Translate

23 Mart 2013 Cumartesi

TRUVALILAR, GİRİTLİLER VE KARYALILAR




...Daha sonra Frigya adıyla anılan bölgenin hemen güzeydoğu kıyısında bulunan Çatalhöyük'te MÖ.6000 yıllarında yaşayan halk ile MÖ.500 yıllarında Etrüsk şehri Tarquinia'da yaşayan ve Lydia'dan gelmiş olan halkın Ana Tanrıçasını temsil eden iki pars motifleri arasındaki mükemmel kültür benzerliği, bu Ana Tanrıça kültünün ve aynı zamanda Anadolu halkının 5500 yıl gibi uzun bir zaman diliminde değişmeyen davamlılığının göstergesidir. Virgil (MÖ.70-19) Aeneid destanında , Batı Anadolu'da yaşayan ve TEUKRİ adı verdiği eski TRUVALILARIN da aynı geleneklere sahip olduklarını anlatır.

"Aeneas'ın gemisi filonun önündeydi ; gemisinin baş tarafında (Kybele'nin) Frig aslanları gibi yükseliyordu."

Virgil, TRUVALILAR ile Frigleri aynı halk olarak görür. Destanında TRUVALI Aeneas, dua ederken Frig Ana Tanrıçası Kybele'nin iki aslanına değinir.

"Ey tanrıların anası, İda dağının haşmetli hanımı; O ki (Kybele'nin kutsal dağı) Dindymus dağından, kuleli şehirlerden ve çift aslanlar'dan hoşlanır. Savaşta benim kılavuzum ol ! Yakınımda dur ! Göklere ulaştır bu duamı ! Frigyalı oğullarımın yanından ayrılma ey tanrıça ve onları takdis et !"

Giritlilerde de aynı gelenekler mevcuttur. (Aeneid III)

Etrüsklerin Türkçe konuşan bir halk olduğunu gösterdiğimize göre onlara akraba olan Lydialılar, Frigler, Truvalılar, Mysialılar, Giritliler, Karyalılar ve Likyalılar'ın da Türkçe konuşmuş olmaları gerekir.


TRUVALILAR (TEUKER'LER)

Strabon'a göre ilk defa Kallinos (MÖ.7.yy) Teukri denen bir halkın Girit'ten çıkarak (İda Dağı güneydoğusunda ve denize yakın bulunan Thebe şehri yakınındaki) Khrysa'ya göç ettiklerinden söz eder. (XIII,1,48)

Herodot Truva savaşından önce TEUKER'ler (Teukri) ve Mys'lerin Boğazı geçerek Avrupa'ya göç ettiklerini, bütün Trakya'yı fethederek güneyde Peneus (modern Pinios) ırmağına kadar ilerlediklerini söyler (Herod VII,20) ve kitabının diğer bir bölümünde şöyle devam eder.

"Trakyalılar, Strymon ırmağı kenarında otururken Strymoni ismini taşırken, Asya'ya geçince Bithyni adını aldılar. Kendi ifadelerine göre onları yerlerinden çıkaran Mysi ve Teukri idi " (Herodot VII,75)

Herodot ,Styrmon ırmağı üzerinde yaşayan Paioni dene halkın, TRUVALI TEUKER'lerin bir kolonisi olduğunu ve büyük Dara'nın fütühatı sırasında bu Paioni halkını çok beğenerek onları Avrupadaki yerlerinden alarak (Küçük) Asya'ya yerleştirdiklerini söyler. (V,12.13)

"Denize yakın Karyalılar ve Paioni...,Lelegler ve Kaukonlar ve asil Pelasglar dizilmişlerdi. Thymbre'ye doğru Likyalılar, mağrur Mysi ve Frigler ... ve Maioni (Lydialılar)"

Herodot, TEUKRİ ifadesi ile TRUVALILARI kastettiğini bir çok yerde tekrarlar. Sparta'dan Helen'i kaçıran Truvalı Aleksander (diğer adıyla Paris) onun için bir TEUKR(i) dir. (II,1.14)

İlium (Troia) denen memleketi "TEUKRİ bölgesi" ve İlium halkına da "TEUKRİ" adıyla anar. (II,118)

Virgil'e göre TEUKRİ halkının ismi TEUKER adlı bir Giritli prensten gelir. O, Truvalıların ATASI idi. (Aeneid III,104-110)

"Orada denizle çevrili Jüpiter'in doğduğu, Girit duruyor,
Burada İda Dağı yükseliyor, soyumuz buradan çıktı.
Hikayeyi doğru hatırlıyorsam , Teuker
Bizim meşhur atamız, Truva'ya buradan göçmüştü."

N.L.Goodrich'in Aeneid özetinde Teuker'in bir kızının Truvalıların diğer bir atası olan Dardanos'un kardeşi ile evli olduğu belirtilmektedir.

Daha önce işaret ettiğimiz gibi, Virgil destanında Truvalılardan Teukri diye söz eder ve Truva kahramanı Aeneas için "Teuker'lerin büyük kumandanı" tabirini kullanır. Bazen de Aeneas'ı bir "Frigyalı" olarak gösterir.

Homeros Truvalı Teuker'den söz etmez. Fakat İlyada'sında Truva Savaşı kahramanı Akhaialı meşhur okçu (Genç) Teukros'tan söz eder. (V)

Teukros'un babası Teloman....Bu genç Teuker, Truva savaşından sonra babaı tarafından üvey kardeşi Ajaksı öldürdüğü için Kıbrıs'a sürüldü, orada güçlendi ve Salamis şehrini kurdu.

Bütün bunlar eşliğinde eski Giritliler Truvalılarla, Friglerle ve Batı Anadolu'da yaşayan diğer eski halklarla yakın akraba idiler.

PELASG DİLİ


Herodot, Pelasg dili hakkında bazı ipuçları verir:

"Pelasgların dili hakkında kati bir şey söyleyemem, lakin, mesela eskiden Thesaliotis denen bölgede Dorlar'ın komşusu olup ta bugün Thrrhen'lerin (Etrüskler) yukarısında Kreston'da yaşayan Pelasgların ve yine dah önce bir müddet Atinalılarla birlikte yaşamış olan ve sonra Hellespont üzerinde Plakia ve Skylake şehirlerini bırakmış olmakla beraber, hakikatte Pelasg olan halkların dillerinden bir kanaat edinmek istersek, onların kat'i olarak barbarca (Yunanca olmayan) bir dil konuştukları söyleyebiliriz. Buna göre ve de bütün Pelasglarında aynı dili konuştukları göz önüne alınırsa, Pelasglardan olduğu muhakkak olan Atinalıların Hellenler'e karışmaları ile dillerini değiştirmiş olmaları gerekir. Bugün Kreston'da ve Plakia'da iki ayrı yerde yaşayan halkın dili aynı olduğu halde komşularının dillerine hiç benzemez. Bu da gösteriyor ki onlar eskiden sahip oldukları şivelerini aynen korumuşlardır." (Herod I,57)

Yunanistan'da (Pelasgia'da) Hellenlerle Pelasgların dilleri arasındaki bağları inceleyebilmek için Prof.E.Adelaide HAHN ve Prof.Norman O.BROWN'ın müşahedelerini dikkate almamız gerekiyor.

Prof.Hahn "Hayret verici miktarda çok Yunanca kelime, Hint-Avrupa dil etimolojisine sahip değildir. Mesela Hint-Avrupa dilinde "kral" (Skt.rajan - Lat.rex) kelimesinin karşılığı olan Yunanca anax, basileus ve tyrannos gibi tabirlerin Hint-Avrupa dilinden olmadıkları gözüküyor..." derken Prof.Brown da "Yunan dilindeki kelimelerin en az %40'ı Hint-Avrupa kökenli değildir." diyerek onu destekler.

Bu halde mantık şunu gösteriyor ki, Yunan dilinde bu yabancı kelimeleri verenler Yunanistan'ın yerli halkı olan Pelasglar olmalıdır. Ve Pelasgların komşuları olan Etrüskler, Truvalılar, Mysialılar ve Friglerden de farklı bir dil konuştuğu nazarı itibara alınırsa, dillerin RL diyalektinde yani OGURCA bir dil olması gerekir.

SONUÇ

Arkeolog James Mellaart'a göre Anadolu, Neolotik devirde (MÖ.7000-5600) Yakın Doğu'nun en ileri kültür merkezi olarak saptanmış bulunmaktadır. Ziraatın ve hayvancılığın ve de Anatanrıça kültünün başlangıcına şahit oluyoruz. Ana tanrıça yanındaki iki yırtıcı hayvan (pars veya aslan) bulunan bir taht üzerinde oturmaktadır. Bazen de Ana Tanrıça kendisi yerine sadece yüz yüze duran iki pars ile temsil ediliyordu. 

Prof.Mellaart bu kültün Çatalhöyük'teki devamlılığından bahseder ve bu halin MÖ.6500 ile 5650 yıllarını kapsayan on iki seviyede yani 850 yıl boyunca devam ettiğini belirtir. Daha sonra Frigya adıyla anılan bölgenin hemen güneydoğu kıyısında bulunan Çatalhöyük'te yaratılan bu kültü MÖ.500 yıllarında Etrüsk şehri Tarquinia'da yaşayan ve Lydia'dan gelmiş olan halkın yaptığı resimlerde aynen görüyoruz. 

Anadolu halkı bu geleneği Mezopotamya'ya da aktardı. Ana Tanrıça'nın aslanlarını Sümer'in Lagaş hanedan armasında da görüyoruz. Kral Eannatum ( y.MÖ.2500) tarafından dikilen bir stele üzerinde bulunan bu aramdada kanatları açık bir kartal pençelerinde iki aslan tutmaktadır. Bu amblem Lagaş kralı Lugalanda'nın (y.MÖ.2400) silindir mühüründe de bulunuyordu. 

Yani Çatalhöyüklüler, Sümerliler ve Etrüskler on bin yıllık bir devamlılığı temsil eden zincirin sadece üç halkasını oluşturuyordu.

Prof.Mellaart tabiatıyla Çatalhöyük'te 8000 yıl önce adeta modern görünümlü bir kasabada yaşayan halkın kimliğinden habersizdi. 

Afrodisias kentini kazan ve geçmişini MÖ.5000 li yıllara uzandığını ortaya çıkaran arkeolog Prof.Erim de Anadolu'da ilk medeniyeri yaratanların hakiki hüviyetlerini bilmiyordu. Fakat, bu topraklarda yetişmiş medeniyetlerin içimize kök saldığına inanan Erim şu sözleri söylerken onlarla akrabalığını hissediyor gibiydi : 


"BU ESERLER GREK, ROMA, BİZANS FALAN DEĞİL. BU TAŞLAR BİZİM KÖKÜMÜZ. HEPSİ ANADOLU !"

Anadolu'nun ve onun ilk dünya uygarlığını yaratan çocuklarının uzun tarihi yeniden yazılacaktır. Onlar ve akrabaları Sumerliler, Babilliler ve elamlılar bu uygarlığı öyle bir olgunluğa eriştirdiler ki, bir modern yazar şunları yazmaktan kendini alamıyordu:

"Yunanlılar, Yunanistan'da değil burada (Anadolu'da) o parlak uygarlıklarını yarattılar. ... Burada onların ilk dehaları çiçek açtı ; edebiyatta Homeros, felsefede Thales, matemtikte Pythagoras , tarihte Herodot, tıpta Hippokrates burada doğdu " (MulLH,Preface v)

Diğer bir ifade ile, eski parlak Yunan uygarlığını Yunanistan'lı Yunanlılar değil, önce Pelasg kanı taşıyan ve Küçük Asya'ya göçtükten sonra da Karyalı kadınlarla evlenmek suretiyle daha da çok Türk kanı ile donanmış olan Anadolulu Yunanlılar yaratmışlardı diyebiliriz.

Roma uygarlığının oluşmasında düşünüldüğü gibi Yunanlılar değil daha ziyade Etrüskler rol oynamışlardır. Virgil'in Aeneid adlı epik eserinde belirttiğine göre Etrüskler Roma'yı uygarlaştırırken kendi dillerini kaybederek Latinlerin asimilasyonuna maruz kalmışlardır. Prof.Muller'e göre sanatları, resmi ve tiyatroyu Romalılar Etrüsklerden, Yunanlılar ise Friglerden ve Lidyalılardan öğrendiler.

Yunanlılar Frig flütünü aldılar, Fenike (Arami) alfabesini, Lidya sikkesini ve Babil (Sümer) ilmini benimsediler. Bu verici milletlerin hepsi sanat ve ilimlerin yeşerdiği ve büyüdüğü büyük TÜRK ORMAN'ın parçalarıydılar.

Türk dilindeki diyalektlerin ve temel gramer kurallarının beş bin yıl önce de mevcut olduğu görülüyor. Avurpa Alpleri'nden ve Tyrrhen Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan bir TÜRK ORMANI içinde Hint-Avrupa ve Sami dillerinden başka üçüncü büyük grubu oluşturan dili dar bir coğrafi çerçeve içinde Ural-Altay adı ile sınıflandırmak manasızdır.

Bunun yerine artık Osmanlı Türkçesi gibi suni birer dil olan Macarca ve Fince dillerini de içine alan bir TÜRK DİLLERİ grubundan söz etmek çok daha ilmi olur.

Türkçe konuşan topluluklar eski zamanlardan beri insani kanunlar yaptılar. Sumerliler'de belki krala hıyanet suçu hariç idam cezası görülmüyor, daha ziyade para cezaları tatbik ediliyordu. Onlar ve diğer Türk kavimleri fethettikleri veya birlikte yaşadıkları diğer topluluklara karşı barış zamanında daima hoş görülü davrandılar.

Avrupa toplulukları için bunu pek söyleyemeyiz. Eski Yunanlılar ve Romalılar fethettikleri ülkelerin insanları ile birlikte uygarlıklarını da ortadan kaldırdılar. Latinler, kendilerine Roma uygarlığını hediye eden Etrüsklerin sadece fiziki mevcudiyetlerini değil kitaplarını ve sanatlarını da yok ettiler.

Yunanlı Dorlar ve daha sonra Romalılar, Yunanistan'da ve Anadoluda Pelasgları öyle bir silip süpürdüler ki kayıtlarda onlardan sadece tek bir kelime TEPAE kaldı.

Aynı hal Karyalıların, Truvalıların ve diğer Anadolu halklarının da başına geldi ki, onlardan bazıları ancak uzak dağ köylerinde hayatlarını kurtarabildiler.

Daha yakın bir tarihte, İspanya'da Arap uygarlığının yok edilişine, Yahudilerin sürgün edilmesine, Almanya'da ise milyonlarcasının Hitler tarafından öldürülmesine şahit oluyoruz.

Amerika'yı keşfeden Avrupalılar da Kızılderili kavimleri kültürleri ile birlikte yok ettiler.

Büyük TÜRK ORMANI ise en küçük milletler için bile bir sığınak hür yaşanılan bir toprak sağlıyordu. Eski Türk imparatorlukları içinde serbestçe yaşamış olan Yunan, Ermeni, Arnavut, Bulgar, Çerkez, Gürcü, Yahudi ve hatta İranlılar ve Araplar gibi büyük toplulukların bugünkü Türkiye dışında devletler halinde bütün dilleri ve kültürleri ile hala varolmaları bu Türk mucizesi'nin şahididirler.

Marco Polo'yu dikkatli incelersek görürüz ki "dehşet saçan" Moğolların imparatoru Kubilay Han'ın idaresi altında bile Türk-Moğol dünyasında Müslüman, Hıristiyan, Musevi ve Budist her dinden insanların serbestçe ibadetlerini yapabileceği laik ve demokratik sayılabilecek bir ortam mevcuttu. Bu imparatorluğun çöküşü sonucu "hürriyetine kavuşan" Çin'de ise artık bir hoş-görü'den ve hür yaşamdan bahsetmenin mümkün olamayacağını Eileen Powel'in şu müşahadelerinden öğreniyoruz :

" MS.1340 yılında , Floransalı Francis Balducci Pegolotti tüccarlar için hazırladığı bir kitapta ' Don ırmağından Çin'e kadar giden yolda tam emniyet içinde seyahat edilebilir' diye yazıyordu. O zaman Pekin'de oturan Kubilay Han, Hıristiyan kilise çanlarının tatlı seslerini dinlemekteydi. Ve bu Orta Çağ'ın karanlık devrinde 13. yüzyılın sonları ile 14.yüzyılın başlarına rastgeliyordu. Fakat 14.yüzyılın ortalarına doğru her şey değişti. Çinlilere geçen Pekin ve Hangohou ve büyük liman şehirleri ile birlikte o eski asil uygarlık karanlığa gömüldü. Artık o büyük ticaret yolu emniyetini yitirmişti ve Zeytun şehrinde Hıristiyan rahipler artık cemaatlerine vaaz veremiyordu."

Pers-Akamen kralları, imparatorluk topraklarında her ırkın hür ve emniyet içinde yaşamalarını sağlamakla kalmadılar, onalrın dillerine de saygı gösterdiler. Yazıtlarını, imparatorluk içinde konuşulan Elam Türkçesi , Farsça ve Babilce(Arapça ?) dilinde yazdılar. Böyle bir uygulamayı Roma ve Yunan'da göremiyoruz.

Eserimizi dikkatle ve bitaraf olarak inceleyenler göreceklerdir ki,klasik yazarların Persler'i , yani Hitler gibi insanların kendilerini "üstün ırk" olarak görmelerine yardımcı olan Aryanist yazarların yücelttiği "ARYANLAR" aslında, resmi yazılarında bir Türk diyalekti olduğunu ispatladığımız Elamca dilini kullanıyorlardı. 

Sami Yahudileri yok ettiğini zanneden Hitler, aslında TÜRK HAZARLAR'ı öldürüyordu. Arthur Koestler bu Yahudilerin Milatın ilk bin yılı içinde Museviliği kabul eden Hazarların torunları olduğunu gösterir. (((aynı şeyden Cengiz Özakıncı'da kitaplarında bahseder-SB)))

Bu filolojik incelemelerimizle ve bilhassa İSKİT meselesinin çözümü ile şimdi tarih sayfalarını süsleyen büyük göç teorilerini kökten değiştirmemiz gerekiyor. Aslında sözde oluştuğu zannedilen Hint-Avrupa kavimlerine dair büyük göçlerin, hiç olmazsa bilinen beşbin yıllık yazılı tarih boyunca vuku bulmadığı anlaşılıyor. Arkayik TÜRK diyalektlerinde Sami ve İrani alıntı kelimelerin mevcudiyeti , bu iki dili konuşan toplulukların, son bin yılda olduğu gibi, tarihin ilk yıllarından beri Türkçe konuşan halklarla bir arada yaşadıklarını göstermektedir.

Son olarak şunu ifade etmeliyim ki, aydınlattığımız beşbin yıllık Türk uygarlığının hastalıklı bir devrinde yeni bir uygarlığın temelini cumhuriyetle atan Mustafa Kemal ATATÜRK , kati arkeolojik ve filolojik delil yokluğuna rağmen, çağında rastlanmayan büyük tarihi önsezisiyle, Türkün bu eserle ortaya çıkardığımız mazisinin varlığına içten inanarak şunları söylüyordu:


"ASLA ŞÜPHEM YOKTUR Kİ TÜRKLÜĞÜN UNUTULMUŞ BÜYÜK MEDENİ VASFI VE BÜYÜK MEDENİ KABİLEYETİ BUNDAN SONRAKİ İNKİŞAFİYLE ATİNİN YÜKSEK MEDENİYET UFKUNDA YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR."



SELAHİ DİKER'in kitabından alıntıdır




***
NOT: 

ELÂM’lar konusunda araştırmalar yapmış olan Hamit Zübeyir Koşay onların Türk olduklarını ve birkaç yıl Basklar arasında bulunduktan sonra Türkçe ve Baskça arasında bir bağ kurmuştur . Diller kısa sürelerde büyük değişikliklere uğradığı için binlerce sene evvelki durumu için bir şey söylemek zor.(Sadi Bayram/makaleler, incelemeler , Ankara 1974,tıklayın)


***