meşelikler bulunmaktaydı. Lakin bu höyük Karakaya Baraj Gölü suları altında kaldı.

Niğde’nin Bor İlçesi’nde Bahçeli köyünde bulunan Köşkhöyük neolitik yerleşimi , MÖ 6000’ne tarihlenir. (İLGİNÇ bir anekdot…Bir kadına ve çocuğa ait kafatası; iskelet haline dönüştükten sonra kil ya da alçı türü bir maddeyle, daha sonra aşı boyası ile sıvanmış ve gözler de siyah taşlarla belirtilmiştir .)


İzmir’in Neolitik yerleşimi Ulucak ( M.Ö. 7040-6660) ile Diyarbakır Ergani - Sesverenpınar köyünde ki neolitik Çayönü (M.Ö. 7250-6750) yerleşiminde de meşe palamudu kalıntıları bulunmuştur.



ANATANRIÇA VE MEŞE 



Onbinlerce yıldan bu yana onları koruyan, ilaç ve gıda temin eden meşeler ,bir anneye özgü davranışlarından dolayı tanrıçalarla özdeşleştirildi. Sonuçta Toprak Ana’yı dölleyen Tanrı Baba-Gök ‘te ağaçların vasıtasıyla tanrıçalara ulaşırdı.

Friglerin Kybele’si, Galatların Dana’sı ve Yunanlıların Artemis’ine hep meşe koruluğunda tapınılırdı. Bir Artemis ilahisinde, “Efes’te deniz kıyısında bir meşe ağacı altında senin için bir heykel diktiler” denmektedir.


Anadolu’da MÖ 300’lerden itibaren hüküm sürmüş Galatlar da ,yaş meşe ağacını kesenlerin cezası ölümdü. Galatların hukuksal ve politik yaptırımlarını , dinsel bir meclis gibi karara bağlayan kurul olan Drynemeton ; “kutsal meşe koruluğu” veya “kutsal meşe tapınağı” ; Tanrı’nın bir görüntüsü olarak kabul edilirdi. Nitekim Galatlar veya diğer adıyla Keltler, devasa Tanrı heykellerini meşe ağaçlarından yapmışlardır.


KELTLER-GALATLAR / MEŞE

Toplantılar Druid rahipleri tarafından yönetilirdi. Druidler savaşçı rahiplerdi, gerektiğinde çiftçi ve çoban olabiliyorlardı. Bir Şaman gibi rüyaları yorumlar ve kehanette bulunurlardı. Kehanetler için insan kurban ettikleri bilinir. Tanrıçaları Dana için yaptıkları ayinlerde ,Druid rahipleri uzun beyaz elbise giyer, meşe odunundan yapılmış meşale ile güneşin batışına yakın , dizi dizi sıralanmış büyük taşların arasında ,doğa ile kutsal bir birleşme için dualar okurlardı.

1908 yılına kadar Druidler ,Stonenhenge’de binlerce yıldır devam eden ayinlerine , yasak yüzünden son verdi. 2000 yılında ise bu yasak sona erdi ve Yeni nesil Druidler ,hayatı simgeleyen “yaz gündönümü” kutlamalarını tekrar başlattı.



DRUİDLER / STONENHENGE


Galatlar, koyunlardan elde ettikleri yünleri , Kermes meşesinden elde ettikleri kırmızı boya ile boyarlardı. Kırmızı boya, Anadolu kültürlerinin her safhasında “koruyucu” nitelikler (albastı,nazar) yüklenen bir renkti. Kırmızı boya, kermes meşesi üzerinde yaşayan ve “kırmıs” olarak adlandırılan bir böcekten elde edilirdi ve böylece bu meşeye “kırmıs meşesi” de denirdi. Kırmızı ve Kermes kelimesi de buradan türemiştir.

Avrupa’dan gelen Galatlar gibi Frigyalıların da ağaçlarla ilgili törenleri vardı. Din adamlarının gözdesi olan meşe, Kibele’ye adanmış kutsal bir ağaçtı. Ana tanrıçaya ait kutsal yerlerin dağlarda ya da kayalıklarda olduğuna inanılırdı. Anadolu’da bu amaçla yapılmış bir çok sunak ve bu sunaklarda ve kayalarda Kybele heykelinin konulduğu nişlere de rastlanmaktadır.

Ballıhisar-Pessinus Tapınağı meşe koruluğunun dibinde yer alıyordu. Tapınakta bulunan bir meteor taşı , “KARA TAŞ” olarak anılırdı , Kubaba/Kybele’ye aitti ve Stonenhenge ‘i andırdığı için , Galatlar tarafından kabul gördü.



ELİNDE KARATAŞ İLE
KUBABA/PESSİNUS

Günümüzde Anadolu’da hala , Kermes meşesinden kırmızı boya elde edilmektedir. Yaşamın, aşkın, özlemin, sevdanın rengi olan “kırmızı” kelimesi belki de Anadolu’da anlatılan bir efsanede gizlidir. ”Ege’de yaşayan yakışıklı bir delikanlı ,birgün gölde balık tutarken bir nymphia’ya aşık olur. Lakin Demeter bu aşkı onaylamaz, gençler de kaçmaya karar verir. Demeter doğayı çöle çevirecek ve güzel nymphia evine dönene kadar da öyle kalacaktır. Doğanın bu hali nymphianın hoşuna gitmez ve geri dönmeye karar verir. Ama delikanlıya duyduğu aşk onu bir “gül” e çevirir. Kaybolduğunda delikanlı onu aramaya başlar ve ulu bir meşe altında şimdiye kadar hiç görmediği kadar güzel bir çiçekle karşılaşır. Anlamıştır onun sevdiği nymphia olduğunu ve hançerini çıkararak kendi canına kıyar . Akan kan çiçeğin üzerine damlar ve ilk kez görülen BEYAZ GÜL , KIRMIZI GÜLE dönüşür.” 


DEMETER

Trakya krallarının yığma mezarlarında, meşe palamudu motifli altın taçlar ve diademler bulunması, sadece Anadolu değil, Trakya kültüründe de meşeye verilen önemi göstermektedir. Bu bölgeye mahsus Meşe türüne “Quercus trojana ” Makendonya Meşesi/Troya Meşesi denir. 

Karun hazinesinin en nadide parçalarından biri olan, meşe palamudu motifli gerdanlık, Lidyalıların sanatta ne kadar estetik olduklarını gösterir.

Hititliler , günümüzde de olduğu gibi ,Mazı meşesi ve Palamut meşesinden ilaçlar elde ediyorlardı. İshali ve kanamaları önlemede ,antiseptik özelliği ile açık yaralarda, şeker hastalığında ve egzama gibi deri döküntülerinde de hala kullanıldığı biliniyor. Meşe kabuğundaki tanen maddesinden dolayı çay olarak ta içilir ve birçok endüstri kolunda olduğu gibi , kaba derilerin işlenmesinde ve tekstil sanayisinde ipekli kumaşların siyaha boyanmasında kullanılır. 


Diğer uluslarda Meşe Ağacına tapınılma ilgili bir çok örnekler olmasına rağmen birkaçı ile yetineceğiz. Bunlardan en ünlüsü hiç şüphesiz “Sherwood Meşe Ormanı”dır. İngiltere’nin Nottingham şehrinde bulunan bu orman Robin Hood efsanesinin doğduğu yerdir.


ROBİN HOOD SHERWOOD

Almanya’da Kuzey Ren-Vestfalya Borken ilçesinde 1500 yaşında olan Femeiche Meşe ağaçları “Mahkeme Meşe Ağacı” olarak anılır. Ortaçağda ağacın altında mahkemeler kurulur ve ölüm hükmü de dahil bir çok kararlar alınırmış.


BİR PFENNİG


Avrupa ve Amerika’daki Belediyelerin birçoğunda Meşe ağacı, yaprağı, palamudu birer sembol olarak bayraklarına işlenmiştir. Mesela ,Almanların eski para birimi Bir Pfennig’in arka yüzünde Meşe Yaprakları vardı.



ODİN VE MEŞE AĞACI



İskandinav efsanesindeki Tanrı Odin bir yargıç olarak kurdu ve iki kuzgunuyla beraber Meşe ağacı altında otururmuş.









Hıristiyanlığın ilk zamanlarında Die Königseiche yada Şeytan Meşe olarak adlandırılan İki heybetli meşe varmış. Altında mahkemelerin kurulması, danışılması ve tapınılması, papazların Hıristiyan inancına ters düştüğünü söylemesi ile Şeytan olarak ilan edilmiş . Lakin halk ,Meşeye olan inançlarını kaybetmek istemiyormuş ve bir kılıfını bulup onu Kraliyet ünvanı ile asilleştirmiş. Fransız –Alman savaşı sonrasında Barış kutlamaları ,etkinlikler ve festivaller hep burada yapılmış.

KÖNİNGSEİCHE

Belçika’nın Vlaams-Brabant ilinde 17.yy da , yıldırımların sürekli Duivels-Eik’e düşmesiyle halk arasında meşe ağacı koruyucu olarak görülmüş. Oradan geçen herkes meşe ağacına ,korunmak ve kutsanmak için haç çıkarırmış ,hatta bir haç işaretinin olduğunu söyledikleri için Jezus-Eik olarak ta anılırmış. İyileştirici gücü ve bazı “mucize”leriyle Meryemana heykeli asılmış , zamanlada burasını haç yeri olarak kabul etmişler. Meşe ağacının bulunduğu yerde şuan bir kilise var ve ağaç kütüğü sunağın altında . (Bartholomeus Seghers 1615 - 1662 "Den Pilgrim van Sonien-Bosch naar de H. Maget Maria van Jezukens-Eyk")




De Kapel van de Heilige Eik -Noord Brabant, Hollanda’da bir Haç yeridir. Oirschot’un batısında 15.yy da Meryemana heykelini Meşe kovuğunda gören Katolik bir papaz,heykeli alıp kiliseye götürür ,lakin heykel ertesi sabah tekrar meşe kovuğunda bulunur. Heykelin kopyası kilisede , orjinali ise ‘s-Hertogenbosch’ta . Oirschot Belediyesinin bayrağında Meşe ağacı sembolü vardır.



OİRSCHOT BELEDİYESİ

KAPEL VAN DE HEİLİGE EİK / KUTSAL MEŞE ŞAPELİ

Belçika’da ki ,Kapel van de Beukenboom - Lummen ,kovuktaki Meryemana heykeli ile bilinir. Bu gelenek, paganist dünyasındaki “Ana Tanrıça” nın gücünü kırmak , Hıristiyanlığı yaymak ve bir inanıştan diğer bir inanışa geçebilmek için , Efes’teki , ( MS. 431 ) 3.Ökümenik Konsil kararları ile Meryemana’ nın “tanrının annesi “ adını alıp , yüceltilmesiyle yayılmıştır. Meşe ağaçlarının arasında 17.yy’dan kalma bir şapel var ve bin yıllık meşe hala yaşıyor.



Kapel van de Beukenboom - Lummen


DODONA VE MEŞE

Belediye bayraklarında Meşe ağacı ile beraber 5 köşeli 3 yıldız yada 3 balık bulunur. MÖ.8 yy da Yunanistan’daki DODONA’ da (Aphrodite’nin annesi Dione-Dodona) bulunan en eski bilici merkezinde , ulu Meşe ağacı ve onu çepeçevre saran 3 köşeli ayaklık ve orada çalışan 3 rahip vardı . 
Bu kutsal tapınakta ZEUS’a tapınılırdı. Heybetli görünen Ulu Meşe ,dallarının rüzgarda hışırdamasıyla çıkan ses, baş Tanrı Zeus’un nefesi olarak algılanır ve tanrısal bir işaret sayılırdı. 

Mezopotamya-Anadolu : Anaerkil
İskandinav-Yunanistan   : Babaerkil

3 sayısı : Ateş ,su ,hava…Allah’ın hakkı üçtür…Üç dilek…
Türklerde ;at-avrat-silah…

Hint felsefesinde tanrının üç yüzü olması ;Yaratıcı-Koruyucu-Yok edici

3’lü teslis Baba , Oğul, Kutsal Ruh ; yada 

Mısır’da İsis-Osiris-Horus…. 

Baba/Gök Tanrı - İnsan – Ana/Toprak Tanrıçası ;anlamlarına gelir.


Ayrıca 2 üçgenin birbiriyle ters olarak üst üste gelmesiyle 5 köşeli yıldız oluşur . Kybele’nin cinsel bölgesi de bir üçgen olarak tasvir edilirdi . Bu da bize üçgenlerin kadın ve erkeği temsil ettiğini gösterir. 

Zeus’tan bahsetmişken , Bergama’daki Philemon ile Baucis efsanesinde ; İki yaşlı insanın misafirperver davranışları yüzünden Zeus tarafından ödüllendirilir. Ölümde bile ayrılmak istemeyen çift , birbirlerinin içine geçmiş iki ağaça dönüşür. Kimi yerde Meşe ile Ihlamur , kimi yerde de Çınar ile Ihlamur olarak anlatılır. Ağaçların dünyasında Meşe gerçektende misafirperverdir, çevresinde birçok bitkinin ve ağacın yetişmesine izin verir.


 Philemon ile Baucis 

Amerika kıtasında Kızılıderililer doğaya saygı duyar ve herhangi bir saygısızlıktan dolayı doğanın intikam alacağından korkarlardı. Kolonileşme döneminden sonra , Amerika kıtasında Ağaç Kültü devam etti. Kızılderililerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Meşe Ağaçları ile Avrupadan gelen göçmenlerin gelenekleriyle birlikte halkın sembolü oldu. Dayanıklı olduğundan “Ulusal ağaç ““White Oak” adını aldı ve bazı şehirlerinde,kasabalarında ve bölgelerinde kabul gördü. Hollywood ve Thousand Oaks gibi…(Robin Hood filmi burada çevrilmiştir) .

Kuzey Amerika Yerlileri olan Algonkiler mezar taşlarında ,Ölümsüzlüğü veya uzun ömürlülüğü temsilen meşe yapraklarını simge olarak kullanmışlardı.


Günümüzde bazı siyasi partiler de meşeyi simge olarak kullanır. Hatta askeri rütbelerde ,apoletlerin baş kısmına , gümüşten bir şerit üzerine ,4 adet meşe yaprağı zigzag biçiminde yerleştirilmiştir . Türkiye’de ki askeri rütbe apoletlerinde de görülür. Almanya, İngiltere,İrlanda ,Fransa,Polonya , Bulgaristan ve Litvanya’da da Meşe Ağacı ulusal ağaçtır.

“Drys” Yunanca ağaç ve özellikle Meşe Ağacı anlamına gelir. Dryad da ağaç perilerine verilen addır. 

Kardeşleri HAMADRYADES gibi ,kimi ağaçla birlikte biter ve onunla ölür, kimi de ölümsüzdür. Bitkileri korur, ağaç sağlıklı ve canlı olduğu zaman sevinirler, yapraklarını yitirip kurumaya yüz tuttuğu zaman derin bir yasa girerler.

DRUİDSLER


DRYAD
Orpheus’un eşi Eurydike bir Dryad’dır. Arıcılık yapan Aristaios birgün Eurydike’nin peşine takılır ve ölümüne sebep olur. Eurydike’nin peşinden Hades’in ülkesine giden Orpheus , eşini kurtarır, ama dünyaya dönerken geriye bakmayacaktır. Dönüş yolunda geriye baktığı için Eurydike tekrar ölüler diyarına, bu sefer dönmemek üzere gider. Orpheus ezgileriyle ,başında geçeni anlatırken meşe ağaçlarını ayaklandırmıştır.



Mağara girişleri , (Keltlerde ağaçlar, dünyalara giriş kapısıydı) yer altı dünyasına , Hades’e giden kapı görevini görürdü, neolitik dönemde bile insanlar mağara içinde yaşamazdı , içerisini resimlerle süsler , ölülerini gömer ve kutsal bir mekan olarak kabul ederlerdi. Yaşam ,mağara önü ve ağaç altlarında hüküm sürerdi.

Galatlar da ki gibi cezası ölüm olmasa bile , Roma döneminde gereksiz yere ağaç kesmek yasaktı, eğer izin alınıp kesildiyse kesen , kesilenin yerine bir fidan dikmek zorundaydı. Uygarlıklarda olduğu gibi, MİTOLOJİ de de ,ağaç kesmenin büyük bir cezası olduğu anlatılır. Çünkü ağaçlar olmazsa , yağmurlar yağmaz, topraklar bereketlenmez ve canlıların ne suyu ne de yiyeceği olurdu. Ağaç kesmenin cezası ise AÇLIKTI.




ERYSİKHTON 


Thessalia’lı bir kahramandır. Ve kral Triopas’ın oğlu veya kardeşi olduğu söylenir. Çok huysuz, öfkeli bir adamdır. Kendini çok beğenir, kimseye değer vermediği gibi, tanrıları da hiçe sayar, onların buyruklarına kulak asmaz.. Durup dururken bir gün , Demeter’e ait ormanda ki, kutsal meşe ağacını kesmeye karar verir. Bu meşe muhteşemdir, o kadar dal budak sarmış o kadar yükselmiştir ki, sanki koruluktaki ağaçların annesiymiş gibi diğer ağaçlar onun gölgesine sığınmışlardır.

Erysikhton kölelerini çağırır, bu kutsal meşeyi kesmelerini söyler. Onların, tanrıça Demeter’den korkarak kesmek istemediklerini görünce, birisinin elinden baltayı alarak, “neden bu ağaç Demeter için bir değer taşısın, Demeter’in kendisi bile olsa ne çıkar. “diye söylenerek baltayı hızla meşenin gövdesine indirir.


DEMETER

O anda, ağaç titreyerek ve inleyerek feryat eder. Daha ilk vuruşta, keskin balta meşenin gövdesine saplanınca, yeşil yaprakları, palamutları sararıp solar, kabukların altından kan akmaya başlar. Köleler şaşırıp korkar, içlerinden birisi din gayretiyle bu cinayete engel olmak ister ve efendisinin baltasını tutar. Erysikthon ta kölesinin başını uçurur. Sonra yine ağacı kesmeye başlar. O sırada meşe “hala bana acımaz, beni kesmeye devam edersen Demeter seni cezalandırır” diye bağırır. Fakat onun gözü kör, kulağı sağır olmuştur.Yediği darbelerin tesiriyle, ağaç önce sarsılır, sonra büyük bir gürültü ile yıkılır. O yıkılırken, kocaman gövdesi ve dalları altında kalan, bir çok ağaçları da kırıp, yıkar.

Bu cinayet karşısında, orman perileri ağlaşıp, feryat ederler, Demeter’e haber verirler. Tanrıça, bu habere çok üzülür. Merhametsiz Erysikhton’u şimdiye kadar görülmemiş ve işitilmemiş bir şekilde cezalandıracağını bildirir. Onun başına açlık tanrısı Fames’u bela edecektir. İnsanlara ve bütün canlılara yiyecek ihsan eden, onları besleyen ürünleri yetiştiren Demeter ile Açlık Fames’in birbirleriyle karşılaşmalarını, tanrılar uygun bulmadıkları için, dağ perisi Oread’lardan birisini çağırır , Açlığı bulmasını ve mesajını iletmesini ister.


ERYSİKHTON MEŞE AĞACINI KESERKEN

Açlığın hali perişandır. Onun saçları kirpi dikenleri gibi dimdik, gözleri çukura kaçmış, yüzü, ölü yüzü gibi sapsarıdır. Dudakları çürümüş, mosmordur. Etsiz kupkuru derisi kemiklerine yapışmıştır. Oread ,Demeter’in emrini, ona uzaktan tebliğ eder. Oread ona yaklaşamadığı halde, acıktığını hisseder ve korkup kaçar. Açlık sabırsızdır. O, Demeter gibi, ağır başlı, işlerini yavaş yavaş yürüten bir tanrı değildir. Bu sebeple, emri alır almaz, derhal bir kasırga ile havalanır ve Erysikhton’un sarayına gelir. Gece yarısı herkes derin bir uykudayken doğruca Erysikthon’un yatak odasına gider. Onu kolları arasına alır ve Açlık nefesini onun ağzına, ciğerlerine doldurur. Böylece açlık, bütün vücuduna yayılır. İşini bitirdikten sonra, bolluğun, zenginliğin hüküm sürdüğü bu evi ve bu diyarı terk eder.

Erysikhton daha uykuda iken acıkmaya başlar. Rüyasında açlığını gidermek için yemek yiyormuş gibi, çenesini açıp kapatır, ağzını şapırdatır. Uyanınca “karnım acıktı, çabuk yemek getirin” diye bağırmaya başlar. Gerçekten, müthiş bir açlık, onu kasıp kavuruyordur. Günlerce aç kalmış kıtlıktan çıkmış gibidir. Fakat, akıllara durgunluk verecek kadar çok yediği halde bir türlü doymuyordur . Bu durum günlerce sürüp gider. Erysikhton ,bütün zenginliğini, malını, mülkünü, kölelerini satar, hepsini yer , bitirir. Sadece kızı kalmıştır ve onu da satar. Zavallı kız, kendisini satın alan adamın arkasından giderken, köle olarak satılmasına ve yabancı memleketlere sürüklenmesine çok üzülür. Kölelikten kurtulması için Poseidon’a yalvarır. Deniz tanrısı ona acır, onu orada erkek bir balıkçı yapar.


Sonunda kızından elde ettiği parayla da doyamayan Erysikhton , kendisini yiyerek ölür...




Meşe'yi sembol olarak kullananlardan bazıları



MEŞE KONSİLİ


İNGİLTERE / BİR  POUND

MEŞE YAPRAKLI ARMA
VATİKAN

MEŞE YAPRAKLI PENTAGRAM

MEŞE MASKESİ

MÖ.2.YY. DODONA ZEUS/ KARTAL-YILDIRIM-MEŞE

SİYONİSTLERİN KULLANDIĞI MEŞE







































Kaynak: 

Hasan Torlak..Anadolu Kültüründe Meşe Ağacı.. Yolculuk Dergisi
Azra Erat..Mitoloji Sözlüğü
New Akropolis Dergisi 
İnternette oak,meşe,Galatlar ve Druids




Küçük bir NOT:

Sümer’de İnanna , Babil’de İştar meşe ağaçı ile sembolize edilirdi. Vadedilmiş toprakların sınırları içinde kalan bu gelenek Siyonizmin de simgesi olmuştur. Meşe ağacı ormanın tüm ağaçlarını koruyan bir göreve sahiptir. Kabalanın toplumsal öğretisinin sembolü olan Meşe Ağacı , TBMM de “siyaset” yapan BDP’nin de resmi sembolüdür..!!!





SB.



3 Temmuz 2012 Salı

KİBELE / KYBELE ve ANADOLU'DA ANATANRIÇA


MADRİD'TEKİ KİBELE ANITI

TOPRAK ANAYIM , KİBELE DERLER BANA
TAPINMIŞ TÜM ULUSLAR ZAMANINDA
MISIR’DA İSİS , MEZOPATAMYA’DA İŞTAR OLMUŞUM
HİTİT’TE HEPAT , İTALYA’DA VENÜS OLARAK DOĞMUŞUM
ASIL ADIM MA’YI UNUTMUŞLAR
ARTEMİS ‘LE , DEMETER’ LE YAŞATMIŞLAR

DİKMİŞLER KOCAMAN BİR TAPINAK MİDAS’IN ÜLKESİNDE,
DİNİMİ BENİMSEMİŞLER TÜM BÖLGEDE,
MESİR MACUNU DAĞITMIŞLAR KİMİ YERDE.

YAPMIŞLAR HEYKELLERİMİ TOPRAKTAN ,KİLDEN
DAĞILMIŞIM DÜNYAYA TÜCCARLARIN ELİNDEN.

KIZLARIM OĞULLARIM SESLENİRİM SİZE
KUCAKLAYIN TOPRAĞIN GÜCÜYLE
ANAYIM BEN ANA AÇ BIRAKMAM SİZİ
SUNARIM BİNBİR LEZZETLİ NİMETLERİMİ

KÜLTÜR BEŞİĞİ ANADOLUYU UNUTMASINLAR
TOPRAĞIMI YÜREĞİMDEN KOPARMASINLAR.

SB. (şiir şahsıma aittir)






Anadolu da Ana Tanrıça Kültü: 
Ana Tanrıçadan Doğan Tanrı ve Tanrıça İnanışları

İnsanlığın başlangıcında, Doğacılık olarak adlandırılan din inanışı karşımıza çıkmaktadır. 
Doğacılık ; Fiziksel çevrede görülen, karşılaşılan olguların kişileştirilmesi, Tanrılaştırılması anlamına gelir. Doğada yinelenen olguların nedenini açıklamada güçlük çeken insanlar, bunları yönlendiren ayrı ayrı güçler (Tanrılar) olduğuna inanmıştır. 

Böylece güneşi (dünyayı ısıtan), ayı (aydınlatan), toprağı (ürün veren), akarsuları, denizi, fırtınayı vb. birer guç ve yönlendirici merkez olarak Tanrılaştırmıştır. 

Doğacılığın belirgin özelliklerinden ilki “Çok Tanrıcılık” olarak ortaya çıkmıştır. Tanrıların sayısı çoğalınca bunların kendi içlerinde bir aile oluşturdukları var sayılmış, bu tanrılardan bir taneside “baş tanrı” konumuna yükseltilmiştir.

Tanrıların doğuşu, özellikleri ve aralarındaki ilişkileri belirten zengin malzeme mitolojiyi meydana getirmiştir. Baş (Ana) Tanrı düşüncesi ise, giderek tek tanrıcılığa dönüşmüştür.


Mitoloji genel olarak; dünyanın,insanların yaradılışını, çeşitli yaşantılarını, karşılaştıkları olayları ve kültürlerinin özelliklerini konu alan çok sayıda öykü, şiir ve destandan oluşur.Toplumsal değerleri yansıtır.

Doğacılığın bir başka özelliği, tanrıların somutlaştırılması, gözle görülür biçimler, simgeler olarak düşünülmesidir. 
Birinci somutlaştırma aşaması , zoomorf’dur. Tanrıların hayvan biçiminde düşünülmesidir. 
Ikinci aşama, yarı insan-yarı hayvan biçiminde düşünülmesidir. 
Üçüncü aşama, Antropomorf’dur. Tanrıların insan biçiminde düşünülmesidir. Erkek yada kadın biçiminde olabilirler. Bu aşama ilk kez Anadolu’da ve Girit Adası’nda gerçekleşmiş ,buralardan Eski Yunanistan’a ve Roma’ya geçmiştir.

Tanrıların ölmezliği ve yaşlanmamaları kabul edilmiştir.Onlar da insanlar gibi yer, içer, evlenir, aile kurarlar. Çocukları vardır. Insanlardaki güzellik, çirkinlik, kıskançlık vb. gibi kavramlar onlar için de geçerlidir.

Somutlaştırma, Tanrıların resim ve heykellerinin yapılması geleneğini de yaratmıştır. Bu, dinsel inancın bir gereği sayılmıştır. Tanrı heykellerine “Pagan” (Put) denilmektedir. Doğacılıkta bir anlamda paganizm yani puta tapıcılıktır. Insanoğlu, Tanrısını kendisi yapmakta, sonra, yaptığına tapmakta, daha sonrada onu yaymaktadır.



ANATANRIÇA




İŞTAR- LONDON MÜZESİ






ÇATALHÖYÜK ANATANRIÇA


Modern insanın atası kabul edilen Neanderthal ve Homo Sapiens’lerin yaşadığı ve insanlık tarihinin %99'u gibi büyük bir bölümünü kapsayan Paleolitik dönemde; ilk kez inançlarla ilgili bir takım belirtilerin ortaya çıkmaya başladığı görülür. Özellikle üst Paleolitik çağın önemli gelişmelerinden biri de; İnsanların entelektüel hayatlarıyla ilgili bir takım eserlerini yapmaya başlamalarıdır. Mağara duvarlarına ve çeşitli objeler üzerine yapılan boyalı resim, gravür, alçak kabartmalar ile heykelcikler, Paleolitik dönem sanatının dikkat çekici eserleridir. Taşınabilir sanat eserlerinin en ilginç örnekleri, küçük boyda yapılmış kadın heykelcikleridir. Bu kadınlar hamile oldukları gibi kadınsal özellikleri de olağanüstü vurgulanmıştır. Anatanrıca kültününde ilk örnekleri olan bu “Venüs” yada “Anatanrıça” heykelciklerinin doğanın büyük güçleri olan “bereketi” ve “yaşamın doğuşunu” simgeledikleri düşünülmektedir. Paleolitik dönem insanın din görüşünü yansıtan bu tür heykelcikler, henüz Anadolu’da ele geçmemiştir. Bulunan bazı örnekler Avrupa kökenli olup içlerinde en tanınanlarından bir tanesi Avusturya’da ele geçen “Willendorf Venüsü”dür.

Anadolu insanının din görüşü hakkında ilk bilgileri Neolitik dönem insanı vermektedir. Neolitik dönemde, yerleşik hayata geçen ve bugünkü yaşamın temelini atan insanoğlu dinsel inanışlarını da yansıtan eserlerini günümüze bırakmıştır. Neolitik Dönemi en iyi yansıtan merkez Çatalhöyük’tür. Orta Anadolu’da, MÖ. 7.bin yılın sonlarından MÖ.6. bin yılın ortalarına kadar geçen zaman içinde, insanın kültürel ve düşünsel gelişimi izlenir. Çatalhöyük’te bu güne kadar yapılan kazılarda, değişik kültür katlarına yayılmış 40 tapınak açığa çıkarılmıştır. Tapınakların süslemelerini oluşturan duvar resimleri ve kabartmalar tıpkı üst Paleotik Dönem insanının barınakları olan mağaralarının kaya duvarlarını kabartma ve resimlerle donatmalarına benzemektedir.



Çatalhöyük’ün tapınaklarının duvarlarında yer alan kabartma ve resimlerde üç ana konu işlenmiştir: Doğum, yaşam, ölüm. Kadının hamilelik dönemi ve doğum olayı, en eski kültür katlarından itibaren tapınak duvarlarında yüksek kabartma olarak yer almıştır. Bir tapınak duvarında, sematik olarak işlenmiş, hamile bir kadın kabartmasında hamilelik, göbek çevresindeki iç içe dairelerle gösterilirken, diğer bir tapınakta ise, doğum pozisyonundaki figürün hemen altında bir koç başı ve bunun altında da üç boğa başı yer almaktadır. Bu kabartma koç ve boğayı doğuran anatanrıça olarak yorumlanmaktadır. Doğuran figür yalnızca kadını değil, “dişi” yi de temsil etmektedir. Koç ve boğanın erkekliği simgelediği düşünülürse “erkeği doğuran dişi” sonucuyla karşılaşılmaktadır. Bu Neolitik Dönem insanının yaratılış hakkındaki düşüncesini ve inancını yansıtmaktadır.Bu doğrultuda bir görüşle tapınak duvarlarında yer alan doğumla ilgili kabartmalarda ilk “yaratılış öyküsünün” canlandırıldığı yorumuna varmak doğaldır.

Yine Çatalhöyük’te ele geçen, taştan yapılmış, kabartmalı bir levhada, kadın-erkek cinselliği ve sonucunda çocuğun doğması gösterilmektedir. Bu kabartma, insanın bin yıllar boyunca, düşünce dünyasında gizemini çözmeye çalıştığı üreme, çoğalma olayının tanrısal bir yaratıcı olduğu sonucuna varıp, kafasındaki düşünce dünyasında kendi soyunun iki cinsi gibi kişileştirdiği tanrı-tanrıça çiftinin kutsal birleşmesi “hieros gamos” şeklinde ifade edilişinin kanıtı olmalıdır. Böylece tanrısal aileyi, kendi toplumunun en küçük birimi olan ana-baba-çocuk şeklinde düşündüğünün somut bir delilidir.



VENÜS ANATANRIÇA
VENÜS ANATANRIÇA



















Çatalhöyük buluntuları içinde önemli bir grubu ana tanrıça yontuları oluşturmaktadır. Özellikle tahıl ambarlarında bulunmaları ilgi çekicidir. Değişik boyutlarda, pişmiş toprak ve taştan yapılan bu heykelciklerde kadınlar:


1-Genç Kadınlar,

2-Çocuklu yada çocuk doğuracak kadınlar,
3-Yaşlı kadınlar olarak betimlenirken, ele geçen birkaç örnekte erkekler;
a-Genç erkekler (belki tanrıçanın oğlu)
b-Yaşlı ve sakallı erkekler (belki tanrıçanın kocası) şeklinde tasvir edilmiştir. Ayrıca figürinler arasında insanlar ile hayvanların birlikte tasvir edilenlerine de rastlanmaktadır.

Çatalhöyük, ana tanrıça figürinleri arasında en ilgi çekici olanı leoparlı tahtında oturmuş, doğum yapan tanrıça tasviridir. Tanrıça iki yanındaki leoparlara dayanmakta, bacaklarının arasında bir bebek yer almaktadır. Daha sonraki dönemlerdeki yontularında görüleceği gibi “potnia theron” yani hayvanlar hakimesi, doğa üstüne sonsuz egemenliğinin bir simgesi olarak hayvanları ile birlikte gösterilmiştir. Bu imge Kybele’den Artemis’e kadar bütün ana tanrıça imgelerinde de karşımıza çıkacaktır.



Neolitik Dönemin, Anadolu’daki önemli bir diğer merkezi de Burdur yakınlarındakı Hacılar yerleşim yeridir. Sanatta ve inanışta Çatalhöyük medeniyetinin Hacılar’da, neolitik çağın sonlarında, kesintisiz olarak devam ettiğini gösteren buluntuların basında, topraktan yapılmış Ana Tanrıça heykelcikleri gelmektedir.


ARTEMİS EFES /ANATANRIÇA








Hacılar’da, evlerin tabanlarında yada ocaklar etrafında ele geçen tanrıça figürlerini de Çatalhöyük figürinleri gibi kendi içinde grupladığımızda:

1-Ayakta duran tanrıça figürinleri,
2-Oturan tanrıça figürinleri,
3-Uzanmış dinlenir durumunda tanrıça figürinleri,
4-Tahtında oturan tanrıça figürinleri,
olarak 4 grupta toplayabiliriz. Genç kadın heykelciklerinde saçlar daima at kuyruğu şeklinde, yaşlı kadınlarda ise topuz yapılmış olarak ifade edilmiştir. Erkek heykelciklerinin Hacılar’da hiç bulunmamasına karşın, erkek çocuk tasvirlerine anasının kucağında yada tanrıçası ile birlikte yer verilmiştir.

Anadolu’nun hemen hemen tüm Neolitik yerleşmelerinde karşımıza çıkan çıplak kadın heykelcikleri, din tarihi ve sosyal tarih açısından önem taşımaktadır. Çünkü, bunlar kadının doğurucu niteliğinden dolayı “yaratıcı büyük ana” olarak kendisine tapılması için yapılmış görünüyorlar. Tapınılan varlığın dişi olması, neolitik insanların madersahi (anaerkil) bir toplum içersinde yaşadıklarını göstermektedir. Anaerkil yaşam, Anadolu da çok uzun bir zaman devam etmiştir, hatta Hititler ve Firigler de bile izleri görülmektedir.

Kalkolitik dönem Anadolusunda Ana Tanrıça inancının devam ettiği görülmektedir. Neolitik Dönem kadar olmasa da, ana tanrıça heykelcikleri Kalkolitik Cağ’da da yapılmaktadır.Bereket inancına dayalı olarak yiyecek, içecek kapları hamile kadın vücudu şeklinde yapılmaktadır. Anatanrıça kültünün yanısıra erkeği ve erkekliği simgeleyen boğa kültü de egemenliğini sürdürür.

MÖ.4.bin yılın sonlarına doğru Anadolu da Tunç Çağları başlar.

Sosyo ekonomik ve siyasal değişim sonucu büyük bir olasılıkla erkek toplumda ve ailede lider durumuna geçer. Bu dönemde, Sümerden başlayarak Önasya dünyasında; Düşünsel olarak yaratılan çok tanrılı bir dinde, güneş, ay su gibi büyük doğa güçleri ve iyilik, kötülük, adalet, savaş gibi kavramlar tanrılaştırılıp, insan şeklinde kişileştirilmesi ve isimlendirilmesi ile tanrısal bir alem kurulmuştur. Anadolu’da bu çağda da anatanrıça güneşle özdeşleştirilmiş ve güneş kadın olarak kişiselleştirilmiştir. Anatanrıça heykellerinin yanında sematik olarak yapılmış betimlemeler (idoller) yaygın bir şekilde, Anadolu’nun değişik merkezlerinden ele geçmektedir. Bu heykelciklerde ve idollerde en dikkat çekici özellik ise kadın cinsel organının abartılı bir şekilde belirtilmesidir. İlk Tunç Çağı’nın sonlarında “kurs vücutlu alabester idoller” olarak tanımlanan idol tipi karşımıza çıkar. Bunlar tek başlı veya dörde kadar çıkan çok başlı, tek kurs biçimi vücutlu sematik heykelciklerdir. Tek başlı olanlarda ana tanrıçanın, iki başlı olanlarda tanrıça ve kocasının, çok başlılarda tanrıça, kocası ve çocuklarının betimlendiği genel olarak kabul edilmektedir.

MÖ.II. binin başlarında, Asurlu tüccarların ticaret yapmak amacı ile Anadolu’ya gelmeleri ile Anadolu’da büyük bir kültür değişimi olmuştur. Anadolu insanı kendi tanrıları yanında, Mezopotamya tanrılarını da tanımış ve bu tanrıları da kabul ederek onlara da tapmaya başlamıştır. Bu tanrı çokluğu (pantheon) yanında, Anadolu insani hala Ana tanrıça’ya tapmaya ve onun heykelciklerini yapmaya devam etmiştir. Ana tanrıçanın bu dönemdeki en güzel yontusu, Kültepe’de ele geçen fildişi heykelciktir. Hititler’de de, Koloni Çağı’nda olduğu gibi çok tanrılı bir din anlayışının varlığı görülmektedir. Hattuşa yakınlarındaki Yazılıkaya açık hava mabedi, Hitit dini inanışını yansıtan en güzel örnektir. Yazılıkaya’da da; Ana tanrıça Hepat, tanrılar alayı karşılaşmasında, kadın tanrılar alayının başında ve kutsal hayvanı aslan üzerinde en önde yer almaktadır.



ANATANRIÇA


Ana Tanrıça Neolitik dönemdeki ihtişamına tekrar MÖ.I bin Anadolu’sunda dönmüştür. Frig ve Geç Hitit Beylikleri döneminde Ana tanrıça Kybele ve Kubaba isimleri ile tapınılan en büyük Tanrıça olmuştur.

Hititler, Kubaba adıyla taptıkları tanrıçayı yine kutsal hayvanı aslan üzerinde otururken, elinde bereket simgesi olan nar ve ayna tutarken Kargamış kabartmalarında betimlemişlerdir.

Frigler, Ana Tanricaya Kybele adıyla tapmışlar ve onun kült merkezi olan Pessinus’a, gökten bir meteor taşı olarak düştüğüne inanmışlardır. Bu taş daha sonraları büyük bir törenle Roma’ya götürülmüş ve Ana Tanrıça kültü Anadolu sınırları dışına taşınmıştır. Frigler, tanrıçaya açık hava tapınakları yaparak tapmışlardır. Kybele’nin asıl tapınma merkezi Pessinus şehri olmasına rağmen, ev biçimindeki bu basit tapınaklar, Phrygia’da Kybele Kültünün kentler dışına da taştığını bütün doğaya yayıldığını gösterir. Tanrıça bu dönemde de Potnia Theron (hayvanlar hakimesi) yani doğanın efendisidir.

Urartu’larda ana tanrıça baş tanrı Haldi’nin karısıdır. Diğer kültürlerde olduğu gibi burada da insan şeklinde betimlenmiş ve kutsal hayvanı ile gösterilmiştir.

Anadolu’nun MÖ.I bin yılından itibaren yaşadığı bu yeni kültür birikiminin devamı olan Hellenistik ve Roma dönemlerinde de, isimleri değişiklik gösterse de bereket, aşk, sağlık, savaş gibi insan yaşamında önem taşıyan olayları sembolize eden tanrı ve tanrıçalara insanlar tapmışlardır. Bu tapılan varlıkları yansıtan betimlemeleri yine insan biçiminde düşünerek şekillendirmişlerdir.



ERKEN BİZANS DÖNEMİ MERYEMANA


Anadolu’da, çok tanrılı din inanışı, Roma döneminin sonlarında ortaya çıkan, tek tanrılı bir din olan Hiristiyanlığın doğusuna kadar devam etmis, artık tek tanrılı bir dine sahip olan Bizans Devleti döneminde sona ermiştir. İlginç olan da, çok tanrılı dinlerin çoğunun doğusuna sahne olan Anadolu topraklarının, tek tanrılı bir din olan Hıristiyanlığın doğuşunada sahne olmasıdır. Hıristiyan dininin özündeki tanrıyı doğuran ana, Meryem (Theotokos Meryem) inancında da yine Neolitiğin “ana tanrıça fikri” yatmaktadır. Ikisini birbirinden ayırmak çok zordur. 

Anadolu insanının Neolitik’ten beri dünya kültürü ve uygarlığının gelişmesinde çok büyük katkıları olmuştur. Özellikle, din tarihi açısından Anadolu’nun Önasya ve antik Ege dünyasına katkıları önemlidir. 

Bu konuda en önemli yeri, şüphesizdir ki diğer tanrılara ve dinlere öncülük eden Ana Tanrıça Kültü almaktadır. 

Ana Tanrıça dininin kaynağı Anadolu’dur. Tanrıça doğayı bütün canlılığı ,verimliliği ile simgeleyen evrensel bir nitelik taşımanın yanında her türlü uygarlığın da etkeni olarak Anadolu’da doğmuştur. 

Anadolu’nun Ana Tanrıça’sından da diğer tanrı ve tanrıçalar var olmuştur.





AYASOFYA/MERYEMANA



Kaynakça:

Braidwood,, R.S., Tarih Öncesi İnsan,
Arkeoloji ve Sanat Yayınları: İstanbul 1995.

Erhat, Azra., Mitoloji Sözlüğü,
Remzi Kitabevi: İstanbul 1989.

Kulaçoğlu, B., Anadolu Medeniyetleri Müzesi Tanrılar ve Tanrıçalar,
Kültür Bakanlığı Yayınları: İstanbul 1992.

Tezcan, M. Prof. Dr., Kültürel Antropoloji,
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları (no: 173): Ankara 1996.

ÇAĞLAR BOYU ANADOLU’ DA KADIN ANADOLU KADINININ 9000 YILI Sergisi Kataloğu,
Kültür Bakanlığı Yayınları :  İstanbul 1993


ANATANRIÇA KİBELE


Tuhaftır ki, hem Frigya’daki Kubaba ,
hem de Kabe'deki siyah taş ,
iki meteor taştır. 


SB.

***