Translate

Mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2014 Pazartesi

MİTOLOJİ - MYTHOLOGY








MYTHOLOGY


The study of myths , or "sayings". The myth has a natural origin in the belief that every natural object has a life or soul and in the imperfect language of early man. 

The first poets who described nature did not use similes. They said the cloud was a bellowing bull and not that the thunder in the cloud bellowed like a bull. The meanings of the myths, when fairly clear, are explained in special articles on the various legends.

Turanian and Semitic races have myths as well as Aryans , and the Greeks BORROWED many of theirs from Akkadians, Hittites, Babylonians and Phoenicians....



Faits of Man - Forlong





















26 Mart 2014 Çarşamba

Ariadne (Ariane) ile Dionysos




Etrüsk - MÖ. 4.yy


Minos'la Pasiphane'nin kızı olan Ariadne, Girit'e Minotauros'la çarpışmaya gelen Theseus'u görür görmez ona tutulmuş. 

Minotaurus'un bulunduğu bin bir dehlizli Labyrinthos mağarasında kaybolmaması için eline bir yumak iplik vermiş. Theusus da karışık ve karanlık dehlizlerden ilerledikçe yumağı açıp ipliği yere bırakıyormuş. Canavarı öldürdükten sonra çıkış yolunu ona bu iplik göstermiş. Sonra da Ariadne'yi kaçırıp Naksos adasına varmışlar.

Ama Theusus kızı o adada bırakıp gitmiş, bir gece kız uyurken gizlice kaçmış. Ariadne uyanıp bakmış ki adada yapayalnız, ama üzülmeye vakti olmadan tanrı Dionysos gelmiş, kızın güzelliğine vurulmuş ve onu alıp Olympos'a götürmüş.

Düğün hediyesi olarak Ariadne'ye Hephaistos'un yaptığı altın bir taç vermiş, sonra da taç gökte bir yıldız olmuş.

Theusus'un hikayesinde ise , dönüşte Ariadne'yi kaçırdığını ama tanrı Dionysos'un emriyle Naksos adasına bıraktığı anlatılır.



Corona Borealis- Ariadne'nin tacı






___



1 Ocak 2014 Çarşamba

MUTLU YILLAR DÜNYA




YENİ BİR YILDA DOĞACAK GÜNEŞ UMUT DOLU OLSUN ... 



AURORA, ŞAFAK TANRICASI 
ROMA - MS 1.-2.yy
Dünyayı çepeçevre sardığına inanılan 
Okeanos ırmağı kıyısındaki evinden 
her sabah çıkıp, 
güneş tanrısı Helios doğsun diye göğün kapılarını aralar.



_________________





5 Aralık 2013 Perşembe

YARATILIŞ, SUMER, TÜRK ve CENGİZ AYTMATOV



GAİA




CENGİZ AYTMATOV’UN ESERLERİNDE 
YARATILIŞ VE TÜREYİŞ SEMBOLİZMİ VE
SUMER TÜRK MİTOLOJİ BENZERLİĞİ

İlkel insan, tabiat karşısında pasif bir tavır takınmakla yüz yüzedir. Bu tavır onu, kendinden güçlü olan ve erişilmesi mümkün görünmeyen şeylere inanmaya yönlendirir. Aynı zamanda tabiatla iç içe olan ve ona hükmetmenin, onun üzerinde tasarruf hakkı elde etmenin yollarını arayan insan, bu inanma ve tapınmayı değişik 
şekillerde gerçekleştirir. İlkel toplum, tarım toplumu öncesidir. Avcı ve toplayıcı toplumdur. Bu toplumlarda tapınma şekli korku ve sevgiye dayalıdır. Tarım toplumuna geçişte de bu şekiller kendilerini hissettirir. Fırtınaya korkarak, güneşe severek tapınırlar. Dolayısıyla tanrı düşüncesinde bir ikilem belirmiş olur. 

“İnsan, genel mitsel kalıtımların düzenlenmesi olmadan evrendeki yaşamını sürdüremiyor. Gerçekten yaşamın doluluğunun mantıksal düşüncesiyle değil fakat yerel mitolojisinin derinliği ve genişliğiyle doğrudan orantılı olarak ortaya çıktığı görülüyor. Toplumları harekete geçiren, uygarlıklara temel olan, her biri kendi güzelliğine 
ve kendini zorla kabul ettiren bir kadere sahip olan bu asılsız temaların gücü nereden geliyor ve neden insan, yaşamına temel olacak somut bir şey aradığında dünyayı dolduran gerçekleri değil de, hatırlanamayacak kadar eski imgelemlerin mitoslarını seçiyor, hatta dünyanın sunduğu nimetlerden şükranla yararlanmayı seçmek 
yerine gazap dolu bir tanrı adına yaşamı kendisi ve komşuları için cehenneme çeviriyor”

Campell’in ortaya koyduğu bu sorunun cevabını doğrudan ilkel toplumun psikolojisine ya da insanda sürekli var olan mit yaratma ihtiyacına bağlı olarak izah etmekten başka çaremiz yok. Çünkü gerek modern felsefede gerek Yunan ve Roma düşüncesinde 
rastladığımız birçok unsur kendisini bir bakıma ilkel mitolojiye borçludur. Öte yandan bu unsurların daha sonra dinler üzerinde de tesirleri görülmektedir. Bir tufan hadisesini, bir üçleme ve dörtlemeyi (teslis ve anasır-ı erbaa) felsefenin hemen her çağında ve dinlerde kolayca bulabilmekteyiz. İlgi çekici başka bir şey de bu unsurların birçok toplumlarda ortak olmasıdır. Bu da mitolojinin, yerel ve evrensel olmak üzere iki farklı karakteri olduğunu göstermektedir. Yani insanda tabiatı algılayış ve mitoloji yaratma yetisi coğrafi ve kültürel farklılıklara rağmen bir ortaklık arz etmektedir. 


Mitolojisi zengin olan her milletin kendine ait bir kozmogonisi muhakkak vardır


Sümer mitolojisinde evrenin kökeni ile ilgili olarak :

Sümer Tanrılarının bir listesini veren bir tablette adı “deniz” için kullanılan ideogramla yazılan Tanrıça Namnu, “Gök”ü ve Yer’i doğuran ana olarak tasvir edilir. 

Gök, Tanrı An; yer, Tanrıça Ki olarak kişileştirilmiştir; onların birleşmesinden de hava Tanrısı Enlil doğmuştur. Enlil ise Gök ve Yer’i birbirinden ayırarak, Evreni gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine girmiştir.

Babilonya mitolojisine göre :
Başlangıçta evrenin, tatlı su okyanusu Apsu ile tuzlu su okyanusu Tiamat’ın dışında başka hiçbir şey bulunmuyordu. Bu iki şeyin birleşmesinden de Tanrılar var olurlar. İki Tanrı çifti Lahmu ile Lahumu’nun birleşmesinden Anşar ile Kinşar, yani gökyüzü ile yeryüzü meydana gelir. Anşar ile Kinşar ise Gök-Tanrı Anu ile toprak ve su Tanrısı Nudimmud’u yani Ea’yı diğer adıyla Enki’yi dünyaya getirirler.

Mısır yaratılış mitosuna göre:
Hayatın kaynağı kadim sulardır. Atum-ki -adı Re ve Khepri ile yer değiştirebilir- Kaos’un sularından yükselerek, kuru toprakla üzerinde durabileceği bir tepecik yapar. İlk hayatın çıktığı “Kadim Tepecik” in Güneş Tanrısının evi Hermepolis’te bulunduğu sanılmaktaysa da, bu ayrıcalığın kendilerine ait olduğunu iddia eden başka kutsal yerler de vardır.


Yunan mitolojisine göre: 
İlk önce “Khaos” vardır. Yunanca “uçurum ve sonsuz boşluk” anlamına gelen Khaos, karışık ve hiçbir şekil almamış olan, uçsuz bucaksız boşluğu ve karanlığı ifade etmektedir. Khaos’tan geniş göğüslü her şeyin dayanağı olan “Gaia” (yer) çıkar. 

Sonra sevginin temeli, bütün varlıkları, her şeyi bir birine doğru çeken, birleştiren hayatı kuran, çoğalma sembolü olan “Eros” (aşk) doğar. 

Khaos’tan “Erebos” ve “Gece” doğar. Onlar da birleşerek yerin üst tabakasının ışığı olan “Aither” ve yeryüzünün ışığı olan “Hemera”yı doğururlar. Işık meydana geldikten sonra yaratılış durmadan devam eder. Khaos bunları doğururken Gaia da ölmezlerin yeri ve yıldızlarla bezeli bulunan göğü “Uranus” u doğurur. Ona tamamıyla kendisini kaplasın, içine alsın diye kendi büyüklüğünü verir. Ondan sonra Gaia, yüksek dağları, ahenkli dalgaları bulunan Pontos “deniz”i meydana getirir. Böylelikle evrenin yaratılması tamamlanmış olur. Bundan sonra Tanrıların savaşı ve en son olarak insanın yaratılışı gelir. 


Altay, Yenisey, Yakut ve diğer Türk boyları :
Önemli unsur “başlangıçtaki sonsuz su” inancıdır. Asya ve diğer kıtalardaki başka kültürlerde “başlangıçtaki su” veya “okyanus” kavramları ifade edilmekle birlikte Türk kozmolojisindeki özellikleri taşımamaktadır.

Kuzey Amerika’da yaşayan Kızılderili kabilelerinden Çeyenlerin 
mitolojisine göre : “Başlangıçta hiç bir şey yokmuş ve büyük ruh Maheo boşlukta yaşıyormuş. Maheo etrafına bakmış ama görünürde hiçbir şey yokmuş. Maheo gücüyle göle benzeyen ama tuzlu olan büyük bir su yaratmış”.

Çeyenlere ait bu metinde başlangıçta Tanrı'dan başka hiçbir şey olmadığı, göle benzeyen tuzlu suyun Tanrı tarafından sonradan yaratıldığı ifade edilmektedir. Oysa Türk mitolojisinde Tanrı ve sonsuz su başlangıçta vardır.


Çin mitolojisinde :
Yaratılışın farklı varyantları bulunmaktadır. Bunların birine göre "başlangıçta iki okyanus-biri güneyyde biri kuzeyde- merkezde bir kara parçası vardı.Güney okyanusunun efendisi Shu (dikkatsiz), kuzeydeki okyanusun efendisi Hu (aceleci) ve merkezdeki kara parçasının efendisi Hwuntun (kaos) idi. İki ayrı okyanus ve iki ayrı efendi kavramı burada Türk Mitolojisi ile Çin mitolojisini birbirinden ayırmaktadır. Çin mitolojisindeki yaratılış mitinin ayrı bir varyantı olan "Pan-Ku" ile İskandinav ve İzlanda mitolojilerinde yer alan "Ymir" mitlerinde anlatılan dünyanın bir veya iki devin parçalanmasından oluşması inancı is Türk mitolojisine tamamen yabancıdır.

Bununla beraber Sumer mitolojisindeki başlangıçtaki sonsuz su kavramının Türk mitolojisindeki kavrama yakınlığı ise ilgi çekicidir.

Bunun dışında Başkurtların (Türk Kavmi) ünlü destanı Ural-Batur'ın ilk mısralarını oluşturan dünyanın yaratılışı ile ilgili bölümünde de yine başlangıçtaki sonsuz su kavramı görülmektedir.

Buna göre gerek Altay, gerek Sumer, gerek Başkurt ve diğer Türk mitolojilerindeki yaratılış efsanelerinde yer alan başlangıçtaki sonsuz su kavramı ortak bir motif olarak karşımıza çıkmakta ve diğer milletlerin mitolojisinden bu yönü ile ayrılmaktadır.

Cengiz Aytmatov da Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek adlı hikâyesine bir yaratılış efsanesi ile başlamış; 

“Oysa bir zamanlar bambaşkaydı günler. Şimdi o günlerin nasıl olduğunu söylemek çok zor. Kimse bir şey bilmiyor. Hatta Lura adındaki dişi ördek olmasaydı, dünyanın bambaşka olacağını kimse aklına bile getirmiyor: O ördek olmasaydı, kara ile deniz birbirlerine karşı, birbirlerine düşman olmayacaktı. Çünkü ta başlangıçta, başlangıçların başında, doğada kara diye bir şey yoktu, bir evlek toprak bile yoktu. Her yer sularla kaplıydı. Su, su... her taraf su! Dünya kendi ekseninde dönerken su kendiliğinden ortaya çıkmıştı: 

Dipsiz derinliklerden, karanlık uçurumlardan… dalgalar birbiri ardınca uçsuz bucaksız evreni kuşatmış, dört bucağı kaplamıştı. Dalgaların çıkıp geldiği bir yer olamadığı gibi, gidip yoğalacağı bir yer de yoktu. 

Ve dişi ördek Lura, hani şu herkesin bildiği, bugün bile başımızın üzerinden gaklayarak sürüler halinde uçan yassı gagalı ördek, yapayalnız uçup duruyordu havada. Yumurtasını bırakacağı bir kara parçası arıyor, ama bulamıyordu. Sudan başka bir şey yoktu evrende. Yuva yapabileceği ne bir kamış, ne ufacık bir saz vardı. Lura ördeği gaklaya gaklaya uçuyor, daha fazla dayanamamaktan, yumurtasını dipsiz derinliklere düşürmekten korkuyordu. Nereye gitse, kanatları onu nereye götürse, hep su, su, yine su! Ne kıyısı, ne başlangıcı, ne de sonu vardı o büyük suyun. Lura bitkindi. Dünyada yuvasını yapabileceği hiçbir yer yoktu. 

Lura suların üzerine kondu, göğsünden yolduğu tüylerle bir yuva yaptı kendisine Dünyada toprak, işte bu yüzen yuvadan oluştu. Yavaş yavaş büyüdü. Yavaş yavaş çeşitli yaratıklar çıktı ortaya. Bu yaratıklardan biri olan insan, hepsine üstün geldi. Kayak yaparken karların üzerinde gitmeyi, kayık yaparak sularda dolaşmayı öğrendi. 

Kara ve deniz hayvanlarını avladı. Beslendi ve çoğaldı. Lura ördeği, sonsuz suların ortasında meydana gelen kara parçasında hayatın öylesine zor olacağını nereden bilecekti? Deniz, karanın meydana gelmesine çok kızdı ve o günden beri sakinleşmedi. O günden beri denizle kara arasında savaş sürüp gidiyor. Ve insanoğlu bazen denizle kara, kara ile deniz arasında, çok güç durumlarda kalıyor. Deniz, insanları hiç sevmez, çünkü insanoğlu denizden çok karaya bağlı...”

Cengiz Aytmatov’un eserlerinde mitolojik sembollerden yararlanması tesadüfî değildir. Mitolojik bilinci Aytmatov’un sanat anlayışının şekillenmesinde de doğrudan etkilidir. Etrafındaki insanlar, bütünüyle masal ve efsane yaratmaya meyilli insanlardır. 
Toplum, mitoloji toplumunun bir uzantısıdır. Aytmatov’un eserinin ve sanatının oluşumunda bu toplumun etkisi doğrudandır. Onun etkilendiği en büyük etkenlerden biri de görüldüğü gibi geniş bir perspektife sahip olan Türk mitolojisidir. 

Kozmogoni mitleri köken mitlerinin bir devamıdır ve köken mitlerini sürdürmektedir. İnsanların yaratılışı veya türeyişi de köken mitlerinin ikinci safhasını oluşturmaktadır. Türk mitolojisi ve bazı diğer mitolojilerde insanların türeyişi ile ilgili çok fazla efsane yer almaktadır. Efsanelerin çoğunda iki insanın birleşerek türemeleri olayı çok azdır. İlk bakışta temel çift, bir kadınla erkek cinsiyetinde hayvandan oluşmaktadır. Kadının pasif olması ve toplumda ekonomik bir rol oynamaması dolayısıyla ve de eylemin ve ritüellerin erkil olması yüzünden hayvanın, ışığın, bitkilerin, dölleyici unsurların erkil olması gerektiği sanılmaktadır. Fakat bunun aksi olan çok sayıda örnekler de mevcuttur. Türk mitolojisinde Türklerin türeyişi ile ilgili efsanelerde yer alan en önemli hayvan dişi kurttur. 

Efsanelerde genellikle insanın atasının bir hayvan olduğuna dair bir inanış mevcuttur. Roux, bunun, hayvan biçimselliğinin (zoomorfizm) esas olduğu ve hayvanların uçmak, yüzmek, koku almak, yönelmek, geceleyin görmek gibi Allah vergisi olağanüstü 
yetenekleri itibariyle insanlardan üstün olduğu bir dünyada olağan olduğunu vurgulamaktadır. 

Bir Karagas klanının köstebek soyundan, bir diğerinin balıktan gelmesi, bir Kazak ailesinin baykuş soyundan gelmesi, bazı Buryatların yaban domuzundan gelmesi, Golde klanının kaplan soyundan, Teleutlar ailesinin bir kuzu veya bir kartal soyundan gelmesi ile ilgili inanışlar ait olduğu halkların bu hayvanları kendilerine bir totem olarak kabul etmelerinden ileri gelmektedir. 

Türkler de kendilerine sembol olarak kurdu kabul etmiş, bu hayvanın soyundan geldiklerine veya kurdun kendilerine bir yol gösterici olduklarına inanarak, kurda bir kutsallık atfetmişlerdir. Göktürklerin türeyişiyle ilgili üç önemli efsane bulunmakta ve 
bunların hepsinde de Göktürklerin dişi bir kurttan türediği inancı görülmektedir. Türk mitolojisinde yer alan en önemli efsanelerden biri de şüphesiz Ergenekon efsanesidir. Ama bu efsanede türeme unsuru olarak kurt yer almaz. 

Cengiz Aytmatov’un da, Beyaz Gemi ve Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek adlı eserlerinde, biri Geyik Ana’dan, diğeri Deniz Kızı’ndan türeyişi anlatan iki ayrı efsaneye yer verdiği görülmektedir.

Beyaz Gemi adlı romanda Mümin Dede’nin torununa anlattığı Boynuzlu Maral Ana efsanesi Kırgızların Buğu Boyunun beyaz renkli bir Geyik Ana’dan türediğine ilişkin bir efsanedir. Bu efsaneye göre Yenisey boylarında yaşamakta olan Kırgızlar, bir gün ölen hakanlarını gömmek üzere Yenisey nehrinin kıyısında toplanırlar. Bu sırada düşman kabilelerden biri Kırgız kabilesine saldırır ve Kırgızların toplanmasına bile fırsat vermeden hepsini öldürürler. 

Kırgız kabilesinde, büyüklerinden izin almadan ormana giden bir kız bir erkek çocuğu dışında hiç kimse kalmaz. Geri döndüklerinde ne analarını ne babalarını bulurlar. Daha sonra düşmanların eline geçerler ve düşmanların hakanı, bunları öldürüp Yenisey nehrine atması için topal bir nineye verir. Topal nine tam çocukları nehre 
atacakken yanlarında beyaz bir Geyik Ana peyda olur. Topal nineye insanların iki yavrusunu öldürdüğünü, bu çocukları evlât edinmek istediğini söyler ve onları kendisine vermesini ister. Nineyi ikna eden Geyik Ana, çocukları kendi sütüyle besler ve büyütür. Daha sonra çocukları Kırgızların şimdi yaşadığı Issık-Göl’ün etrafındaki bu topraklara getiren Geyik Ana, onlara yeni vatanlarının burası olduğunu söyler. Çocuklar burada çoğalarak Buğu Boyunu devam ettirirler. 

Buğular Issık–Göl çevresinde büyük ve güçlü bir toplum olurlar ve Boynuzlu Maral Ana’yı kutsal bir varlık olarak görürler. Hangi soydan hangi boydan geldikleri anlaşılsın diye, çadırların girişine maral boynuzu işlemesi koyarlar. 

O zamanlar Issık-Göl ormanları marallarla doludur. Buğular bir maralla karşılaşacak olsalar, hemen atlarından inerler ve ona yol verirler. Bu çok zengin bir Buğu’nun ölümüne kadar böyle sürüp gider. Ölen Buğu’nun oğulları babalarına günler, geceler süren bir yas şöleni düzenlerler. Bu çocuklar babalarının zenginliklerini ve kendi ünlerini tüm dünyaya duyurmak için, babalarının mezarına, kutsal Boynuzlu Maral ana soyundan olduğu anlaşılsın diye bir maral boynuzu dikmek isterler. Avcıları ormana gönderip bir maral vurdurup boynuzunu da mezarın üstüne dikerler. Bu olaydan sonra felâketler birbiri ardınca gelir ve herkes ormanda ak maral avlamaya başlar. 


TİBET/KAYA RESMİ


Her Buğu kendi atasının mezarına bir ak maral boynuzu dikmek için ak maral avlar, sonraları da bu işin ticareti başlatılır. Bunun sonucunda ormandaki maral sayısı azalır ve bu yüzden Boynuzlu Maral ana insanlara küser ve son kalan yavrularını da alarak bir daha dönmemek üzere buraları terk eder. Geyik, daha çok millet ve kavimlerin türeyişleri ile ilgili efsane ve mitolojilerde elçi olarak doğru yolu gösterici, yani yeni yurtlara götürücü bir motif olarak görülmektedir. 

Cengiz Aytmatov’un eserlerinde işlediği bir diğer türeyiş efsanesi de Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek hikâyesinde anlatmış olduğu, Nivih’lerin soyunun bir denizkızından türediğine dair efsanedir. Yazar aynı hikâyeye bir yaratılış efsanesi ile başlamıştır. 

Hikâye küçük bir çocuğun (Krisk) fok balığı avcılığını öğrenmesi için babası Emrayin, amcası Mılgın ve Orhan Dede ile birlikte denize açılmaları ile başlar. Bir süre sonra deniz üzerinde bir sis tabakası oluşur ve günlerce bu sis kaybolmaz. Yollarını kaybetmişlerdir ve onlara yol gösteren aguguk kuşu (kutup baykuşu) bir türlü görünmemekte aynı zamanda içecek suları da tükenmek üzeredir. 

Bu nedenle çocuğun bir süre daha yaşaması için diğerleri, önce Orhan dede, sonra Mılgın amca ve son olarak çocuğun babası Emrayın birer birer kendilerini feda ederler. En sonunda çocuk kurtulur ve halk arasında onun etrafında bir efsane oluşturulur. 
Diğerleri de “Orhan rüzgârı”, “Emrayin yıldızı”, “Mılgın Akay” dalgaları olarak efsanede yerlerini alırlar. 

Cengiz Aytmatov eserlerinde ferdîn hürriyeti temasına oldukça fazla önem verir. Ali İhsan Kolcu, bunu, yazarın eserlerindeki temel güç, yani yazarın “etymon-spritüel” i olarak ifade eder. Hürriyet kavramı hep sembolik ifadelerle yansıtılır. Kolcu’ya göre, “Bu ya bir Beyaz Gemi’dir, ya gökte uçan bir çaylaktır, ya bir efsane, ya da bir çobanın söylediği memleket türküsüdür.”



Dr.Gülsine UZUN / pdf
Arş.Gör.Muğla Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 
Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü



YUNAN MİTOLOJİSİNİN İLERİ KISMINDA 
APHRODİTE İLK DİŞİ OLARAK DOĞAN TANRIÇADIR 
VE EROS ONUN OĞLUDUR. 
YANİ GAİA İLE APHRODİTE AYNI KİŞİDİR.



_____________TÜRK KÜLTÜRÜ________________




EZOTERİK BİLGİ KAYNAĞINDA YASAK MEYVE






Yasak meyve konusunun eski mitolojilerde, semavi dinlerde ve Türk mitolojik metinlerinde benzer şekilde varyantlaşması ilk ezoterik kaynağın mevcutluğu fikrini oluşturur. 

Nitekim bu konu birbirinden çok uzakta yerleşen kavimlerde benzeri şekilde ifade edilir. Yasak meyvenin yenilmesinde bir dönüşme semantiği söz konusudur. 

Ölümsüz hayattan → ölümlü hayata veya cennetten → dünyaya, kamillikten → nefse uymağa, yaratılmaktan → üremeye vs. Bu dönüşümün ölümle – hayat, kozmosla – kaos sınırı yasak meyvedir.

Sonuç olarak kozmik hafızada yasak meyve ilk bilgi, gerçeğe götüren bilim olarak değerlendirilir. Ancak zamanla kozmik bilginin unutulması sonucunda yasak meyve bilgi kaynağından asilik sembolüne dönüşmüş, yasak meyvenin insana sunulması dinlere göre Şeytana mal edilmiştir. Aslında başlangıçta yasak meyve Tanrının, insanın yemesi için gönderdiği ve insanlığın batını gözünü açmağa yönelik olmuştur. 

Bu bağlamda yasak meyve, bir kader sembolüdür ve yenilmesi zaruriydi. 

Nitekim yasak meyvenin yenilmesiyle yaratılmaktan → üremeye, statiklik simgesi olan ölümsüzlükten → yenilenmenin, değişmenin simgesi olan ölümlü hayata geçiş söz konusudur. 


Prof.Dr.Fuzuli BAYAT

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature 
and History of Turkish or Turkic ,Volume 3/5 Fall 2008 





HAVVA ile ADEM

Enki’nin hasta olan sekiz organından bir tanesi kaburgadır. 
Kaburga, Sumercede "Tİ" kelimesiyle bilinir ve her organ için bir tanrı yaratılmıştır. 

Kaburga hastalığı içinse bir tanrıça yaratılmış ve ismi de "NİN-Tİ" dir;  "Kaburgadan yaratılan Kadın". 

Lakin Sumerce’de "Tİ", aynı zamanda "Hayat Veren" anlamına da gelir. 

Yani "NİN-Tİ", "Kaburgadan yaratılan Kadın" dışında bir de "Hayat veren Kadın" anlamındadır. (S.N.KRAMER)




Havva , "Hayat veren Kadın" iken, erkek egemen toplumlarda bu kullanılmamış ve "Kaburga'dan yaratılan Kadın" olarak kitaplara girmiştir ve "Kaburga kemiğinden yaratılış" Tevrat'ta geçer, Kur'an'da değil !

Kur'an 'da da nefs diye geçer. Arapçada kelimelerin Erkek ve Dişili vardır ve NEFS DİŞİLDİR , Üretme Gücü olan. 

""Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan eşini var edip ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten..." denir. (Nisa Suresi :1)

İLK olanın DİŞİL olduğu gayet açıktır.

Ve Tevrat'taki anlayış İslamiyette yoktur ama varmış gibi öğretilir !



SB.


KADINLAR ve ERKEKLER









MİTOLOJİ ; TOPLUMLARIN KİMLİĞİNİ OLUŞTURAN BİR ALANDIR







"MİTOLOJİ ; TOPLUMLARIN KİMLİĞİNİ OLUŞTURAN BİR ALANDIR"
Prof.Dr.Yaşar ÇORUHLU


TÜRK MİTOLOJİSİ

Mitler, bilinmeyen bir zamanda ve yerde yaşanan, olağanüstü varlıklar ve olayların anlatımıdır. Gerçek ve bir o kadar da kutsal kabul edilir. Mitolojiler “zamansızlık” ve “mekansızlık” aleminden kopup gelmiştir. Temelinde gerçek olay ve kişiler olsa dahi, zaman içinde bu gerçeklik, mitlerin şiirsel ve sembolik anlatımına dahil olur.

Mitolojileri okuduğumuzda onların gizemli bir dille yazıldığını ve bizim anladığımızdan daha derin, bilinmeyen bir sır taşıdığını düşünürüz. İnsan genlerinin insanlığa ait tüm sırları ve bilgileri içermesi gibi, mitlerde, o toplum veya kültür, hatta tüm insanlığın sırlarını ve bilgilerini içinde barındırır. Öyle ki; bu gizemli bilgi, toplumun bilinçaltından, onlara ait arketipik kültür kodları dediğimiz simge ve semboller vasıtasıyla açığa çıkar. Bilinçaltından çıkan bu psikolojik temelli semboller, esasen tüm insanlığa ait bilgilerin toplamıdır.

Mitolojilerin etkisi tüm zamanlar için aynı güçtedir ve ait olduğu toplumdaki bireylerin en derin duygu merkezlerini harekete geçirir. Bilinçaltında şekillenen bu düşünceler, somut simgeler ve soyut düşünceler şeklinde açığa çıkar. Mitolojileri ve mitlerdeki simgeleri yaratanlar hiç de sıradan olmayan, yaratıcı kişiler ve sanatçılardır.

Şamanlar bu anlatıların, ritüellerin merkezinde olan, ezoterik bilgiye ve yaratıcı niteliğe sahip sözlü kültür taşıyıcılarıdır. Yarattıkları mitolojileri semboller, sözcükler, ritimler, renkler yoluyla sanatsal iletişim haline getirmişlerdir. Şamanlar tarafından üretilen bu mitolojiler, o topluma ait en önemli kültür mirasıdır. 

Ay doğar, büyür, ölür ve yeniden dirilir. Venüs gökyüzünden kaybolur, yer altına iner ve göklerin bu güzel ışığı, bir tanrıça olarak yeniden doğar. Venüs’ün ve Ay’ın gökyüzünden kaybolması “ölmeleri”, tekrar gökyüzünde görünmeleri, “dirilmeleri” olarak algılanmış ve bu göksel döngüler, “yeniden doğuş”, “yaradılış” ve “türeyiş” destanlarına ve birtakım ritüellere ilham kaynağı olmuştur. Sokrat’a göre sanat insanın ölümsüzlük ve yarına kalma isteğinden doğmuştur. Gerçektende mitolojilerin birçoğunda ölüm ve yeniden doğuş teması sıkça işlenir. 

Mitsel unsurların baş aktörü olan tanrı ve tanrıçaların sıfatları ile gezegenlerin fonksiyonelliği arasında bir örtüşme söz konusudur. Gezegenler ile tanrılar arasında ilişki kurulurken, burçlar ile yersel kahramanlar denkleştirilmiştir.

Jung’a göre; “anima”, (tanrıça) ve “animus”,( tanrı) arketiplerinin göksel karşılıkları, eril ve dişil nitelik verilen gezegenlerdir.

Mitolojilerin önemli bir bölümünün ay, güneş, gezegen ve burç döngüleriyle bağlantılı olduğu, Jung tarafından da ifade edilir. Jung mitolojik imgeleri arketipler olarak niteler ve bu mistik sembollerin bilinçaltında şekillendiklerini ileri sürerek, metafizik alandan yansıyan mitolojik imgeleri, bilimsel bir çerçeve içine alır ve yorumlar. Jung, arkaik insanın zihninde oluşan bu ilk imgeleri ilginç bir şekilde gezegenlerle ilişkilendirir. Jung’ın terimiyle biz insanlar, “Tanrıyı işaret eden” bu enerjiyi görünür kılmak için birtakım göksel ve gezegensel semboller kullanırız. Ona göre; gezegenlerle ilişkilendirilen tanrı ve tanrıçalar, kolektif bilinç dışından yansıyan simgelerle ifade edilir. 

Ay, güneş ve diğer gezegenlere tanrı ve tanrıça isimleri verilmiştir. Buna göre; “ilk imgeler” (arketipler) tanrı ve tanrıçaların gezegensel sembolleridir. Her bir gezegensel sembolün arkasında psiko-mitolojik ve astro- mitolojik bir sır gizlidir. Gezegensel karşılıkları olan bu ilk imgeler, bilinçaltında çeşitlenir ve biçimini yeniler. Makrokozmosdaki gezegenler ve onların döngülerinin, bilinçaltındaki imgelerin veya arketiplerin, mitolojik olarak biçimlenmesinde ve açığa çıkarılmasında önemli bir rol oynadığı ve ilham kaynağı olduğu düşünülebilir. 

Kadim kültürlere ait mitolojilerdeki tanrı ve tanrıça karakterlerinin göksel yani gezegensel karşılıkları pek çok mitoloji araştırmacısı tarafından ortaya konmuştur. 

Örneğin Yunan mitolojisinde, Kronos Satürn’ün, Zeus Jüpiter’in, Ares Mars’ın, Afrodit Venüs’ün, Hermes Merkür’ün yersel izdüşümleri ve tanrı ve tanrıça arketipleridir. Aynı şekilde Sümer mitlerinde adı geçen tanrı ve tanrıçalarında gezegensel sembolleri vardır. Ninurta-Satürn, Marduk-Jüpiter, Nergal-Mars, Şamaş-Güneş, İştar (inanna)-Venüs, Nebo-Merkür ve Sin-Ay ile sembolize edilir.

Bunların yanına Sami mitolojisini de ekleyebiliriz. Musevilik de Mikail Güneş, Cebrail Ay, Samael Mars, Raphael Merkür, Sachiel Jüpiter, Anael Venüs, Cassiel Satürn gezegeninin izdüşümüdür.

İbn Arabi’ye göre, İslam mistisizminde meleklerin gezegensel karşılıkları şöyledir: Güneş Rukyail, Ay Cebrail, Venüs Anyail, Merkür Mikail, Satürn Kesyafil, Jüpiter İsrafil, Mars Azrail.

Türk mitolojisinde başrol oynayan tanrı ve tanrıçaların sıfatları, işlevleri ve isimlerinin etimolojik anlamları, yukarıdaki gezegen ve gezegensel sıralamaya uygunluk göstermektedir. Buna göre; Satürn Kara-Han, Jüpiter Ülgen, Mars Kızagan Tanrı, Umay (ayızıt) Venüs, Merkür Mergen Tanrı’yı karşılamaktadır. [/ALIGN]



TÜRK MİTOLOJİSİ - NURAY BİLGİLİ YAKARYILMAZ.
Uzman Resim Öğretmeni
blog  /  blog:








TÜRK KÜLTÜRÜ






















17 Temmuz 2013 Çarşamba

SUMER HİTİT HIRİSTİYANLIK ve ST.GEORGE İLE EJDERHA





Malatya, Aslantepe'de kent duvarı kabartmasından çizim. Fırtına Tanrısı ejder İlluyanka'yı öldürüyor, arkasındaki oğludur. Geç - Hitit devrinde Geleneksel Stil. (M.Ö. 1050 - 850)



Hitit dini gibi mitolojisi de büyük ölçüde Hatti ve Hurri etkisinde kalmış, ayrıca Sumer Mezopotamya kaynaklarından esinlenmiştir. Gök Tanrısı Telipinu'nun İlluyanka Ejderi ile savaşı efsanesi Hatti kökenlidir. Buna karşılık Gök Krallığı ve Ulikummi destanları Hurrilerden gelmiştir.

Tanrı ile ejder İlluyanka'nın dövüşmesi, ilkbaharın başlangıcında kutlanan bir festivalde canlandırılırdı. Festival, kış aylarının durgunluğundan sonra dünyanın yeniden canlanışını kutlamaktadır. Dövüş ritüelinde ise, hayatın ölüm, iyiliğin de kötülük üzerindeki zaferi simgelenmiştir. İlluyanka mitosu bir anlatımda şöyledir: Ejder İlluyanka yaptığı savaşta Gök Tanrısını yener ve onun yüreği ile gözlerini alır. Gök Tanrısı ejderden öç almak için Arm adlı bir ölümlünün kızıyla evlenir ve ondan bir oğlu olur. Oğlu büyüyünce ejderin kızıyla evlenir ve babasının yüreği ve gözlerini geri alır. Gök Tanrısı eski gücüne kavuşunca ejderle savaşmaya gider; ancak orada oğlu da vardır. Oğlu babasına "beni de öldür" diye bağırır. Bunun üzerine Gök Tanrısı ejder İlluyanka ile birlikte oğlunu da öldürür. 

İlluyanka Efsanesi Hititlerden Yunan mitolojisine geçmiştir. Zeus ile Typhon arasında geçen savaşta, İlluyanka Efsanesinin ana ögeleri bulunmaktadır. Yunan anlatısında; Typhon, Tanrı Zeus'un yüreğini ve gözlerini değil, kollarının ve bacaklarının kas liflerini alır. Ejderin gözcülüğünü yapan kızını Aigipan adlı bir kadın oyalarken, Tanrı Hermes kas liflerini geri alır. Efsanenin Anadolu'dan geldiğini yer adları açığa vurmaktadır. Typhon'un oturduğu yer Mersin yakınlarındaki Korykos mağarasıdır. Adı geçen Casius dağı ise Antakya yakınlarındadır. (alıntıdır)


....

St.George ve ejderha ile benzerlik :




Aziz George ve Ejderha hikayesi aslında George'un zamanında bulunduğu Kapadokya bölgesinin Hristiyanlaşmasının hikayesidir. 

Efsaneye göre kırsal bölgedeki bir şehirde tehditkar bir ejderha mevcuttur. Şehrin insanları ejderhaya her gün koyunlar kurban ederek kendilerini ondan korumaktadırlar. Fakat koyunları tükenince sıra kura ile şehirdeki insanları ejderhaya kurban etmeye gelir. Kralın kızına sıra geldiğinde kral itiraz etse de halkın baskısı ile prenses kurban edilmek üzere ejderhaya sunulur. O sırada çevreden geçen George ejderha ile mücadele eder, prensesi kurtarır ve ejderhayı yakalayarak şehre getirir. Halka Hristiyanlığı kabul etmeleri durumunda ejderhayı öldüreceğini ve onları kurtaracağını söyler. Bunun üzerine bölge halkı Hristiyanlığı kabul eder.

Bu alegorik hikayede ejderha Şeytan'ı ve dinsizliği temsil eder; bu şekilde George ejderhayı öldürerek Şeytan'ı yenmiştir. Prenses ise Hristiyanlığı kabul eden bölgede insanlarını sembolize eder: "kurtarılmış"tır.

alıntı için tıklayın:







...


Zeus ile Typhon:




....



Kazakistan Göktürk Hanı'n mezarındaki Ejderha:










13.yy Türk Selçuklu Fresk








...

ve Sumer / Kur'un yıkılışı Ejderhanın öldürülmesi





Ejderha öldürme motifinin Mezopotamya mitleriyle sınırlı kalmadığı açıktır. Hemen her çağda her halkın kendi ejderha öyküleri olmuştur. Özellikle Yunanistan'da tanrıları ve kahramanları içeren bu öyküler sürüsüne bereketti. Herakles ve Perseus'un en çok tanınan ejderha öldürenler olmasına karşın , ejderha öldürmemil bir Yunan kahramanı yoktu. 

Hıristiyanlığın yükselişiyle bu kahramanlık göstergesi azizlere geçti. "Aziz George ve Ejderha" ve sayısız benzerleri bunun kanıtıdır.

Adlar farklıdır ve ayrıntılar öyküye, yere göre değişir. Ama en azından olayların bazılarında gözlenen, kökene ve asıl kaynağa gidiş benzerliğin çok ötesindedir.

Ve ejderha öldürme teması MÖ. üçüncü binyılda Sumer mitolojisinin önemli bir motifi olduğuna göre Yunan ve erken Hıristiyan ejderha öykülerinin dokunmasındaki ilmeklerin Sumer kaynaklarından geldiğini öne sürmek hiç de akıldışı değildir.




SÜMER MİTOLOJİSİ - SAMUEL NOAH KRAMER
sayfa 143

indirmek için iki adres:



...

MYTHS OF KUR

One of the most difficult groups of concepts to identify and interpret is that represented by the Sumerian word kur. That one of its primary meanings is "mountain" is attested by the fact that the sign used for it is actually a pictograph representing a mountain. From the meaning "mountain" developed that of "foreign land," since the mountainous countries bordering Sumer were a constant menace to its people. Kur also came to mean "land" in general; Sumer itself is described as kur-gal, "great land."

But in addition the Sumerian word kur represented a cosmic concept. Thus it seems to be identical to a certain extent with the Sumerian ki-gal, "great below." Like ki-gal, therefore, it has the meaning "nether world"; indeed in such poems as "Inanna's Descent to the Nether World" and "Gilgamesh, Enkidu, and the Nether World," the word regularly used for "nether world" is kur. Kur thus cosmically conceived is the empty space between the earth's crust and the primeval sea. Moreover, it is not improbable that the monstrous creature that lived at the bottom of the "great below" immediately over the primeval waters is also called Kur; if so, this monster Kur would correspond to a certain extent to the Babylonian Tiamat. In three of four "Myths of Kur," it is one or the other of these cosmic aspects of the word kur which is involved.

THE DESTRUCTION OF KUR: THE SLAYING OF THE DRAGON

It is now more than half a century since the Babylonian "Epic of Creation," which centers largely about the slaying of the goddess Tiamat and her host of dragons, has been available to scholar and layman. Inscribed in Accadian, a Semitic language, on tablets dating from the first millennium B. C.--tablets that are therefore later by more than a millennium than our Sumerian literary inscriptions--it is quoted and cited in the major works concerned with mythology and religion as an example of Semitic myth-making. But even a surface examination of its contents clearly reveals Sumerian origin and influence. The very names of its protagonists are in large part Sumerian. What prevented scholars from making any effective comparisons, is the fact that so little was known of any original Sumerian tales involving the slaying of a dragon. It is therefore deeply gratifying to be in a position to present the contents of what are probably three distinct Sumerian versions of the dragon-slaying myth. Two of these are almost entirely unknown; their contents have been reconstructed and deciphered by me in the course of the past several years. The third has been known to a certain extent for a number of decades, but the new material in Istanbul and Philadelphia adds considerably to its contents and clarity.

Obviously enough the dragon-slaying motif is not confined to the myths of Mesopotamia. Almost all peoples and all ages have had their dragon stories. In Greece, especially, these tales, involving both gods and heroes, were legion. There was hardly a Greek hero who did not slay his dragon, although Heracles and Perseus are perhaps the best known dragon-killers. With the rise of Christianity, the heroic feat was transferred to the saints; witness the story of "St. George and the Dragon" and its numerous and ubiquitous parallels. The names are different and the details vary from story to story and from place to place. But that at least some of the incidents go back to a more original and central source, is more than likely. And since the dragon-slaying theme was an important motif in the Sumerian mythology of the third millennium B. C., it is not unreasonable to assume that many a thread in the texture of the Greek and early Christian dragon tales winds back to Sumerian sources.



read more:



***



Heykeltraşların Kenti : PERGE






Türkiye'nin klasik arkeoloji alanında en köklü kazıları olan Perge kazıları 65 yılı geride bıraktı. Heykelleriyle dünya çapında ünlü olan Perge'yi kazı başkanı Prof.Dr. Halık Abbasoğlu ile konuştuk.


dergi: Perge kazıları ne zaman başladı ?

* Hocamız Ord.Prof.Dr.Arif Müfid Mansel, Perge'ye ilk kez 1943 yılında gider. Türk Tarih Kurumu'na bir rapor yazar ve Perge'de çalışma yapılması gerektiğini belirtir.

Türk Tarih Kurumu da bunu kabul eder. Prof.Mansel Perge'de ilk kazmayı 1946 yılında vurdu ve bu bölgede çok önemli çalışmalara imza attı.

Türk üniversiteleri içinde ilk arkeoloji araştırma merkezi olarak 1954 yılında Antalya Bölgesi Arkeoloji Araştırmaları İstasyonu kuruldu. O zamanlar adı istasyondu.

Sonradan, bu araştırma istasyonu Antalya Bölgesi Arkeoloji Araşatırmaları Merkezi adını alarak bir enstitü gibi çalıştı. 1975 yılında hocamız vefat etti.

Bunun üzerine Prof.Dr.Jale İnan başkanlığı devraldı ve 1987'ye kadar bu görevi sürdürdü. 1988'den itibaren kazı başkanlığı görevini ben yürütüyorum. Bu kazının 3.başkanı olarak Perge'de çalışmaktan büyük onur duyuyorum.

2011'de 51.kazı sezonu gerçekleştirildi. Bu, Türkiye'de bir üniversitenin klasik arkeoloji alanında yaptığı en uzun soluklu Türk kazısıdır. "65 yılda 50 kazı sezonu" konusuyla iki sempozyum ve sergi düzenledik. Büyük bir ilgi gördü ve davet üzerine ABD'ye götürüp 5 kentte açtık.



dergi: Perge Kazılarının önemi nedir?

* Tarihçilerin bildirdiklerine göre Yunanistan2ın çeşitli kentlerinden gelen Troya Savaşı'nın galip komutanları, buraya yerleşir. Bu nedenle buraya "Tüm Kabileler Ülkesi" anlamına gelen Pamphylia adı verilir.

Bu bölgede bağımsız şehir devletleri kurulur. Bunlardan birisi Perge, diğerleri Side, Sillyın ve Aspendos'tur.

Kısa süre öncesine kadar Perge'nin MÖ.1200'lerde kurulduğu kabul ediliyordu. Çünkü Helenistik Dönem'de burada bir kentleşme olduğunu biliyoruz ve buna birinci parlak dönem diyoruz. İkinci parlak dönem MS.1.-2. yüzyıllarda yaşanan Roma Dönemi.

Roma İmparatorluk Döneminde artık Akdeniz bir Roma gölü haline geliyor, hiç savaş olmuyor ve bayındırlık faaliyetleri artıyor. Perge ve Pergeliler zenginleşiyor ve kentte çok görkemli yapılar inşa ediyorlar. MS.3.yüzyılda tekrar bir parlak dönem yaşıyorlar.

Benim kazı başkanı oalrak görev yapmaya başladığım yıllarda çok önemli bir belge elde edildi. Anadolu'nun ortasında Hititler'in başkenti Boğazköy (Hattuşaş)'de bronz bir tablet bulundu.

Bu bronz tablet, kabaca Konya bölgesi ve civarını kapsayan Tarhuntassa Ülkesi Kralı Kurunta ile Hitit Kralı 4. Tuthaliya arasında yapılan bir sınır anlaşmasını belgelemektedir.

Buna göre Tarhuntassa Ülkesi'nin batı sınır, Kastaraya nehri üzerindeki Parha kentidir.

Dil bilimciler Kastaraya'yı antik Kestros, bugünkü Aksu; Parha'yı da Perge olarak açıkladılar. Bu belge MÖ.14.yüzyıla tarihlenmektedir. Kentin kuruluşuyla ilgili bizim bilgilerimiz ise MÖ.12 yüzyıla dayanıyordu.

Böylece MÖ.12yy dan iki yüzyıl önce bu bölgede Parha diye bir kentin varlığı söz konusuydu. Biz bunu araştırdık ve ummadığımız kadar önemli bir sonuca ulaştık.

Ulaştığımız sonuçlar MÖ.4225'e kadar gitti.

Perge Akropolisi'nde Kalkolitik Çağ, Tunç Çağı ve Demir Çağı'na ait yerleşimin var olduğunu kanıtladı. Dolayısıyla Perge'nin önemi şu :

Antalya (Pamphylia) düzlüğünde yerleşimin MÖ.5 bin yıl sonunda da olduğunu keşfettik. Troya Savaşı'nın galip komutanları buraya gelmeden önce, burada yaşayanlar vardı. 

Zaten Perge'nin , Side'nin ve Aspendos'un adı Eski Yunanca Değil !

Bölgede daha önce yaşamış yerli halkın dilinde isimler bunlar. Böylece bu arkeolojik olarak da kanıtlanmış oldu.

Perge'nin ikinci önemi , buranın bir heykeltıraş atölyesi olmasıdır. Bugünkü Antalya Müzesi'ne giderseniz eserlerin çoğunluğunun Perge buluntusu olduğunu görürsünüz. 

Bu heykel ve lahitler nitelikli işçiliğiyle dünya çapında üne sahiptir. Lahitlerin bir kısmı Atina, bir kısmı Afyon, bir kısmı da Marmara Adası mermerinden yapılmıştır. Bunun yanında yerel kireç taşından yapılan lahitler de var. Bu husus, o dönemde bir ticaretin varlığını göstermektedir. Bu ticaret, Aksu Nehri'ndeki kentin nehir limanı vasıtasıyla gerçekleşiyordu.


dergi : Perge buluntuları arasında ilk aklınıza gelen eser hangisi?

* Kent, olağanüstü mimariyle donatılmış, gelişmiş bir şehircilik örneği göstermektedir. Kentin surları dışında 9 bin kişilik tiyatro ve stadyonu var. Tiyatronun shne binası 3 tane frizle süslenmiştir.

En alttaki frizde Dionysos'un doğumu ve yaşamı anlatılamaktadır. Diğer iki frizde Gigantlar'la ve Kentauroslar'la mücadele sahneleri yer alır. Bunlardan Dionysos frizi yerinde ve hala orjinal şekilde korunmaktadır. 

Kentin iki tane hamamı, bir tane pazar yeri (macellum) mevcut. Kenti kuzey-güney ve doğu-batı doğrultusunda kateden iki anıtsal sütunlu bir caddesi var. Dört tane anıtsal çeşmesi mevcut. Bu anıtsal çeşmeler imparatorların adına inşa edilmiş. Bir tanesi İmparator Hadrianus, diğer ikisi Septimius Severus adına yaptırılmış.

Bunların dışında Perge'nin en önemli özelliklerinden bir diğeri de MS.2.yy başında kentin idarecisinin kadın olması. Adı Plancia Magna.

Bu kadın, hem kentin idarecisi hem de Tanrıça Artemis'in baş rahibesi , aynı zamanda imparator kültü baş rahibesi. Biliyorsunuz; Anadolu'da kadın çok önemlidir. Esasında Anadolu anaerkil bir toplumdur. Neolitik Dönem'den beri iri göğüslü ve iri kalçalı ana tanrıça heykelleri, doğurganlığı ve bereketi simgeler. Sonra bu Kybele'ye dönüşmüştür. Perge'de MS.2.yy başında bir kadın yönetici olması Anadolu için çok önemlidir.






dergi : Bu yıl ne tür çalışmalar yaptınız ?

* Bu yıl onarıma ve korumaya yönelik çalışmallar yaptık. Sütunlu caddenin batıya doğru uzanan tarafından kazılar devam ediyor. Kültür Bilinci Geliştirme Vakfı'yla beraber "Bir Sütun da Sen Dik" kampanyası başlattık. 2500 TL bağışlayan kişi adına bir sütunu ayağa kaldırıyoruz ve altına da "Bu sütun şu kişinin katkılarıyla ayağa kaldırılmıştır" yazan bir plaket koyuyoruz. Bu adet antik çağda da vardı. Kentin zenginleri , ileri gelenleri kente bağışta bulunur, kent de onun ismini yazıtlı mermer kaideler üzerinde yükselen heykellerle ölümsüzleştirirdi. Bugüne kadar yaklaşık 90 sütunu bu şekilde devletten hiç yardım almadan, bağışlarla ayağa kaldırdık.

Örneğin geçen yıl bir kişi evlilik hediyesi olarak eşine bir sütun hediye etti.



Kazı Başkanı Prof.Dr.Haluk Abbasoğlu ile söyleşi 
Murat Kale'nin yazısı
İstanbul Üniversitesi Bilim,Kültür ve Sanat Dergisi



....



KİTAP:


Kentin Kızı Plankia Magna - Dr.İsmail Kaygusuz
Alev Yayınları


Kentin Kızı Plankia Magna günümüzde Londra’da yaşayan, tiyatro oyunlarından tutun da araştırma kitaplarına kadar bir çok eseri bulunan, Yazıt bilim doktora ünvanına sahip İsmail Kaygusuz’un Grekçe ve Latince yazıtların çözümlenmesi aracılığıyla imparatorluk olayları ve kentsel tarihi gerçeklere sadık kalarak kaleme aldığı romanıdır.

Anlayacağınız bu kitap bir roman olabilir; ama, kurgu değil tarihsel gerçekliliklerdir. Romanda okuyacağınız, Perge’de (Antalya) kent yöneticisi olan Plankia Magna 2. yüzyıl’da yaşamış gerçek bir karakterdir. O dönemde Anadolu insanının günlük yaşamını, inançlarını, sanat ve felsefesini, siyaset ve ahlak anlayışını yazıtlardan alınan bilgilerle okuyucuya aktaran bu roman Perge’yi, o dönemin Anadolu insanını ve yaşam biçimini anlatan emsalsiz bir eser.

Zira Kaygusuz Perge klasik arkeoloji kazılarında yedi yıl görev yapmış ( 1977-1985 yılları arasında Perge kazılarına epigraf olarak katılmış) ve bu romanı aslında bir roman değil arkeoloji kazısı esnasında hazırladığı; ama, kazı başkanı Profesör’ün yayınlamasına izin vermediği kapsamlı bir inceleme. Bundan yıllar sonra yazar bu incelemenin romanlaştırılarak okuyucuya ulaştırılabileceğini düşünerek Plankia Magna’yı yayınlamış. Kitabın sonunda araştırmayı da eklenmiş. Böylece tarihsel gerçekliliği de rahatça görebiliyorsunuz. Gerçek Perge’yi, o dönemin Anadolu kentini, insanını tanımak isteyenlere Perge fotoğralarıyla. (alıntıdır)


İsmail Kaygusuz'dan başka bir hikaye için tıklayın:




İyi okumalar,
SB.
.....




23 Haziran 2013 Pazar

ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS ve BAŞKALDIRI KAVRAMI






İnsanın Prometheus tarafından, maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle ‘yapıldığı’ mitosu, geç bir dönemde, İ.Ö. 4. yüzyılda ortaya çıkar. Bu mitosa göre Prometheus, suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler. 

Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir. (68)

Prometheus’a, insanların dostu olarak başlangıçtan beri rastlıyoruz. Hesiodos şöyle bir olay anlatır: 

Tanrılarla ölümlü insanlar Mekone’de toplanmışlar, kesilen her kurbanda tanrılara ait payı saptıyorlarmış. Kurnaz Prometheus, koca öküzü keserek ikiye bölmüş, bir yana etini koymuş, üstünü iskembeyle örtmüş; bir yana kemikleri koymuş, üstünü parlak yağla örtmüş. Zeus kötü tarafı seçerse, aslan payı onların olacaktır; tersi olursa, üstünlük yine tanrıda kalacaktır. Prometheus, Zeus’a iki parçadan birini seçmesini söylemiş. Zeus yağla kaplı olan parçayı seçmis. 

Aldatılıp, kemik yığını seçtiğinin farkına varınca da öfkelenmiş, insanları cezalandırmak için ateşi ellerinden almış. Prometheus bunun da bir çaresini bulmuş hemen. Olympos’a çıkmış, bir kamışın içine bir kıvılcım saklayarak, yeryüzüne insanlara getirmiş. İnsanları tekrardan ateşe kavuşmuş görünce Zeus’un öfkesi daha bir artmış. Hem insanları, hem de tanrılar babasına karşı gelen Prometheus’u cezalandırmak ve onu kendi isteğine boyun eğdirtmek için yeni çareler düşünmüş.Tanrılar kralının onu cezanlandırışı müthiş olmuştur. Onu zincirle kayalara bağlatarak karaciğerini kartallara yedirtir. Kartal yedikçe, karaciğer yeniden büyümektedir. (69)

Bu konuda Hesiodos’ta olmayan ayrıntıları Aiskhylos’tan öğreniyoruz.

Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca Prometheus biliyordu. Zeusun birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk, babasınının krallığına son verecekti. Zeus bu kadının kim olduğunu ögrenip, onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için, zincire vurdurduğu Prometheus’u salıvermek zorunda kaldı, zincirlerini çözdü. Kahramanın ciğerini kemiren kartalı öldürsün diye Herakles’i yolladı. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus, gizi açıkladı; Zeus, Nereus Kızı Thetis’e gönül vermişti.

Ne var ki, Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktı. Zeus, Thetis’le birleştiği taktirde, krallığı son bulacaktı.(70)

Prometheus, Titanlar soyundandır. Hesiodos’a göre Iapetos’la Okeanos kızı Klymene’nin oğludur.(71) Mitosa göre Titan karı koca Iapetos’la Klymene’nin dört oğlu olmuştur: Atlas, Menoitios, Prometheus, Epimetheus. Bu çocukların dördü de akıl gücü bakımından tanrılara üstündürler ve tanrılara kafa tutmaktadırlar. Bu yüzdendir ki Tanrılar Tanrısı Zeus onlara karşı özel bir kin duymaktadır.

Çocuklardan ilk ikisi Atlas’la Menoitios, Tanrılarla Titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gökkubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Daha sonra da Prometheus’u,karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır. ( 72)

Zeus’un Iapetsogullarına olan özel hıncın asıl nedenini onlara verilen sıfatlardan anlıyoruz: bu Titanların dördü de kafa gücünden pay almışlardır, akıldan yana üstündürler ve bu üstünlükleriyle övünüp Zeus’a karşı gelmeye yeltenirler. 

Akıl gücüyse Zeus’un tekelindedir, o dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde dinmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur: sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatmak, kuşkulandırmak, küçük düşürmek için kullanır.

Adı ‘’önceden gören’’ anlamına gelen Prometheus bir kahindir ve Gaia Kronos’a nasıl devrilebileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahtından düşeceğini bilir. 

Aiskhylos’a göre Prometheus, Klymene’nin değil, başka bir adı Themis (Adalet) olan Gaia’nın oğludur. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun altında tutar. Prometheus başlangıçtan beri insanlardan yana olmuştur, onlara dayanarak Titanların öcünü almak ve Olymposluların egemenliği yerine insanların egemenliğini getirmek emelindedir.

Yeni bir devrimin hazırlayıcısıdır. Zeus’u aldatmakla onu insanlara karşı kışkırtır., Kurduğu bu düzen tanrılar için küçük düşürücüdür. Zeus bile bile aldanır, ama oldu bittiyi önleyemez. Bu onur yarasından öç almak içindir ki ateşi vermez olur insanlara. Prometheus da tanrıyı bir daha aldatır ve ateşi alıp götürür, insanlara verir. (73)

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanlar yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı ) vermekle bu düzeni değistirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus tarafından zincire vurulmuş ve Zincire Vurulmuş Prometheus adıyla anılmıştır (74). Tanrılarca görevlendirilen bir kartal, sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirmektedir. Onu, Kafkas Dagı'nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden bir insan, bir ölümlü olan Herakles kurtarır. Prometheus “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur . (75)

Zincire Vurulmuş Prometheus başlığıyla Türkçeye çevrilmiş olan tragedyanın Yunanca adı "Prometheus Desmotes", yani “Bağlanmış Prometheus” dur. Aiskhylos, Prometheus konusunu üç tragedyada işlemiştir. Zincire Vurulmuş Prometheus bu üçlünün birinci ve elimize geçen tek oyunudur. Öbür ikisi yitirilmiş, yalnız adları kalmıştır: birinin Kurtulmuş Prometheus, öbürünün Ateş taşıyan Prometheus olduğu bir oyun listesinde yazılıdır. Prometheus’un hangi yıl oynandığı bilinmiyor. Tragedyanın biçimini ve dilini inceleyen bilginler onun Persler’den sonra ve Oresteia üçlüğünden önce yani İ.Ö. 472 ile 458 yılları arasında yazıldığını ileri sürmektedirler.

Prometheus’un asıl konusu insan, oynanan dram da insanlığın dramıdır. İnsan dostu, Tanrı düşmanı Prometheus, Aiskhylos’dan bu yana, en çok da bizim çağımızda bu özelliği ile insanlığı temsil eden bir kahraman olarak benimsenmiştir (76)

Oyun tanrılar arasında geçmesine rağmen asıl anlamı insanlarla ilintilidir. Prometheus, bir düzene karşı bilinçli olarak baş kaldıran insanın temsilcisidir. ( 77)

Prometheus bir efsane kişisidir. Gerçi Homeros destanlarında adı geçmez, ama Hesiodos’un iki büyük şiiri Theogonia ile İşler ve Günler’de çok sözü edilir. Ne var ki, Prometheus, insan dostu olarak ilk kez Aiskhylos’un tragedyasında karşımıza çıkmaktadır (78).

Prometheus, bir başkaldırı öyküsü üzerine kurulmuştur. Prometheus, Olympos tanrılar düzeninin kurulması için Zeus ile işbirliği yapmış ve kendi soyundan olan Titanlara baş kaldırmış olan ileri görüşlü bir tanrıdır. Daha sonra Zeus’un yönetim biçimine de karşı çıkmış, onun zorbalığına ket vurmak için tanrıların ayrıcalığı olan ateşi çalarak insanlara iletmiştir. Zeus bu davranışı cezalandırır. Oyun başladığında Prometheus’un Zeus’un buyruğu uyarınca dağlar üzerindeki bir kayaya zincirlendiğini görürüz (79).

Prometheus uğratıldığı bu aşagılayıcı ceza yüzünden Zeus’a karşı korkunç bir kin beslemektedir. Zeus’un egemenliğini sona erdirecek olan olayı bildiği halde bu gizi açıklamamakta direnir. Zeus istediği bilgiyi koparamayınca Prometheus’u daha büyük cezalara çarptırır, daha dayanılmaz acılara uğratır.(80) Ama hiç bir işkence tehdidi onun kararını değiştiremez. Bu cezası onu caydırmak için yeterli değildir ve bu yüzden Tartarus’da zindana atılır. Trajik üçlemenin ilk oyunu olan Zincire Vurulmuş Prometheus oyunu bu şekilde son bulur (81).

Titanları yenerek yönetimi ele geçiren Zeus, daha sonra bir düzen kurmaya girişmiştir. Bu düzende kendisine krallık tahtını ayırmış, diğer tanrılara da şeref payları, egemenlik alanları dağıtmıştır. Ne var ki bütün tanrılar paylarına düşen alanı yönetirken Zeus’un buyruklarını isteyerek ya da istemeyerek yerine getirmektedirler. 

Buna tek başkaldıran Prometheus olmuştur. Kavga, Zeus ile Prometheus arasındadır ve bir özgürlük-kölelik kavgasıdır. (82)

Zincire Vurulmuş Prometheus, yalnızca bir tragedyayı değil, tüm üçlemeyi işgal eden kahraman bir figür üzerine odaklanmıştur. Prometheus’un acısı ve faciası onun doğası ve kendi hareketlerinden kaynaklanmaktadır. Der ki; “bilerek, evet tamamen kendi arzumla günah işledim, inkar etmeyeceğim: insanoğluna yardım ederek kendi sonumu hazırladım”. Bu yüzden bu tragedya diğerleri arasında farklı bir yere sahiptir.

Prometheus’un tragedyası , aslında tüm ruhsal katılımcıların çektiği acıdır. Kahraman, Aiskhylos’un hayalgücü tarafindan yaratılmıştır. 

Hesiodos, Prometheus’u Zeus tarafından cennetten ateş çaldığı için cezalandıran kötü biri olarak biliyordu. Fakat Aiskhylos, büyük bir hayal gücüyle tam bir insanlık sembolü yaratmıştır. Aiskhylos’a göre ateşin ilahi gücü uygarlığın sembolüydü. Dünyayı keşfeden, güçlerini organize ederek onu arzusunun kölesi haline getiren, onun hazinelerini ortaya çıkaran Prometheus dünyayı uygarlaştıran bir dahiydi. (83)

Prometheus’da Yunan tragedyasının tüm mitolojik figürlerinin sanki gerçekten yaşamışlar gibi bireyselleştirildikleri görülür. Tüm çağların insanları Prometheus’u insanoğlunun bir temsilcisi saymışlar, onunla birlikte bir kayaya zincirlenmişler ve onun güçsüz ama baskın nefret çığlığına katılmışlardır. Aiskhylos onu başta daha insani bir figür olarak tasarlamış olabilir, fakat onun karakterinin özünde, ateşi keşfetmesi her zaman psikolojik bir öge, binlerce yıl boyunca ulaşılamamış zengin bir insanlık ideali vardır. Bu yüzden, şairler ve filozoflar asırlar boyunca Zincire Vurulmuş Prometheus’u diğer Yunan dramalarından daha fazla sevmişlerdir. (84)

Bu tragedyada acı çekmek insan ırkının bir zorunluluğudur. İlk kez insanoglunun “zavallı ve kısa” varoluşuna ateşi getiren Prometheus’tur. İnsanlığın acınacak durumu bize gösterilir. Zeus ateşi sakladığı gibi, yaşamın anlamını da insanlardan saklamıştır. Sayısız kötülüğü serbest bırakmıştır; her yer bu kötülüklerle doludur ve onlardan kaçış yoktur. Hayat zordur ve her zaman ölümün gölgesi altındadır. Aslında hepsinden daha tehlikelisi Zeus, zaman zaman mutsuz bir canavar gibi insanlığı toptan yok etme planları yaparak eğlenmektedir. Troya Savaşı’nı çıkardığında düşündüğü de işte budur .(85)

Ateş, uygarlığın temelini simgeler .(86) Prometheus mitosunun tasarımı, salt insanlığın yükselmekte olan özüne kattığı, verimli bir değ erdir. Çünkü insan bağımsız olarak ateş beklemiş, onu göğün bir göndermesi olarak değil, tutuşturan yıldırımdan ya da ısıtan Güneş’ten almıştır. Böylece ilk felsefe sorunu, kişiyle Tanrı arasına üzücü, giderilmez bir karşıtlık koymuştur. İnsanlık bölüşebileceği en iyi ve en üstün nesneyi kan dökmekle kazanıyor, sonra da onun sonuçlarını alma gereğini duyuyordu. Acıların ve yıkımların tüm dalgalanışıyla, yüce insan soyuna ulaşmaya çabalıyordu. (87)

Prometheus’un armağanı olan akıl, insanı özgürleştirmişti. Çünkü onun doğanın yasalarını anlamasını ve böylece kontrol altına almasını olanaklı kılmıştı (88).

Öte yandan Olympos Tanrıları’nın varlığında Antik Yunan insanının, bütün kuşkulu değişimleri ortadan kalkmıştır. Antik Yunan sanatçısı, özellikle, bu tanrısal varlıklardan ötürü, değişen bağımlılığının karanlık duygusunu sezmişti. Aiskhylos’un Prometheus’unda bu duygu simgeleşmiştir. Titan sanatçısı, kendini, insanları yaratma, Olympos tanrılarını yok etme gibi başkaldırıcı inançlar içinde bulmuştu. Bu durum onun, üstün bilgeliği yüzünden, sonu gelmez acıları çekmeye itilmesinden doğmuştur. Sonu gelmez acı ile baskı altına alınarak ödenen şey, üstün usun görkemli gücüdür. Aiskhylos’da, şiirin içeriğini ve özünü kuran; sanatçının kati büyüklenmesidir .(89)

Prometheus insana en değerli varlığı olan aklını kullanmasını öğretmekten başka bir şey yapmamıştı. Aiskhylos da bu gerçeği Prometheus’a usta bir incelikle söyletmektedir. Artık insan çocukluk evresini atlatmıştır. Düşüncelerini geliştire geliştire olgunluk çağının bilincine varmaktadır. Böylece artık us çağını yakalaması çok yakındır . (90)

Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili mitolojideki eski temayı büyük bir ustalık ve coşkuyla yeniden kurgulayıp işler. Bu temaya yeni boyutlar kazandırır ve ona bambaşka simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus, insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır. Ateşe sahip olmak demek simgesel olarak sanatları yaratmak, uygarlığı bütün alanlarda kurup ortaya koymak demektir. Çünkü ateş en kolay şekilde uygarlığın önünü açan bir nesnedir; ve insanoğlunun öteki alanlarda gerçekleştireceği kazanımların ön simgesidir; o tohum ve topraktır, uygarlığın sonsuz yoludur. Prometheus, çaldığı ateşin insanlara ulaşmasından sonra, teknikleri keşfedip doğanın sert, acımasız yasalarını yenen insanlığın, yaratıcı dehasının bir simgesi olmuştur . (91)

Aiskhylos, Prometheus’un günahını sadece tanrıların sahip olduklarına karşı yapılmış bir savunma olarak göstermeyi değil; onun ateşi getirmek yoluyla insanoğlu için yaptıklarıyla alakalı bir tür trajik kusurluluk olarak göstermeyi planlamıştır. Her çagda, bilginin ve sanatın zaferini hayal eden, aydınlanmış ruhlar ortaya çıkmıştır. Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus’da kahraman insanoğlunu karanlıktan ilerleme ve uygarlığın ışığına çıkarmakla övünür ve koro da onu tam olarak onaylamasa da, utangaç bir şekilde onun bir tanrı gibi kullandığı yaratıcı dehasına olan hayranlığını ifade eder. ( 92)

Hesiodos’un epiklerinden Aiskhylos’un çalışmasına kadar bütün eski Yunan hikayelerinde, Prometheus efsanesinin merkezi olan Prometheus, dünyadaki birçok eski kültürle paralellik kurulabilecek kadar basit ve ilksel bir figürdür; Prometheus hile ile tanrılardan ateşi çalar ve bu büyük hediyeyi insanlara verir. Zincire Vurulmuş Prometheus’da hırsızlık ona karşı Zeus ve diğer tanrılar tarafından yöneltilen ilk suçlamadır. Diğer suçlardan sadece birisidir ve anlamı bir maddenin hırsızlığından çok daha fazlasıdır; insanlığa yapılan büyük bir faydanın ilk adımıdır. 

Ates yani Prometheus’un hediyesi, onun ölümlülerin entellektüel ve teknolojik icatları üzerine olan görüşlerinin sembolüdür .(93)

Prometheus “İnsanoğlu hayaletler gibi kasvetli bir karmaşa içinde yaşıyordu” der. Ta ki o insanlara mimariyi,astronimiyi, matematiği, alfabeyi, hayvanları evcilleştirmeyi, gemi yapımını, rüyalarda geleceği okumayı, kehanetleri ve metalurjiyi öğretene kadar. (94)

Prometheus sayesinde insanoğlu, yeraltı magaralarından günyüzüne çıkar. Ağaçtan, taştan ve güneşe bakan evler yapar. Yıldızların doğuşları, batışlarıyla ilgili bilimleri keşfeder. Sayıların bilimini keşfeder. Bütün insan düşüncelerini toparlayan bir bellek görevini gören ve aynı zamanda bilimsel araştırmalarda kullanılacak olan yazıyı icat eder. Öküzü sabana koşar; atı evcilleştirip eğitir, metalleri işler. İnsan yaşamını güvenlik altına alan ve onu uzatan tıp bilimini kurar  (95)

Onun ateşi çaldığını duyunca gösterdiği cüretten şaşkına dönen Okeanos Kızları günah işlediğini haykırırlar, ama böyle bile olsa, bu insanlığı yok olmaktan kurtaran bir günahtır. (96)

Prometheus kendisini kardeşi olan Titanlardan ayırmış ve onların yaşamlarının umutsuzluğunu fark etmiştir. Çünkü onlar sadece vahşi gücün önemini bilirler ve yalnızca bilimin dünyayı yönettiğini hiçbir zaman anlayamazlar. İşte bu şekilde Prometheus Titanlar üzerinde hakimiyet sürecek yeni Olympialı düzenin büyük gücünü tasarlar. (97) 

Titanlar seviyesine yükselen insan, kültürünü kendisi elde eder ve tanrıları onunla işbirliği yapmaya zorlar. Çünkü kendisine yeterli olan zekası ile elinde onların varoluş ve kısıtlamalarını tutar. Bu Aiskhylos’un adalet arzusudur ve onun dünyaya bakış açısının temel pozisyonunu ortaya koyar. Tanrıları düşünürken, Yunanlı sanatçılarda karşılıklı bağımlılık konusunda bulanık bir duygu vardır ki Aiskhylos’un Prometheus’unda bu duygu sembolleşir. Titan sanatçısı insan yaratma ve tanrıları yok etme cesaretinin gücünü kendinde keşfeder. Bunu, emin olduğu üstün zekası ile yapabilir. Bunun kefaretini ebedi acıyla ödeyecektir. Büyük zekanın muhteşem “yapabilirim” gücü ile ebedi acı, sanatçının vazgeçemediği gururu pahasına elde edilir ki Aiskhylos şiirinin özü ve ruhu budur . (98)

Böylece ilk felsefi problem, insan ve tanrı arasındaki acılı ve uzlaşmaz bir düşmanlık olmuştur ve bu her kültürün kapısına bir kaya kütlesi gibi yerleşmiştir. 

İnsanlar en yüksek ve iyiyi suç yoluyla elde edebileceklerse sonuçlarına katlanmalıdırlar. Küstah Titan Prometheus, eğer Zeus onunla hemen anlaşmaya varmazsa egemenliğinin tehlikeye gireceğini kendisine söyler. Aiskhylos’da ürkmüş, sonundan korkmuş olan ve Titanla işbirliği yapan Zeus’u görürüz. Böylece ilk Titanlar Çağı, bir kez daha Tartarus’dan ele geçirilerek gün ışığına çıkartılır . (99)

Aiskhylos’un Prometheus’unun çektiği acılar, cennetten yoksunluğa ve ölüme atılmış fakat yeniden yukarı çıkmaya çalışan insanın kendisinin acıları olarak görülür .(100)

Aiskhylos, en yüce bilgiye yalnızca acı çekilerek ulaşılabileceğini söylerken aslında, kendi dini inancına yönelik bir ifade ortaya koymaktadır. Aiskhylos’un tüm işleri acı çekmenin ve bilginin yüce ruhsal birliği üzerinde odaklanmıştır. Onun hayatında bir şiir olarak gelişen düşüncenin izini sürmek kolaydır: Zincire Vurulmuş Prometheus’dan Persler’e kadar, derin tutkunun ve düşüncesizliğin sergilendiği Yalvaran Kızlar’dan, Oresteia’ya ve Agamemnon’daki kutsal duacı koroya kadar hepsi şairin kadere olan inancının soylu ifadesini bize sunar. Aiskhylos’un, hayatı boyunca şüphe ve korkuya karşı güçlendirmeye çalıştığı acının kutsanması esnasında yavaş yavaş yolunu çizen talihin, insan ruhunu yenileme ve kilavuzluk etme adına muazzam bir gücü vardır.. Doğası yalnızca onun yaptıkları tecrübe edilerek anlaşılabilen Tanrının, ölümlüler için yasalar koyarak onlar için bilgiye giden yolu hazırlayan Tanrının kuralı şudur: “Acı çekerek öğren.” 

Aiskhylos şüpheden kurtulmaya çalışırken yalnızca bu trajik bilgide huzur bulmuştur. Ve bunu yapmada kolayca saf bir sembole dönüşebilen mitosdan yardım almıştır. Tüm saldırılara rağmen düzen, kaosa karşı kendini tekrar oluşturmaktadır. Bu, acı çekmenin anlamıdır. (101)

Bireysel bir ruh tarafından hissedilen her nese veya acı evren boyunca titreşimler yaratır ve böylece hayatin tümü acı çeker. Bu düşünce belki de en erken ifadelerinden birini Prometheus’da Okeanos kızlarından birinin şarkısında bulur. Onlar onunla birlikte ızdırap çekerler; aslında tüm dünya bu acıyı çekmektedir. (102)

Yunan tragedyasındaki en güçlü faktörlerden biri de lirik haykırışlarıyla aktörlerin trajik tecrübelerini nesnelleştirecek bir koroya sahip olmasıdır. Zincire Vurulmus Prometheus’un korosu acıma ve dehşetten oluşmaktadır. Koro kendisini Prometheus’un acılarına o kadar içten bir şekilde adamıştır ki, Hermes’in uyarılarına rağmen sonunda onunla cehenneme gitmeyi ve acılarını paylaşmayı seçmişlerdir. Buna rağmen koronun sahip olduğu trajik duygu trajik bilgiye aktarılmıştır. Böylece koro kendisini duyguların üzerinde tamamen düşünceye dayanan bir yere yükseltir ve tragedyanın gerçek amacına bu şekilde ulaşılmış olur .(103)

Zincire Vurulmuş Prometheus için şöyle söylenebilir: “kaosa - entellektüel, politik ve dini kaosa- odaklanmış bir zihinden ortaya çıkmıştır” (104).

Prometheus’un karakteri efsanede politik bir nitelik taşımaktadır, ama bu kişiliği tam değerlendirip, dramını modern anlamda politik bir durum olarak canlandırabilmek, Atina’nın tragedya yazarları arasında politik görüşü en köklü olan Aiskhylos’a verdiği bir başarıdır.

Prometheus ateşi tanrıdan çalmış ve insanlara vermiş, tanrıların kurmuş olduğu düzene karşı geldiği için de zincire vurulmuş, korkunç bir ceza çekmektedir. Mıhlanmış olduğu kayadan bize seslenip, eylemini, eyleminin uyandırdığı tepkiyi, kendini ve karşısındakileri eleştirip değerlendirmektedir. Prometheus insanın temsilcisidir aslında. Ve içinde çırpındığı olaylar da günümüzün deyimiyle politik olarak adlandırılabilecek insan toplumlarına has olaylardır .(105)

Zincire Vurulmuş Prometheus politik bir tragedyadır. Aiskhylos politika anlayışının en derinini yansıtmaktadır. Bu yansımayla kalmayıp, uygarlık değerlerinin ne olduğunu kavrayıp dile getirmekle insancı eserin en özlüsünü de vermiştir. Yönetimi ele geçirmiş pek çok iktidar sahibi kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tük düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini zannederler. Oysa ki, sonuç hayal ettiklerinin tersine çıkar: 

İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır. İnsan toplumunun bu değişmez yasasının bilincine varan Aiskhylos ,onu Prometheus diye bir mitolojik kişinin ağzından bildirir. 

Akıl gücü kaba güçten üstündür, düşünceye gem vurulmaz, özgür düşünce tutuklamaz, susturulamaz, alt edilemez, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, gelecekte egemenlik kaba kuvvetin değil, özgür düşüncenin olacaktır. (106)


AISKHYLOS’UN “ZİNCİRE VURULMUŞ PROMETHEUS” 
TRAGEDYASINDA BAŞKALDIRI KAVRAMI 
VE 18-20. YÜZYIL BATI RESIM SANATINA YANSIMASI
(Yüksek Lisans Tezi)

Tuna Sağkol, 2005
Tez Danışmanı :Doç. Dr. Zühre İndirkas


----------------------------------------
68) Bedrettin Cömert, Mitoloji ve Ikonografi, Ayraç Yayınevi, Ankara, 1999, s. 21-22
69) Hesiodos, Theogonia-İşler ve Günler, Çev.Azra Erhat, Sabahattin Eyüboglu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999, s.103-141; Gruppe Kiel, “Prometheus”, DNP, Stuttgart, 2001, s.402.
70) Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, Çev. Azra Erhat, Sebahattin Eyüboglu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000, s. 80-83
71) Erhat, a.g.e, s.254; Kiel, a.g.e., s.402.
72) Hançerlioglu, a.g.e.,s. 58-59
73) Erhat, a.g.e., s.254; Aiskhylos, a.g.e., s.10
74) Walter Pötscher, “Prometheus”, Der Kleine Pauly, 4, München, 1962, s. 1175.
75) Hançelioglu, a.g.e.,s.58
76) Aiskhylos, a.g.e., s.5-6
77) Özdemir Nutku, Dünya Tiyatrosu Tarihi, Istanbul, Remzi Kitabevi, 1985, s.36
78) Aiskhylos, A.g.e, s.6
79) Pötscher, a.g.e.,s. 1176.
80) Sevda Sener, Insani Geçitlerde Sinayan Sanat; Dram Sanati, Mitos-Boyut yayinlari, Istanbul, 2003, s.34
81) Gibert Murray, Aeschylus:The Creator of Tragedy, Oxford University Press, Great Britain,London, 1940, s.88-89
82) Aiskhylos, a.g.e.,s.14
83) Jaeger, a.g.e.,s.252
84) A.e., s.253-254
85) Murray, a.g.e., s.92-95
86) Thomson, a.g.e., s.331
87) Nietzche, Müzigin Ruhundan Tragedyanin Dogusu, Çev. Ismet Zeki Eyüboglu, Say Yayınları, Istanbul, 2003, s.53
88) Thomson, a.g.e.,s.342
89) Nietzche, a.g.e.,s.52
90) Andre Bonnard, “Insan ve Tragedya”, Evrensel Basim Yayin, Çev.Yasar Atan, Istanbul, 2004, s.93
91) A.e.,s.91-92
92) Jaeger, a.g.e.,s.255-257
93) John Herrington, Aeschylus, Yale University Press, USA, New York, 1986, s. 158 159
94) Aiskhylos, a.g.e.,s.60-61
95) A.e., s.61-63
96) Thomson, a.g.e.,s.340
97) Jaeger, a.g.e.,s.258
98) Nietzche, a.g.e., s.62
99) A.e., s.63
100) Thomson, a.g.e., s.334
101) Jaeger, a.g.e.,s.258-261
102) Murray, a.g.e.,s.97
103) Jaeger, a.g.e.,s.262
104) Herrington, a.g.e., .s.157
105) Aiskhylos, a.g.e.,s.6-7,12
106) A.e.,s.15-17

**********************

Prometheus "Esas Oğlan'dır", 
Zeus ise onun tahtına oturmuş bir "Soytarı"

ZEUS'A ÖLÜM, PROMETHEUS'A ÖZGÜRLÜK !!!

********************************