Translate

Ural-Altay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ural-Altay etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Başlangıcından Yirminci Yüzyıla TÜRK DİLİ TARİHİ






Hint-Avrupalıların ana yurtları hakkında çeşitli görüşler vardır Orta Avrupa, Baltık bölgesi, Karadeniz'in kuzey batısı, Kafkasların ve Hazar'ın kuzeyi gibi Arî ana yurt görüşleri yanında Hazar'ın güney batısı ile Anadolu'yu da Hint-Avrupa ana yurdu sayanlar vardır. 

Aslında Hint-Avrupalıların Anadolu, Iran, Orta Asya ve Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 2000'den daha eskiye gitmez. Orta Anadolu'ya ulaşmaları M. Ö. 2000, Kuzey Hindistan'a ulaşmaları M. Ö. 1700, İran'a ulaşmaları M. Ö. 1500 kabul edilir. Bu tarihlerden önce Anadolu ve Mezopotamya'da çoğunlukla eklemeli dil konuşan kavimler yaşamıştır. 

Arî bir kavim olan Hititlerden önce Orta Anadolu'da bulunan Hattilerin, Doğu Anadolu'daki Hurri ve Urartuların, Mezopotam-ya'daki Sümerlerin dilleri eklemeli diller grubundandır. 

Bugün yaşayan dil aileleri içinde sadece Ural (Fin, Macar) ve Altay (Türk, Moğol, Tunguz, Kore, Japon) dilleri eklemeli yapıdadır.


SÜMERCE-TÜRKÇE İLİŞKİSİ

Sümerce ile uğraşan bazı bilginler Türkçe, Macarca gibi Ural-Altay dilleriyle bu dil arasında ilgi kurmuşlardır. Ancak Türkçe sondan eklemeli bir dil olduğu hâlde Sümercede ön ekler de bulunmaktadır. Buna rağmen Türkçe ile Sümerce arasında kurulan ilgiler son derece ciddîdir ve konu üzerinde araştırmalar devam etmelidir. Son olarak Türk bilgini Osman Nedim Tuna, Türkçe ile Sümercede 168 kelimenin ortak olduğunu tespit etmiştir. 

...


TÜRK DİLİNİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

1. ALTAY DİLLERİ TEORİSİ

Altay dilleri teorisi; Türk, Moğol, Tunguz, Kore ve Japon dillerinin ortak bir kökten çıktığını ve bunların akraba olduğunu kabul eden teorinin adıdır. Başlangıçta sadece Türk, Moğol, Tunguz dillerinin akrabalığı üzerinde durulurken 20. yüzyılın ortalarında ve ikinci yarısında Korece ve Japonca da bunlara katılmıştır. Teoriye göre bu diller ortak bir ata dilden iniyordu. Ortak ata dil, farazî bir dildi ve tabiatıyla bir adı yoktu. Akrabalık teorisine inananlar bu farazi dile Altay dili (Altayca) adını verdiler. 

Altay dilinden zaman içinde ayrılarak bağımsız diller hâline gelen akraba diller topluluğuna da "Altay dilleri ailesi" adı verildi. Karşılaştırmalı Altay dilleri bilim alanına Altayistik, bu bilim alanıyla uğraşanlara da Altayist denildi.

Altay dilleri teorisinin başlangıcı 18. yüzyılın otuzlu yıllarına dek gider. Teori, henüz modern bir bilim disiplini hâline gelmeden önceki ilk çalışmalarda Altay dilleri Ural dilleriyle (Fin, Macar, Samoyed) ve hatta birçok farklı dille birlikte ele alınmış; fakat 19. yüzyılın sonlarından itibaren genellikle, Altay dilleriyle sınırlandırılmıştır.

Ural-Altay dillerine ilk dikkat çeken İsveçli subay Johann Philipp Tabbert (von Strahlenberg) olmuştur. Poltava savaşında Ruslara esir düşünce Güney Sibirya'da Daniel Messerschimidt'in yanında araştırma ile görevlendirilen Strahlenberg Köktürk harfli Yenisey yazıtlarının bulunuşunda ve bilim dünyasına tanıtılışında da ilk önemli isimdi. Esaret hayatı bitip İsveç'e döndükten sonra 1730'da ünlü kitabı Das Nord und Östliche Teil von Europa und Asia 'yı neşretti. Bu eserde 32 dilden ve lehçeden 35 kelimenin karşılıklı bir listesi bulunmaktadır. Liste, tanrı, gök, ana gibi kelimelerden ve sayılardan oluşuyordu. Strahlenberg, Tatar adını verdiği bu 32 dil ve lehçeyi altı gruba ayırdı:

1.Fin-Uygur (Ugor yerine kullanılmıştır.): Macar, Fin, Vogul,
Çeremis, Permyak, Votyak, Ostyak.
2.Türk-Tatar: Tatar, Yakut, Çuvaş.
3.Samoyed
4.Moğol-Mançu: Kalmuk, Mançur, Tangut.
5.Tunguz: Tungus, Kamasin, Arin, Koryak, Kuril.
6.Karadeniz'le Hazar Denizi arasındaki halklar. (Caferoğlu 1958: 10).

Bugünkü sınıflandırmalara göre birçok hataları olan bu şema, şüphesiz konuya ilk dikkat çeken araştırma olarak tarihî bir değere sahiptir.

Macar bilgini Gyarmathi, araştırmalarını Ural diline hasreder ve 1799'daki eseriyle Fin-Ugor (Ural) dillerinin ilişkilerini tesbit eder. 19. yüzyılın ilk yarısında araştırmalarını sürdüren Danimarkalı bilgin Rasmus Rask, söz konusu dillerin sahasını çok genişletir. İskit Dilleri adını verdiği gruba, Strahlenberg'in karşılaştırdığı dillere ek olarak Arî öncesi İspanya ve Galya, Paleoazyatik, Kuzey Kafkasya, Grönland ve bazı Kuzey Afrika dillerini de katar. Grubu geniş tutanlardan biri de Max Müller'dir. O da Siyam, Güney Hindistan ve Tibet dillerini Ural-Altay dilleri arasına katarak Turanî diller terimini kullanır (Caferoğlu 1958: 11-12).

1838'de Estonyalı bilgin F. Wiedemann, Ural - Altay dillerini, Hint -Avrupa dillerinden ayıran özellikleri 14 madde hâlinde tesbit etti. Über die früheren Sitze der tschudischen Völker und ihre Sprachvervvandtschaft mit den Völkern Mittelhochasiens (1838) adlı eserinde Çud halkları terimini kullanan Wiedemann'ın 14 maddesi şunlardır:

"1. Ses uyumu, bütün Ural-Altay dillerinde müşterek bir esastır.
2.Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur.
3.Artikeller bulunmaz.
4.Tasrif, eklerle yapılır.
5.İsimlerin çekiminde mülkiyet eki kullanılır.
6.Fiil şekilleri zengindir.
7.Hint-Avrupa dillerindeki prepozisyon yerine postpozisyon kullanılır.
8.Sıfatlar isimlerden önce gelir.
9.Sayı sözlerinden sonra çokluk eki kullanılmaz.
10.Mukayese, ablativ (-den hâli) ile yapılır.
11.Yardımcı fiil olarak "habere" (malik olmak) yerine "esse" (olmak, imek) kullanılır.
12.Ural-Altay dillerinin birçoğunda menfî hareket için hususî fiil vardır.
13.Soru eki mevcuttur.
14.Bağlar yerine fiil şekilleri kullanılır" (Temir 2002: 5-6).

Altay dilleri çalışmaları, Alman bilgini W. Schott ile disipline girdi ve ilk ses denklikleri kurulmaya başlandı. Schott, Versuch über tatarischen Sprachen (Berlin 1836) adlı eserinde Tatar dilleri terimini kullandı ve Türkçe z'nin Çuvaşça r sesine, Türkçe ş'nin de Çuvaşça / sesine denk geldiğini buldu. 

Fin bilgini Gustaf John Ramstedt 1903'te yayımladığı Über die Konjugation des Khalkha-mongolischen adlı çalışmada aynı denkliklerin Türkçe ile Moğolca arasında da olduğunu ortaya koydu (Tuna 2002: 47).

Ramstedt'ten önce 19. yüzyılın ortalarında Fin bilgini Matias Aleksanteri Castren, Über die Personalsuffixe in den altaischen Sprahen (1850) adlı doktora tezinde Fin, Türk, Moğol ve Tunguz dillerinde zamirlerin ve şahıs eklerinin benzerliğini gösterdi. Altay dilleri terimi Castren'le bilim dünyasına yerleşti; fakat bu terimi o, bugünkü Ural-Altay dilleri anlamında kullanıyordu (Eren 1998: 127). Matias Castren bu çalışmasıyla Ural -Altay teorisinin esas kurucusu sayılmıştır (Temir 2002: 4).

Öte yandan 19. yüzyılın ilk yarısında Alman bilgini Klaproth, Siebold ve 19. yüzyılın ortalarında W. Schott, J. Hoffman Japoncayı da Ural-Altay grubu içinde ele aldılar (Caferoğlu 1958: 13).

Matias Castren 1952'de henüz 39 yaşında iken ölmüştü. Eserleri ölümünden sonra yayımlandı. 1862'de yayımlanan Kleinere Schriften adlı eserinde Ural - Altay dilleriyle ilgili görüşleri ortaya konmuştur (Eren 1998: 127). O, Ural - Altay dillerini Altay terimi altında beşe ayırmıştı:

1.Fin - Ugor
2.Samoyed
3.Türk - Tatar
4.Moğol
5.Tunguzca ve şiveleri

Görüldüğü gibi bu sınıflandırma, modern sınıflandırmanın aşağı yukarı ilk taslağıdır. Bugünkünden farkı Ural ve Altay dillerini ayırmamasıdır. Aslında Castren akrabalığa şüpheyle bakmış; Fin, Samoyed ve Türk dilleri arasındaki benzerliklere daha çok dikkat çekmişti (Caferoğlu 1958: 16).

Altay dilleri teorisinin gerçek kurucusu Gustaf John Ramstedt'tir. Türkçe-Moğolca arasındaki ses denklikleri çalışmaları 1903'te onunla başlar. Ramstedt'in ortaya koyduğu Türkçe z Moğolca r, Türkçe ş Moğolca / denkliklerinden sonra Macar Zoltan Gombocz bazı ses denklikleri bulur. 

1905'teki Macarca bir yazısını genişleterek 1912-1913'te Keleti Szemle adlı ünlü Macar dergisinde yayımladığı Zur Lautgeschichte der altaischen Sprachen yazısında, daha önce Schott ve Anton Boller tarafından"özlem" hâlinde ortaya konan Moğol ve Mançu dillerinde c-, d-, n- -denkliğim sis-temleştirdi. Ardından Ramstedt aynı dergide aynı konulan işledi. Nihayet Nicholas Poppe Altaisch und Urtürkisch (1926) adlı yazısında Ana Altayca d-, c-, y-, n-, n- Moğolca d-, c-, y-, n- Ana Türkçe y- denkliği şeklinde, konuyu, Altay dilleri kapsamında bir sistem hâline getirdi.

Altay dilleri teorisinin en büyük isimleri, Fin bilgini Gustaf John Ramstedt (1873-1950), Alman asıllı Nicholas Poppe (1897-1991) ve yine Finlandiyalı Pentti Aalto (1917-»)'dur.

Ramstedt tam bir poliglot (çok dil bilen) idi. Grekçe, Latince, Sanskritçe gibi klasik diller ve İbraniceden başka Türkçe, Moğolca, Korece ve Japonca biliyordu. Mongolist, Türkolog ve Altayist idi. Altay dillerinin konuşulduğu ülkelerin çoğunu dolaşmış ve dil malzemesi derlemişti. Seyahatleri yıllarca sürmüş, Japonya'da on iki yıl kalmıştı. Yalnız Altayistiğin değil Mongolistiğin de gerçek kurucusu odur. Kore ve Japon dillerini inceleyerek bu iki dili diğer Altay dilleriyle ilmî şekilde karşılaştıran da yine Ramstedt'tir. Onun Altay Dil Bilimine Giriş eseri ölümünden sonra yayımlanmıştır: Einföhrung in die altaische Sprachwissenschaft I. Lautlehre: 1957; //. Formenlehre: 1952; ///. Register: 1966 (Eren 1998: 269-276).

Nicolas Poppe de bir poliglottu. 1897'de Çin'de doğmuş, 1991'de ABD'de ölmüştü. Altayist, Mongolist ve Türkolog idi. Yüksek öğrenimim ve ilmî kariyerini St. Petersburg'da tamamlayan; 1926-1940 arasında Moğolistan Doğu Sibirya, Özbekistan, Azerbaycan ve Kuzey Kafkasya'da araştırma' gezileri yapan Poppe 1943'te Almanya'ya kaçmış, 1949'da ABD'ye yerleşmiştir (Eren 1998: 253-257). 

Moğolca üzerine birçok kitabı ve araş-tırması bulunan Poppe'nin Altayistik ile ilgili iki önemli eseri vardır.

Vergleichende Grammatik der altaischen Sprachen I. Vergleichende Lautlehre, Wiesbaden 1960. Bu eser Zeki Kaymaz tarafından Türkçeye çev-rilmiştir: Altay Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri - 1. Kısım: Karşılaştırmalı Ses Bilgisi, İstanbul 1994.

Introduction to Altaic Linguistics, Wiesbaden 1965. 1917'de Finlandiya'da doğan Pentti Aalto Helsinki Üniversitesinde klasik filoloji, karşılaştırmalı dil bilimi, Sanskritçe ve Altay filolojisi okumuştur Ramstedt'in talebesi olan Aalto, Moğolistan, Hindistan, Türkmenistan ve Kore'de ilmî araştırma gezileri yapmıştır. 

Ramstedt'in birçok eserim yayımlayan Aalto'nun Altayistik ile ilgili çalışmaları, 70. doğum yılı dolayısıyla şerefine çıkarılan bir armağanda toplanmıştır: Studies in Altaic and Comparative Philology, Studia Orientalia 59, 1987 (Eren 1998: 103-104). Aalto Uralisch und Ahaisch (UAJb 41, 1969) adlı yazısında Ural-Altay teorisi üzerinde de durmuş; biçim bilgisi, söz varlığı ve cümle bilgisi benzerliklerini dile getirmiştir (Temir 2002: 6).

Altay dilleri teorisine katkıları olan iki ismi daha zikretmek lâzımdır: Wladislaw Kotwicz (1872-1944) ve Boris Yakovleviç Vladimirtsov (1884-1931). Polonyalı Kotwicz'in Contributions aux etudes altaiques (Wilno 1932) ve Les pronoms dans les langues altaiques (Krakow 1936) adlı çalışmaları, Altayistik alanına katkılardır (Eren 1998: 195).

Japoncanın Altay dili olarak işlenmesinde iki önemli isim vardır. Samuel E. Martin'in "Lexical evidence relating Korean to Japanese" adlı makalesi (Language 42, 1966), "Japoncanın bir Altay dili olarak ele alınışında dönüm noktası" teşkil eder (Tuna 2002: 47). Samuel E. Martin'in konuyla ilgili en önemli eseri 1996'da yayımlanmıştır: Consonant lenition in Korean and the Macro-Altaic Question, Honolulu 1996.

İkinci isim Roy Andrew Millerdir. Konuyla ilgili kitabı 1971'de yayımlanmıştır: Japanese and the other Altaic Languages, Chicago - London 1971. Bazı Japon bilginleri Japoncayı Altay dillerine bağlarken birçok Japon bilgini de Japonca ile Astronezya dilleri arasında paralellikler bulmuş; P. Benedict ile Kavvamoto ise Japoncayı Astro - Tay dil ailesine dahil etmiştir (Starostinvd. 2003:8-9).

Türkiye'de Altayistikle ilgilenen bilim adamları Ahmet Temir, Osman Nedim Tuna, Talat Tekin ve Tuncer Gülensoy'dur. 

Temir'in "Türkçe ile Moğolca Arasındaki İlgiler" adlı yazısı (DTCFD III, Ankara 1955) konuyu Türkiye'de ilk ele alan araştırmalardan biridir. 

Osman Nedim Tuna'nın Türk Dünyası El Kitabı'nda çıkan (Ankara 1992) "Altay Dilleri Teorisi" adlı uzun araştırması, Türkiye'de konuyu en kapsamlı şekilde ele alan çalışmadır.

Altayistik üzerinde en fazla yayın yapan ise Talat Tekin'dir. onun bilhassa zetasizm (z'leşme) ve sigmatizm (ş'leşme) üzerine birçok yazısı ve katkısı vardır. Tekin'in bu konudaki yazıları 2003'te toplu hâlde yayımlanmıştır:  Makaleler 1: Altayistik, Ankara 2003. Tuncer Gülensoy'un "Altay Dillerin¬de Akrabalık Adlan Üzerine Notlar" makalesi (TDAY-Belleten 1973-1974) önemlidir.

Altay dilleri üzerindeki son büyük çalışma Sergei Starostin, Anna Dybo ve Oleg Mudrak'a aittir: Etymological Dictionary of the Altaic Languages I-III, Brill 2003. Bu büyük eserin yazarları, yaklaşık olarak yarısı yeni olan 2800 etimoloji yapmışlar; her kelimenin beş Altay dilinde ve lehçelerinde bulunabilen bütün karşılıklarını göstermişlerdir.

Altay dilleri teorisi konusunda bazı bilginler kararsız kalırken bazı bilginler de teoriye şiddetle karşı çıkmışlardır. Teorinin en şiddetli muarızları Aorelien Sauvageot, Sir Gerard Clauson, Gerhard Doerfer ve A. M. Şerbak'tır.

Sir Gerard Clauson "The relationship between Turkish and Mongolian " adlı yazısında {Turkish and Mongolian Studies, London 1962) Tunguz söz varlığının Moğolca ve Türkçeden çok farklı olduğunu ve temel kelimelerin Türkçe Moğolca ve Tunguzcada birbirini tutmadığını belirterek teoriye itiraz eder (Clauson 1962: 216). 

Clauson Moğolca ile Türkçede ortak olan kelimelerin Türkçeden Moğolcaya giren alıntılar olduğunu ileri sürerek bu kelimelerdeki ses değişmelerinin listesini verir ve daha sonra alıntıları tematik bir gruplandırmaya tâbi tutar (Clauson 1962:216- 247). Clauson' un diğer bir yazısı, temel kelimelerin aynı olmaması hakkındadır. A Lexicostatistical Appraisal of the Altaic Theory (CAJ XIII 1969).

Doerfer'in itirazı da temel kelimeler noktasındadır. O, itirazlarını Türkische und mongolische Elemente im Neupersischen adlı büyük eserinin 4 cildinde (Wiesbaden 1975) ve "Zur Venvardschaft der altaıschen Sorachen" (1966), "Zwei wichtige Probleme der Altayistik" (1968), Temel sözcükler ve Altay Dilleri Sorunu" (TDAY-Belleten 1980-1981) gibi makalelerinde kaleme almıştır. 

Doerfer de itiraz noktası olarak temel kelimeleri almakla birlikte Clauson'un istatistik metodunu eleştirir. Ona göre kelimelerin niteliklerine de bakmak lâzımdır. İnsan vücuduyla ilgili 11 «ana temel sözcük" (baş, göz, kulak, burun, ağız, dil, diş, saç, yürek, el, ayak) ve 5 ara temel sözcük" (dudak, parmak, diz, sakal, boyun) seçerek bunları karışık dillerde araştıran Doerfer, ana temel sözcüklerin çok az değiştiğini (ödünçlenmediğini), ara temel sözcüklerin değişme oranının da az olduğunu; takat kirvik gibi "yan temel sözcüklerin çok sık değiştiğini yani ödünçlendiğini tespit etmiş; sonunda da bunu Altay dillerine uygulayarak Türkçe, Moğolca ve Tunguzcada ana temel sözcüklerden hiçbirinin aynı olmadığını ortaya koymuştur. 

Aynı işlemi, akraba olduğu kesin olarak bilinen ailelerde de yapan Doerfer 16 ana ve ara temel sözcükten Samı dillerde 16 sının Hint-Avrupa dillerinde 13'ünün, Dravid dillerinde 10'unun, Ural dillerinde 8 inin aynı olduğunu; Altay dillerinde ise hiçbirinin aynı olmadığını tespit etmiş böylece "Altay dillerinin akrabalığı varsayımını", "çürütülmüş, yok edilmiş saymıştır (Doerfer 1983: 1-16).


Altay dilleri akrabalığının ölçütü sadece ses denklikleri değildir. Biçim bilgisiyle ilgili pek çok ortaklıklar da vardır. "Yapılan araştırmalar değişik sıralarla, iki, üç, hatta bazen dört dilde ortak, yüze yakın ekin varlığını ortaya çıkarmışsa da, Ana Altay dilindeki şekilleri kesin olarak bilinen eklerin sayısı, bunun üçte birinden bile azdır. 

Birinci gruptaki ekler için:
+çAK, +çl, +çIK, +d, +DA, +KI, +lAr, +1IG, +msIG, +rU; -Açl, -ç, -G, -GA, -GaçI, -GU, -I, -m, -mA, -n, -r; +d-, +DA-, +GA-, +Kır-, +A-, +1A-, +rA-, +rKA- örnekleri verilebilir."

"Ana Altayca için bulunanlar arasında en önemlileri düşüm (hâl) ekleridir (case suffıxes): *+n (genetive, instrumental), +I, *g (accusative), *+A, *+gA (dative), *+dA *+dU (locative), *+rA (directive-locative), *+rU (lative), *+H(prosecutive), *+dI (instrumental), *+ç, *+çA (equative)." (Tuna 2002: 21).

Söz dizimi bakımından da Altay dilleri arasında pek çok ortaklıklar vardır. Konuyu en iyi şekilde Tuna özetlemiştir:

"Ana Altaycada en küçük fiil cümlesi çekimli bir fiildir. Bu, emir cümlesinde sadece (ekli) fiil kök veya tabanından ibarettir. Cümlede öznenin yeri fiilden, belirtenin yeri belirtilenden, ikinci dereceden olan üyelerin yeri birincilerden önce gelir. Fiil, sonda yer alır. Tamlamalarla isim cümleleri arasındaki fark üyelerin sırasına dayanır ve bir cümle meydana getirir (declarative sentence). 

Böyle bir cümlede koşaç kullanılması mecburiyeti yoktur. İsim ve sıfat arasında kesin bir sınır yoktur. Bu daha çok, bir sıra meselesidir. 

Ana altaycada cins (gender) farkı belirtilmez. Bu bakımdan cümlelerde cins farkı dolayısı ile değişiklik de yapılmaz. Tamlamalarda yalnız tamlanan çokluk eki alabilir. Bunlarda çokluk-teklik dengelemesi yapılmaz. 

Cümleler, içindeki üyelerin ilgisi bakımından, gelişmekte olan fikirlerin akla geliş sırasına göre ifadesi değil (cursive), tamamlanmış bir fikrin düzenli bir hierarchy halinde (complexive) sunuluşudur. 

Bunlardan birinci tip, bir tesbih dizisine, ikinci tip, küçükleri daha büyüklerinin içine yerleştirilmiş, birçok kuruyu içine alan büyük bir kutuya benzetilebilir. Birincisinde, eskileri çıkarmadan tesbihe yeni taneler eklenebilir. İkincisinde ise, büyük kutuyu daha büyüğü ile değiştirmek ve ilâve edilen kutuyu veya kutuları yeniden ve iç-içe koyup en büyük kutuya doldurmak gerekir. Ana Altaycada ön takı (preposition) yoktur. Buna karşı son takılar (postposition) zengindir. 

Bununla birlikte, olumsuz emir kipleri için Çuvaşçada, Moğol ve Tunguz dillerinde 'olumsuzluk fiilleri'nden ayrı olarak bazı 'particle'lerin kullanıldığı hatırlanmalıdır. 

Bunlar, eski bir düzenin izleri olabileceği gibi, Altay Dili dışında başka bir kaynaktan da gelmiş bulunabilir" (Tuna 2002: 21-22).


...


TÜRKLÜĞÜN VE TÜRK DİLİNİN KRONOLOJİSİ

M. Ö. 3100-1300 : Sümerce metinler (Türkçe ile ortak kelimeler var.)

M. Ö. 700 : Med krallığının kurulması*.

M. Ö. 675 : İskitlerin Kafkasları aşıp Kuzey İran'a ve Anadolu'ya girmeleri.

M. Ö. 650 : İskitlerin Doğu Avrupa ve Kuzey Balkanlara yayılması (Bu bölgede M.S. 3. yy'a kadar yaşadılar.)

M. Ö. 624 : İskit hükümdarı Madyes'in (Afrâsiyab'm) İranlılarca öldürülmesi.

M. Ö. 590 : İskit krallığının Medlerce yıkılması.

M. Ö. 559 : Pers krallığının kurulması.

M. Ö. 350 : Karadeniz'in kuzeyinde ve Asya bozkırlarında ikinci defa İskit krallığının kurulması (yıkılışı: M. Ö. 70).

M. Ö. 250 : Sarmatların Avrupa'ya girişi.

M. Ö. 247 : İran'da Part krallığının kurulması (yıkılışı: M. S.225).

M. Ö. 209-174 : Tuman'ın oğlu Motun (Mete) Yabgu Hun tahtında (Merkez: Orhun vadisi. Kuzeyde yay çeken bütün kavimlerin birleşmesi).

M. Ö. 135 : İranlılar, Toharlar ve Usunlar (Türk) tarafından Amuderya'daki Baktriya krallığının yıkılması (kuruluşu: M. Ö. 250).

M. Ö. 55 : Hunların ikiye bölünmesi. Çiçi Yabgu'nun Batı'ya çekilmesi.

M. Ö. 36 : Çiçi Yabgu'nun öldürülmesi.

M. S. 55 : Kuzey Hindistan'da Kuşan Devleti (Yıkılışı: 250).

M. S. 216 : Hunların yıkılışı.

224 : İran'da Sasanî Devleti'nin kuruluşu.


...


SÖZ BAŞI

Moğolistan ve Çin içlerinden Orta Avrupa'ya, Sibirya'dan Hindistan ve Kuzey Afrika'ya kadar geniş bir alanda varlık gösteren bir dilin tarihini yazmak kolay değildir. Binlerce eser, anıt, yazıt ve belge bırakan Türk dili bugün de Türkistan, Azerbaycan, Anadolu, Balkanlar ve Avrasya bozkırlarında kullanılmaya devam etmektedir. 

20. yüzyılda ortaya çıkan ulaşım ve iletişim imkânları Türk dilini bugün ana ve ata yurtlarından da dışarıya taşırmış; Avrupa, Amerika ve Avustralya'da yaşayan Türkler vasıtasıyla dilimizin kullanım alanı dünyanın her tarafına yayılmıştır. Hazırladığımız Türk Dili Tarihi, sadece Türkiye Türklerinin değil bütün Türklerin dillerinin tarihi olduğundan sayısız malzeme ve araştırmaya ulaşmak gerekmiş; mümkün olduğu kadar, yayımlanan metinlerin ve yapılan araştırmaların hepsi görülmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bunda muvaffak olduğumuz söylenemez. 

Hele araştırmaların İngilizceden Rusça ve Çinceye, Lehçeden Japoncaya kadar çok farklı dillerde yapılmış olması, herhangi bir araştırıcının bütün bu çalışmalardan yararlanmasını imkânsız kılar. Son yıllarda Türkiye'de ve dünyada Türk dili araştırmalarının büyük bir artış göstermesi de zorlukların bir başka yönüdür. Ancak alanın genişliği, malzemenin bolluğu, araştırmaların çokluğu böyle bir çalışmanın yapılmamasını gerektirmez. Vaktiyle, Türk dilinin büyük emektarı Ahmet Caferoğlu'nun cesaretle adım attığı bu sahaya ondan 50-60 yıl sonra ben de adım atmaya cesaret ettim ve diyebilirim ki sadece adım attım.

Tarihsiz, Türk dili tarihi düşünülemez. Hangi tarih ve coğrafyanın eserlerini araştırmaya giriştiğimizin belli olması için her dönemin tarihî ve coğrafi zemini ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun için tabiî ki araştırmalardan faydalandık; ancak özellikle atalarımızın bıraktığı eserler, tarihin ortaya konulmasında birinci derecede kaynak olarak kullanılmıştır. Bu arada destanların da tarihî bir kaynak olarak değerlendirildiğini belirtmeliyim.

Tarihî zeminin ortaya konmasında daha çok başlangıç dönemleri ve kökenler üzerinde durulmuştur. Bilinmeyen dönemlerde mümkün olduğu kadar ayrıntıya gidilmiş; bilinen dönemlere yaklaştıkça ayrıntıdan kaçınılmıştır. Çünkü maksadımız bilinen dönemlerin tarihini yazmak değil daha çok karanlık dönemleri ve kökenleri aydınlatmak olmuştur.

Türk dilinin tarihî dönemlerinde de aynı yol izlenmiştir. Köktürk döneminde görülen ayrıntılar, elbette Osmanlı ve Çağatay dönemlerinde yoktur.


Bugüne yaklaşıldıkça teferruat bırakılmış, dönem kuşbakışı olarak değerlendirilmiştir. Bazı dönemlere ait metinlerin verilmeyişinde de aynı düşünce hâkim olmuştur.

Elinizdeki eser, Türk dilinin sadece dış tarihi değildir. Her dönemin dil özellikleri belirtilmeye çalışılarak dilin iç tarihi de ortaya konulmak istenmiştir. Ancak her dönem için aynı şemayı kullanıp tasvirî gramerler yazmak yerine dönem farklılıklarına ağırlık verdim. Böyle bir usulün, dilin dahilî gelişmesini daha açık göstereceğini düşündüm. Tabiî ki bu bölümlerde önceki çalışmalardan yararlandım. Ancak bir yandan bütüncü, bir yandan karşılaştırmalı bir bakışla dilin tarihini kendime has bir şekilde ortaya koyduğum kanaatindeyim.

13. yüzyıl öncesi eserleriyle, Doğu Türkçesi eserleri edebiyat açısından ülkemizde çok az incelenmiştir. Bu eserler üzerindeki edebî değerlendirmeleri büyük ölçüde hâlâ Köprülü'ye borçluyuz. Son yıllarda Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri edebî bakımdan daha fazla ele alınmaya başlanmıştır. Edebî araştırmalar konusundaki eksikliği dikkate alarak eski dönem eserlerinin biçimi, muhtevası ve üslûbu üzerinde de durmaya çalıştım. Bu bakımdan edebiyat tarihçilerinin de kitabın bazı bölümlerinden yararlanabileceğini düşünüyorum.

Bilim alanlarında verilen her eser yeni görüşler, yeni yaklaşımlar ve bakış açıları getirmelidir. Bu kitabı esas itibariyle bir müracaat eseri olarak hazırlamakla beraber bazı sorunları tartışmayı ve kendi görüşlerimi ortaya koymayı da gerekli buldum. Bunu, bir müracaat ve ders kitabının niteliklerini bozmayacak ölçülerde yapmaya çalıştım. Eğer bazı görüş ve yaklaşımlarım tartışmalara yol açabilirse bunun, bilim dalımıza bir kazanç getireceğini düşünüyorum.

Türk dili tarihi bir açıdan Türk dili araştırmalarının da tarihidir. Bu ba-kımdan özellikle eski dönemlerde keşiflerin ve araştırmaların tarihini de ayrıntılı olarak vermeye ve bütün önemli araştırmaları göstermeye çalıştım. Her dönem, isim ve eser üzerinde yapılmış olan çalışmalar, bazen yayımlanmamış tezlere kadar ilgili bölümde verilmiş; bazen de önemli çalışmalar hakkında kısa açıklamalar yapılmıştır. Bölümler içinde künyeleri verilen çalışmaların büyük bir kısmı doğrudan doğruya görülüp incelenmiş; ulaşılamayanlar hakkında ise yapılan tanıtmalardan yararlanılmıştır. Ancak bu çalışmalardan doğrudan doğruya yararlanılmadıkça bibliyografyaya alınmamıştır. Bunun hem bir tekrar olacağı, hem de bibliyografyayı şişireceği düşünülmüştür. İsteyen okuyucular ilgili bölümde, yapılan çalışmaları bulabilirler.

Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerini daha net olarak görebilmek için, Amerika Birleşik Devletlerinde son yıllarda tekrar revaç bulan monogenist teoriye ve bütün dünya dilleri için yapılan sınıflandırmalara da girişte yer verdim. Bu konudaki çalışmaların Türkiye'de henüz tanınmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla giriş bölümünde yer alan Nostratik, Avrasyatik teorileri ve dünya dillerinin sınıflandırılmasıyla ilgili kısa bahislerin ilk bilgiler olarak değerlendirilmesini diliyorum.

Çok geniş kapsamlı bir kitabın pek çok eksik ve kusurunun da olacağı muhakkaktır. Kitapta görülebilecek her türlü eksik ve kusurun yazılmasından veya bana bildirilmesinden memnun olacağım. Bilimin, tenkitle, tartışmayla geliştiğini ve gelişeceğini ben hiç unutmuyorum; kitabımı okuyanların da unutmamasını dilerim.

Bilim hiç şüphesiz objektif bir alandır. Ancak bilimle uğraşanların her zaman ve yüzde yüz objektif olabileceklerini sanmıyorum. Esasen insan beynindeki düşünce ve duygu merkezlerinin birbiri içine girmeden tamamen bağımsız çalışabildiklerini de zannetmiyorum. En fazla objektif olunması gereken alanda da duygular daima işe karışabilir. Bu duygular içinde adına heyecan denilen bir duygu var ki onun işe karışmasının her zaman zararlı olduğu da söylenemez. Ben heyecanı, bizi çalışmaya iten bir enerji olarak düşünüyorum. Eğer bilime ve milletime faydalı olma heyecanını taşımasaydım kendimde bu kitabı da, başka kitaplarımı da yazacak enerjiyi bulamazdım. Okuyucular zaman zaman heyecanımın kitabın bazı satırlarına da yansıdığını görürlerse bu düşüncelerimi hatırlasınlar.

Kitabın yalnız Türkoloji camiasına değil, Türk dil, tarih ve kültürünü merak edenlere de hitap ettiğini sanıyorum. Yalnız meslektaşların değil konuya ilgi duyanların da görüşlerini almak beni memnun edecektir.

Sözlerimi bitirirken kitabın yazılması sırasında bilgisayarda karşılaştığım her problemi çözen ve yazım tekniği hususlarında bana yardım eden oğlum Satuk Buğra Ercilasun'a teşekkür etmek istiyorum. O olmasaydı kitabımı bu kadar rahat bir ortamda yazamazdım.

Prof.Dr.Ahmet B. ERCİLASUN
20.08.2004



ayrıca : DİL-BİLİM.COM





ve diğer ilgili yazılar.








***



31 Ekim 2012 Çarşamba

SÜMERLER , MEDENİYETİN BAŞLANGICI






Sümerliler bundan 6000 yıl önce Dicle ve Fırat nehirleri arası olan Mezopotamya'nın güneyine gelip yerleşmiş, orada büyük bir uygarlık kurarak en az 2000 yıl varlıklarını korumuşlardır. Uygarlıklarının en önemli buluşu dillerine göre bir yazı, alfabe icat etmeleridir. 




Çiviyazısı adı verilen bu yazıyı gerek Sümerliler zamanında var olan, gerek daha sonra tarih sahnesine çıkan Orta Doğu milletleri de kendi dilleri için kullanmışlardır. Güney Mezopotamya'da yapılan kazılarda çıkan bol miktardaki Sümer belgeleri üzerinde büyük bir gayretle çalışıldı, sözcükleri, gramerleri yapılmaya başlandı. 


Bunlar üzerinde çalışanların hepsi "Batılı bilimadamları" idi ve Türkçe bilmiyorlardı.  Yine de Fritz Hommel (  Fritz Hommel, Ethnologie and Geographie des alien Orients, 1925 München) , Diyakonov, Zakar Andereyas (Zakar Andereyas, “Current Antropologie”, World Journal of the Science of Man, 1971) gibi bilim adamları Sümer dilini Fin, Kafkas, Uygur dillerine benzeterek bir hayli eş anlamlı Türk ve Sümer kelimelerini karşılaştırmışlardı.





Prof.Osman Nedim Tuna, 165 Sümer kelimesini ,hem anlam hem fonetik bakımından uyan Türkçe kelimelerle eşleştirmiş. Bu tezini, Amerika'da Türkolog ve Sümerologların olduğu kongrede sunmuş ve hemen hiç tartışma olmadan bu tez kabul edilmiştir.


Nedim Tuna'ya göre; "Türk dili 5500 yıl önce bağımsız ve iki kollu bir dil olarak bulunuyordu. İlk ana Türkçe (ÖnTürkçe) ise 10.000 yıl eskiye gidiyor.."





Sümerce ,bugünkü Anadolu Türkçesinden ziyade Asyadaki Türk devletlerinin Türkçesine daha yakındır.






SÜMERLER kendilerine KENGERLER der. KENGERLER ORTA ASYA'da bir TÜRK BOYUDUR.

Sümerliler diyoruz; çünkü Sümer, halkın oturduğu yere verilen adtır. Bu, Türkçede “tepesi yüksek, sivri dağ” demek ( Prof. Ahmet Ercan). 




Bu isimde Moğolistan’da, Türkistan’da dağların olduğunu Servet Somuncuoğlu Sibirya’dan Anadolu'ya Taştaki Türkler/From Siberia to Anatoliathe Turks on the Rock adlı kitabında mevcuttur. 

Sümerliler, kendilerine “Kiengir, Kingir, Kenger” diyorlardı. Türkler arasında tarihteki en eski boy adı imiş “Kenger”. Bunların yoğun olarak bulundukları yerde bulunan Keş/Kiş yer adının, Sümerlilerin Mezopotamya’da ilk kurdukları şehrin adı olmasını bir rastlantı olarak kabul etmek hiç de kolay değil. Ayrıca, Türkmenistan’da bir Türkmen obasının adını “Kügür”, Azerbeycan’da bir yer adını da “Kenger” olarak buluyoruz. Burada yaşayanlar kendilerine “Kengerlu, Kengerli” diyorlar. Bu da Sümerlilerin “lu.kenger.ra = Kengerli insan” deyimine uyuyor. 








Ayrıca Sümerliler kendilerini “Karabaşlı” olarak tanımlıyorlar. Türklerde “kara” ile başlayan “Karakaşlar”, “Karaçorlular”, “Karapahpahlar”, “Karadağlılar”, “Karakalpaklar” gibi boy adları var. Bunlardan bir kısmı aynı ad ile Anadolu’nun doğusuna göç ederek Kars ve Muş vilayetlerine yerleşmişler. Manas Destanı’nda Manas ziyafete çağrılınca, “Karabaşlı kişiyiz” diyor. Bu “Yalnız başımıza yiğidiz” demekmiş. Sümerlilere Karakalpaklar, daha uygun görünüyor. Hakaslılar da kendilerine “Kara baş, Karabaşlı” diyorlarmış. Buradaki “kara” da saygınlığı ifade ediyormuş (Hakaslı Timur Davleto).






Almanca ve İngilizce kaynaklarda ilk etapta  "Dilleri hiçbir dillere benzemiyor" derlerdi . Lakin bu durum hala devam etmektedir. Bazı BATILILAR ısrarla TÜRK ismine değinmeden makaleler ve kitaplar yazmaktadır. !!!


" SÜMER MEDENİYETİ başka bir yerden gelmedir, çünkü MEZOPOTAMYA'da birden bire bir kültür çıkamaz, demek ki bu kültür başka bir yerde (Orta Asya'da) UYGARLIĞA ulaşmış, ama TUFAN'dan dolayı GÖÇMÜŞTÜR. Matematik, geometri,astronomi, su kanalları, maden işçiliği, mimari yapıları birden bire doğamaz. İşte bu MEDENİYET SÜMERLER / KENGERLER dir."




MARİ

Şimdiye kadar Batılılar hep dünya'nın ilk dili HİNT AVRUPA dili demiştir ,ama bu çökmüştür. İLK dil URAL ALTAY dilidir.
Osman Nedim Tuna Türkçe ve Sümerce ile ilgili değerli bir araştırması vardır. Philadelphia Üniversitesi Sümerce Lügatı yapmakla meşgul, 2019 da bitecekmiş.

Herhangi geniş bir çalışma yapmadan "Sümer dilini Türkçe diline" benzetenler A.Falkenstein ( A.Falkenstein, W. Von Soden, Sumerische und Akkadisch Hymnen und Gebete) , Hartmut Schmökel ve S.N.Kramer'dir. Kramer yeri geldikçe bunu bir çok yerde tekrarlamıştır.

DİL üzerine Alman Professör 1914-1915 yıllarında bir makalesinde " 200 Türkçe kelime ile Sümerceyi karşılaştırıyor ve Sümerce Türkçedir" diyor. 



“Sümer tabletleri çözülmeye başlayınca Sümerlerin gerçek adının Ki-Engir, Ke-Engera, Ki-Engürü, Kengir, Kengi, Kangı vs şeklinde geçtiği görülür”.

“Ancak en güçlü ve mantıklı olasılık, Sümerlerin muhtemel ata yurtlarının ismi olan Kenge’nin (Harezm) Sümerlere isim vermiş olmasıdır.


Kenge (Es. Tr.): Harezm bölgesi


Kenge-eri (Tr.): Kenge insanı, Kenge’den gelenler


Kengeri (Tr.): Sümerlerin gerçek adı”. 


“Dünyanın ilk uygarlığı Kenge (Sümer) adında bir Türk uygarlığıdır. Etrüskler Avrupa’da, Hattiler  Anadolu’da  ilk  uygarlıkları  yaratan  Türk  topluluklarıdır.” 




“Göz önüne alınacak bir nokta da, yüzyıl önce, ne bu eski günler, ne de Sümerler hakkında hiçbir şeyin bilinmemesiydi. Arkeologlar, (…) Sümerleri değil, Asur ve Babillileri arıyorlardı. Bu kavimler ve onların uygarlıkları hakkında Yunan ve İsrail kaynaklarında bir hayli bilgi vardı. Buna karşılık Sümer ve Sümerlere ait en ufak bir bilgi bile yoktu.”

“İlk olarak İ.Ö. 4. Binin sonlarına doğru hemen hemen bundan 5 bin yıl önce (…) Sümerlere kil üzerine yazma fikri gelmişti.”


“İbraniler Tevrat’ı, Yunanlılar İlyada ve Odise’yi yazmadan 1000 yıldan fazla zaman önce, Sümer’de mitolojiler, destanlar, ilâhiler, ağıtlar, atasözü koleksiyonları, masallar ve hikayelerden oluşan zengin ve gelişmiş bir edebiyat bulunuyordu. Herşey Sümerlerden gitmedir.” 



“Sümerler, M.Ö. 4000 yılın ortalarından itibaren Mezopotamya’da insanlık tarihinin en eski ve en temel medeniyetini yaratmış kavimdir. Onlar, dünyada ilk olarak kendilerinin ürettiği çivi yazısı ile insanın beyninden geçirdiği ve dilinin söylediği şeyleri diğer insanlara ulaştırmanın ve gelecek nesillere iletmenin mümkün olduğunu ispat etmişlerdir. Bu yazıya, enine boyuna konulmuş çivilere benzediği için çivi yazısı denilmiştir. O kavmin kendi kendilerine verdiği isim, Ki-En-Gi ve sonraları Ki-İn-Gi, Kengi(r)’dir. Sümer ya da Sümerler adı ise onlara Akkadlar gibi Samî kavimler tarafından verilmiştir.” 


Anau medeniyetinin (Aşkabat çevresi, Türkmenistan, MÖ.4000) hemen ardından Mezopotamya’da insanlık tarihinin çok zengin uygarlığı, Sümerler tarafından meydana getirilmiştir. Tarih biliminin gelişmesi sonucunda Sümer ve Anau medeniyetleri arasında bulunan ilişkiler ve Sümerler ile Türkmenlerin atalarının arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır.” (Explorations in Turkestan)


“Landsberger’in tespit ettiği alıntı kelimelerden oluşan bu malzeme, onun ‘Proto Euphrates’, ‘Proto Tigris’ diye adlandırdığı dillere bağlanıyor. Landsberger’in bu isimlerle işaret ettiği saha Fırat ve Dicle havzasıdır. (…) Şu halde Türkler daha M.Ö. en az 3500’lerde bugünkü Türkiye’nin doğusunda oturuyorlardı .





ADALET VE GÜNEŞ TANRISI UTU

“Türk dilinin zamanımızdan 5500 yıl önce müstakil ve iki kollu bir dil olarak varlığı ispatlanmıştır. Eğer doğuştan, Sümerlerle temasa geldikleri zamana kadarki çözülme hızı sabit ise, ‘ilk Türkçe’ veya ‘Ana Türkçe’nin muazzam bir zaman önce yaşamış olması gerekir. (…)

“Türk Dili’nin (…) yaşı, en pinti hesaplara göre 8500’dür. (…) Şimdi bu rakam doğrulanmaktadır. Çünkü Ana Türkçe’den Ana Doğu ve Batı Türkçesi’ne kadar geçen zamanı da hesaba katarsak, bu devreden zamanımıza kadar geçen 5500 yılın ikiye katlanması mümkündür”. 





ERAKLES / SUMER .... HERAKLES/HERCULES/HERKÜL
Bilgamış (Gılgamış olarak yanlış okunmuştur)


“Tanınmış Sümerolog S. N. Kramer, Sümerlerin Enmerkar ve Lugalbanda destanlarında anlatılan kahramanlık öykülerine dayanarak, ilk Sümer beylerinin Hazar denizi yakınlarında bir yerde aranan Aratta adlı şehir devletiyle yakın bir ilişki içinde olduklarını, Sümerce’nin de Ural-Altay dilleri gibi aglutinatif bir dil olduğuna dikkati çekerek, Sümerler’in ana yurtlarının Aratta bölgesinde olabileceğini söylemektedir”.

“Agade (Akad) Kralı Sargon, (Şarruken) Lugalzaggesi’yi (III. Uruk hanedanı kralı) yenerek imparatorluğuna son vermiştir. Kendisini de zincire vurarak halka teşhir etmiştir. Böylece Eski Sümer devri son bulmuştur (yaklaşık M.Ö. 2350)”. 





BİR DENİZALTI MI ?


“Ur-Nammu, III. Ur hanedanı olarak bilinen Sümer hanedanının kurucusudur. Eski Mezopotamya tarihinde, Yeni ve Klasik Sümer devri (Yaklaşık M.Ö. 2112-2002) olarak tanımlanan dönemi III. Ur hanedanının temsil ettiği kabul edilmiştir. Bu devir Sümerler’in en parlak, fakat aynı zamanda onların tarihte son defa görüldüğü zamandır”.



“Onun zamanında hemen hemen bugünkü Irak’ı içine alan büyük bir devlet kurulduğu anlaşılmaktadır. O, Sümerler’i tek devletin yönetimi altında birleştirmiştir. Bu çok önemli bir olaydır. Çünkü o zamana kadar Sümerler daima küçük şehir devletleri kurmuşlardır. Ur-Nammu, tarihte ilk defa ‘Sümer ve Akad kralı’ ünvanını kullanan kraldır”.


“Ur-Nammu’dan pek çok yazılı belge kalmıştır. Bunlar içerisinde şüphesiz hepsinden önemlisi yazdırdığı bir kanun metnidir. O, tarihte bilinen ilk kanun koyan kraldır”.



“Ur şehrinde kazılar yapmış olan L. Wooley, Ur devrine (yaklaşık M.Ö. 2600-2500) ait mezarlar ortaya çıkardı. ‘Ur kral mezarları’ olarak anılan bu mezarlardan pek çok değerli eser ele geçmiştir. Mezarlar taştan ve galeriler halinde yapılmıştır, üzerleri kubbelidir.” (Kurgan tipi)


“Her şeyden önce, icat ettikleri çivi yazısını sadece Mezopotamya kavimleri değil, M.Ö. 1950’lerden itibaren Anadolu kavimleri tarafından da alınıp kullanılmıştır. (…) (Ugarit) tipi yazı, çivi yazısı örnek alınarak yaratılmıştır”.



Prof. Dr.Emin Bilgiç, makalesinde ; Sümer dili, yazının M.Ö. 3100’lerde icadından sonra, çağının tarihi, edebi, dini, hukuki, iktisadi muhabere (iletişim) dili olmuş ve sadece Sümerliliğin, Sümercenin değil, Hitit, Urartu, Babil ve Asurlular’ın ortadan kalkışına, hatta Hz. İsa’nın doğumuna kadar Orta Doğu’nun mektep ve ilim dili olmasına devam etmiştir”.


SÜMER BAŞLIĞI


Bu sebeple de, Hititler, Hurriler, Urartular, Yahudiler, İsrailliler onların eserlerinden bazılarını kendi dillerine tercüme ederek, geniş ölçüde taklit etmişlerdir”. 









“İlk defa Dr. Edward Hincks, çivi yazılarının, Mezopotamya’da Samilerden önce yaşamış olan bir millet tarafından icat edildiğini fark etti. İki yıl sonra, 1852 yılında Rawlinson (…) bu dilin ‘İskitçe veya Turani’ bir dil olduğunu fark etti.. Kısaca Rawlinson Sümerlileri ve dillerini keşfetmiş bulunuyordu. Mamafih, çivi yazısını icat eden bu Sami olmayan milletin doğru olarak isimlendirilmesini Jules Oppert’in (Écriture Anarienne,1855 / Casdo-Scythian-Turanian / Sumerian language 1869 -Turanian) dehasına borçluyuz. O, 1869 yılında, dilin yapısını tetkik ettikten sonra Sümerce’nin Türkçe, Fince ve Macarca ile yakın akraba olduğu sonucuna vardı.

Sir Henry Rawlinson’un Sümer dilini ‘Turani bir dil’ olarak tanımladığı dönemde Sümer medeniyeti henüz keşfedilmemişti. Bilim adamları onların, büyük Sami medeniyeti içinde yaşayan geri bir toplum olduğunu düşünüyorlardı. Daha sonra arkeolojik araştırmalar Sami medeniyetinin asıl dayanağı olan büyük Sümer gerçeğini ortaya çıkarınca, Batı bilim çevreleri Sümerlilere atfedilen ‘Turani’ damgasını bırakıp onların ‘bilinmeyen bir dile ve ırka’ sahip oldukları tezini ortaya attılar”.





SÜMER ESKÜLAPI/ TIP/DNA ?!

“Sümer tarihini yazan bilginlerin çok garip bir temayülleri de, Sümerlileri ve dillerini her fırsatta tarihten silmeye teşebbüs etmeleridir. Hem de öyle bir millet ki dilleri, Tevrat yazarına göre, ‘bütün dünyanın dili’ idi”. 


Çağımızın bir bilgini, Sir Leonard Woolley, bunu şu sözlerle destekliyor: ‘Sümer medeniyeti, ilkel barbarlığa gömülmüş bir dünya ışık saçan bir ilk sebep (illeti-asliye) mahiyetini taşıyordu. ARTIK BÜTÜN SANAT VE BİLİMLERİN YUNAN'A DAYANDIĞI DÜŞÜNCESİNİ AŞMIŞ BULUNUYORUZ. DEHA TOMURCUKLARININ NASIL LYDİALILARDAN VE HİTİTLERDEN, FENİKE VE GİRİT'TEN , BABİL'DEN VE MISIR'DAN BESLENDİĞİNİ ÖĞRENMİŞ BULUNUYORUZ.  KÖKLER DAHA GERİLERE DAYANIYOR, BUNLARIN ARKASINDA SÜMER YATIYOR.”


“Bugün insanlığın ruhsal gücünü oluşturan dini geleneklerin köklerini genelde Sümer’e dayanır”. 




ANA TANRIÇA İNANNA Utu/Shamash’ın ikiz kız kardeşi, Nanna/Sin’in kızıdır.  / (ARTEMİS ! Er-Temiz -SB.)




“...Sümerliler artık yoktu… (Mamafih) M.Ö. 1600 yıllarına kadar hâlâ Sümerce yazılmış metinler bulunuyordu. (…) İki dilli Sümerce ve Akkadca metinlerin hemen hepsi M.Ö. 1400 yılı ile Hıristiyanlık devri arasında yazılmıştır… M.Ö. 1400 yılından itibaren, Akkadlı bilginler, (Kassitler), Sümerce tarihi ve dini metinler düzdüler, ekseriya da mevcut Sâmi (Akkadca) metinleri tekrar eski kutsal dile, ‘Sümerce’ye tercüme ettiler… Babilli bilginler, Sümerce’nin kayboluşundan en az bin yıl sonra bile bu eski kutsal dilde metinler yazdılar.” 

“Bundan en az 5 bin yıl önce Sümerlilerin uyguladıkları kemer, kubbe sistemi, sütunlar, yuvarlak pencereler, mozaikler, duvar süsleri, kabartmalar, sunaklar, nişler Ortadoğuda olduğu gibi, Yunan, Roma yoluyla Batı mimarisine girmiştir. (…)


Yapılarda kullanılan tuğla, kerpiç, evlere kadar künklerle getirilen su yolları, tuvalet (EVLERDE TUVALET VARDI) , lağım teşkilatı Sümerlilerde başlamıştır.(…)





SÜMER POSEİDON'U/YA DA YUNUS PEYGAMBER (araştırmak gerek-SB)

Kanallar açılarak bataklıkların kurutulması, tarımın sulanması (…) bir tür baraj uygulaması (…) yine Sümerlilerde başlamıştır.

Bugün uygarlığımızın temeli olan tekerlek, bundan en az 5 bin yıl önceye ait Ur kral mezarlarında gömülmüş arabalarda ve birçok kabartmada görülmektedir. (…)


Sümerlerin uygarlığa en önemli katkıları, dillerine göre bir yazı icat etmeleri ve okullar açarak onu istedikleri her konuya yazacak şekilde geliştirmeleridir”. 


“(…) böylece hem kendileri istediklerini yazabilmişler, hem de Ortadoğu milletleri olan Babilliler, Asurlular, Hurriler, Hititler ve Urartuların da kendi dillerini yazmalarını sağlamışlardır. Ugaritler ve Persler de bu yazıdan harf yazısı yaparak yararlanmışlardır. Sümer yazısı Mısır yazısının icat edilmesine de önderlik etmiştir.”


“(…) MÖ. 3000 yıllarında kurdukları şehir beylikleri, Hindistan’dan Akdenize kadar olan alandaki ve ortaçağ Avrupa’sındaki şehir krallıklarının öncüleri olmuştur. Şimdiye kadar bulunan ilk Sümerce yazılı kanun kitabı, yeni Sümer devrini başlatan üçüncü Ur sülalesinin kurucusu Urnammu tarafından kaleme aldırılmıştır”. 



“Dünyadaki bütün olayların gökyüzünde yazılı olduğuna inanan Sümerliler, onu incelerken astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlardır. Matematikte onlu ve altılı sistemi bulmuşlardır. (…) Yunanlı Fisagor’a (Psagor) mal edilen Fisagor teoremi de tablet üzerinde çizilmiş olarak bulunmaktadır. Cebirin kökeni de Sümerlilere dayanmaktadır”. 


kaynak kitaplardan ALINTIDIR.


Ur kazıları Kraliyet Mezarı

Ur kazılarından

Ur kraliyet Mezarından çıkan KOÇ (Hz.İbrahim ? / Altınpost ?)




***



Hiç şüphe yoktur ki ; Sümerler Türk'tür ve Orta Asya'dan dünyanın neredeyse her noktasına göç eden Türklerin bir koludur. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ'da, elindeki sayısız yazıt ve tabletleri okuyup, yazarak bunu kanıtlamıştır.



Tevrat , Gılgamış Destanı, Sümer Kral Listeleri ve Sümer efsanelerinin karşılaştırılmalı olarak incelenmesi Sümer Nuh'unun Akad topraklarındaki Shuruppak köyünde yaşamış iyi bir insan olarak tanımlanan, göçmen bir Sümerli olan Uta-Napisthim olduğunu ortaya koymuştur. (Woolley,Ceram,Çığ)




Sümerlilerin Türk olduğu kanıtlandıysa..NUH TÜRK olmuyor mu ? !!!




"Ölümünden iki ay önce çevirisini yaptığım ve Türk Tarih Kurumu 
tarafından yayımlanan “Tarih Sümer’de Başlar” kitabını eline aldığı 28 Eylül 1990’da bana şöyle yazmıştı:

“Ne de olsa bu kitap büyük bir olasılıkla Türkçe gibi bitişken bir dil konuşan ve Güney Mezopotamya’ya 6-7 bin yıl önce Orta Asya’nın herhangi bir yerinden göçmüş olan Sümer halkı hakkında. Sümerlilerin Türklerle ilgili bir halk olduğu fikri Atatürk zamanında geçerli idi. Böyle olabileceği hakikatten hiç de uzak değildir”.

Sümeroloji Hocam Benno Landsberger de : “Sümer dili, hem dil bakımından, hem de, bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil olması bakımından önemlidir. Bu türden olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir” diyor.  " 



"TÜRKÇE KONUŞUYORLARSA BİLİN Kİ TÜRKTÜR. GENÇLERİMİZ TÜRKLÜĞÜMÜZE AİT NE VARSA ÖĞRENMEYE ÇALIŞSINLAR. GENÇLERİMİZ AYRICA BİZİM ESKİ ALFABEMİZİ OKUSUNLAR, ÖĞRENSİNLER, BU ÇOK ÖNEMLİ. YARIN ÖBÜR GÜN BENİM KANIM BÜTÜN YAZILARIN BİZİM YAZILARIMIZDAN ÇIKTIĞINI İSPAT EDEBİLİRLER VE DİLİMİZİN DE BÜTÜN DİLLERİN ANASI OLDUĞUNU DÜNYAYA DUYURABİLECEKLERDİR. BÜTÜN DİLLERİN ANASI TÜRKÇE VE BÜTÜN YAZILARIN BAŞLANGICI DA TÜRKÇEDİR. TÜRK DİLİ ÇOK ZENGİN BİR DİL VE MATEMATİKSELDİR. DİLİMİZİ MUHAFAZA ETMEYE ÇALIŞALIM VE KENDİ KÜLTÜRÜMÜZÜ ÖĞRENELİM. BATILILARIN BİZİ KÜÇÜMSEMESİ VE BARBAR OLARAK ADLANDIRMASININ HİÇBİR DAYANAĞI YOKTUR. BEN IRKÇILIK YAPMIYORUM, BİZ MEDENİYETE SAHİP BİR TOPLULUĞUZ VE BÜTÜN MEDENİYETLER DE ORTA ASYA'DAN GELİYOR. "


M. İLMİYE ÇIĞ / 2011







Kaynaklar:
* Muazzez İlmiye Çığ, Sumer’de Tufan, Tufan’da Türkler (e-kitap)
*Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni (E-KİTAP)
*Muazzez İlmiye Çığ, Gilgameş (E-KİTAP)
*Sumer ve Türkler Muazzez İ.Çığ (e-kitap)
*Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar
* Sumer Mitolojisi - Samuel N.Kramer (e-kitap)
*Selahi Diker. Anadolu’da on bin yıl, Türk dilinin beş bin yılı, Eski Kayıp Dillerin Çözümü (e-kitap)
*Begmyrad Gerey, 5000 Yıllık Sumer - Türkmen Bağları (E-KİTAP)
*Osman Nedim Tuna. Sumer ve Türk Dillerinin Tarihi İlgisi İle Türk Dilinin Yaşı Meselesi (E-KİTAP)
* M. Ünal Mutlu, Dünya Uygarlıklarında Türk Dili ve Kenger Uygarlığı
*Sadi Bayram, Kaynaklara Göre Güney-Doğu Anadolu’da Proto-Türk İzleri
*Prof.Dr.Cahit Günbattı, Sümerler, Gutlar, Hattiler, Hurriler, Urartular (Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri Bölümü Sümeroloji Anabilim Dalı , Genelkurmay Ataşe Başkanlığı yayınları)
*Prof.Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümerce kesin Türkçedir,(Azerbaycan)
*Raphael Pumpelly ,Explorations in Turkestan (E-KİTAP) ANAU KAZISI
Ur Excavation the Royal Cemetary - Mezar odaları - C.Woolley 
Ur Excavation the Royal Cemetary - Buluntular  - C.Woolley 


SB.