Sömürgecilik,
yaşadığımız dünyanın maddi zemini oluşturuyor. 1500’lerde başlayan sömürgecilik
kendi siyasi, ekonomik, askeri yapılanmalarını oluştururken aynı zamanda,
fikirsel ve ideolojik yapılanmalarıyla bunları tamamlıyor.
Yapılan ideolojik
çalışmaların ise ikili bir işlevi var. Batı Dünyası bu çalışmaların ışığında
kendi politikalarını ve tarihini oluştururken, bunları aynı zamanda dünyanın
geri kalanına da dayatıyor. Bu noktadan itibaren sömürgeciliğe maruz kalan Batı
dışı coğrafya da, kendisini sömürgeleştirenlerin gözüyle dünyayı yorumlamak
zorunda kalıyor. Bu, aynı zamanda Üçüncü Dünyanın kendi tarihini
sömürgecilerden öğrenmesi anlamına da geliyor.
Bu durum ise doğal
olarak, Batı dışı coğrafyanın tamamen esir alınmasına yol açıyor. Sonuçta
Batının yarattığı terminolojiyle ve Batının bakış açısıyla verilecek mücadele,
zorunlu olarak sömürgeciliğin bilinçli olarak oluşturduğu zeminde gelişiyor.
Üçüncü Dünyanın
Batıya karşı vereceği mücadelenin ilk olarak bu zeminden kurtulması gerekli.
Bunun içinse Batının yarattığı kavramların, terminolojinin ve tarihin baştan
reddedilmesi şart. Ezilenlerin kendi tarihlerini ve terminolojilerini
yaratmaları nesnel bir zorunluluk olarak kaşımıza çıkıyor.
Burada Batının
yarattığı ve değiştirilmez bir gerçeklikmiş gibi sunduğu herşeye karşı fikirsel
bir saldırı zorunlu. Bunların başında ise dünya uygarlığının ve dolayısıyla
Avrupa’nın beşiğinin Yunan medeniyeti olduğu tabusu geliyor.
Batı, Yunan medeniyeti
ve bunu yaratan “beyaz adam” mitiyle, kendisi dışındakilere üstünlüğünü
dayatıyor. İlk olarak Batının yarattığı Yunan medeniyetini ve sonra da beyaz
adamın yani Batılının üstünlüğünü sorgulamak şart. Mazlum milletler, bu mitler
yıkılabildiği oranda kendi tarihlerini ve medeniyetlerini ortaya
çıkarabilecekler. Bu ise Avrupamerkezciliğin yıkılması anlamına gelecek.
Martin Bernal’in
“Kara Atena” isimli çalışması bu konuyu inceliyor. Kitap, Yunan medeniyetinin
uydurma olduğu sonucuna varıyor. Avrupa’nın üstünlüğünün kanıtı olarak sunulan
bu medeniyetin, esas olarak Mısır ve Fenike kökenli olduğu kanıtlarıyla ortaya
konuluyor. Bu gerçekleri kapatmak içinse beyaz adamın üstünlüğünü iddia eden
ırkçı teorilerin oluşturulduğu kitapta örnekleniyor.
ATHENA |
Kitap ilk olarak
Yunan tarihini inceleyen modelleri tartışmaya açıyor. Bernal, burada iki modeli
inceliyor. Birinci model Eskiçağ Modeli. İkinci model ise Ari Model. Bernal,
kitabın ilk bölümünde Eskiçağ Modelini inceliyor. Bu modelin önemi Yunan
tarihini Mısır ve Fenike kolonileştirmeleriyle birlikte tanımlaması. Bernal, bu
modelin zamanla unutturulduğunu ve buna karşı ikinci bir modelin
oluşturulduğunu belirtiyor. Zaten kitabı önemli yapan da Ari Modelin
oluşturulurken yapılan tarihi çarpıtmalar ve bu modelin oluşturulma sebeplerini
incelemesi.
İlk Adım:
Kolonileştermelerin Reddi
Yaşadığımız dünyanın
temel paradigmasını Avrupamerkezcilik oluşturuyor. İlericiliğin tek bir kaynağı
var, o da Batı. Batının tüm değerlerini kendi iç dinamikleriyle oluşturduğu
temel varsayım olarak kabul ediliyor.
Bernal, Yunanların,
Mısırlılar ve Fenikeliler tarafından kolonileştirildiklerini açıklıyor. Bu
durumda Yunan medeniyetinin köklerinde bunların izlerinin olması kaçınılmaz
oluyor. Kendini Ari fetihlerine dayandıran Batılıların daha önceden fethedilmiş
olmaları da gurur kırıcı bir durum yaratıyor. Bernal, bu durumun pek çok Yunan
araştırmacı tarafından unutturulmaya çalışıldığını belirtiyor.
Ancak
kolonileştirmelerin Yunanlar için daha olumsuz tarafı medeniyetlerinin Avrupa
değil, Doğu kökenli olması. Bu durumda Yunan tarihi 18. yüzyılda
oluşturulurken, ilk iş olarak bu kolonileştirmeler reddediliyor. Mısır ve
Fenike kolonicileri yerine, kuzeyden gelen Ariler bir nevi uyduruluyor.
Bernal’e göre Yunan tarihi yazılırken ilk olarak bu yapılıyor.
Yunan Tarihinin
Kahramanları Bile
Kolonileştirmeleri İnkar Etmiyor
HOMEROS |
Yunan tarihi yeniden
oluşturulurken, özellikle 1800’lerde, iki isim ön plana çıkmaktadır. Bunlardan
birincisi Yunan şair Homeros’tur. Homeros’un “İlyada Destanı” çoğu araştırmacı için
Yunan edebiyatının ilk eseridir. Coşkulu bir anlatım tarzına sahip olan destan,
bir bakıma Yunan kahramanlıklarını anlatmaktadır. Ari Modeli savunan
araştırmacıların ortak noktası İlyada’yı referans almalarıdır. Destandaki
kahramanlık ve coşku öğeleri Yunanların ataları olduğu varsaydıkları Aryanlara
atfedilmiştir. Böylece Arilere dayanan bir Yunan tarihi oluşturulmaya
çalışılmıştır.
Ancak Bernal,
kitabın ilk bölümünde Homeros destanlarından yola çıkarak Mısır ve Fenike
kolonileştirmelerini kanıtlıyor.
Homeros Yunan
mitoloji kahramanlarından Phonix’in adının sık sık Fenikeli anlamında
kullanıldığını belirtiyor (Kara Atena sf. 146).
Homeros diğer
destanı olan Odysseia’da ise Ege’ye yerleşmiş Fenikelilerden bahsetmiştir.
Heredotos’ta
Kolonileştirmeler
FENİKELİLER |
Yunan tarihinin
babası olarak kabul edilen Heredotos ise, bu konuda çok daha fazla kanıt
sunmaktadır. Heredotos kolonileştermeleri hiçbir zaman sorgulamamıştır. Hatta
bir adım daha atarak, Yunanistan’a alfabenin Fenikeliler tarafından
getirildiğini açıklamıştır. “Tarih” adlı yapıtında Heredotos şöyle demektedir:
“(...) Bu sözünü
ettiğim Fenikeliler, Kadmos’un yol arkadaşları, bu ülkeye yerleştikten sonra
Yunanistan’a pek çok bilgi getirmişler ve özellikle yazıyı sokmuşlardır ki, ben
Yunanların bunu daha önce tanıdıklarını sanmıyorum.” (Kara Atena sf. 164)
Heredotos, bütün
Tanrı adlarının da Fenike’den geldiğini belirtmiştir. Heredotos’a göre önemli
olan Yunanistan’ın kimler tarafından kolonileştirildiği değildir. Daha çok
kolonileştirmelerin sonuçlarıyla ilgilenir.
Heredotos’un
alfabenin ve Tanrılara tapınmanın Fenikelilerden öğrenildiğini varsayması
önemlidir. Bu durumda yaşananlar basit bir kolonileştirme olmaktan çıkmaktadır.
Fenikeliler, Yunanlardan daha ileri bir konuma çıkmaktadır. Yunan medeniyetinin
Fenike kökenli olduğu anlamına da gelmektedir. Sonuçta Yunanlar daha alfabe
kullanamaz durumdayken, Fenikeliler alfabelerini oluşturmuşlardır. Bununla
birlikte kendi alfabelerini Yunanlara da öğreterek, onları
medenileştirmişlerdir.
FENİKE ALFABESİ |
Aynı durum, din
alanında da yaşanmıştır. Fenikeliler Yunanlara Tanrı adlarını ve tapınma
şekillerini öğretmişlerdir. Yaşanılan dönemin Antikçağ olduğu göz önünde
bulundurulursa dilin ve dinin toplum yaşantısında oynadığı rol daha da öne
çıkacaktır. Yunan medeniyetini oluşturan temel öğeler dikkate alındığında,
Antikçağ doğrudan Fenike ve Mısır kökenli çıkmaktadır.
Daha sonra Batının
işine gelmeyeceği için, bu durumun üstü kapatılacaktır.
Yunan
Filozoflarında Mısır Etkisi
Bernal ayrıca,
Panhelenizmi ortaya çıkaran Isokrates’in de Mısırlılara hayran olduğunu ortaya
koymuştur. Artan Pers tehlikesine karşı Atinalıların ve Ispartalıların
birleşmesini savunan Isokrates aynı zamanda, Ispartalıları Mısır anayasasını
yeterince iyi uygulayamadıkları için eleştirmektedir. (Kara Atena sf. 172).
Mısır’dan etkilenen
bir diğer filozof ise Platon’dur. Platon, “Cumhuriyet”te Mısır kast sistemine
benzer bir sistem önermiştir.
(Kara Atena sf. 174).
Bernal, çağdaşlarının Platon’u, “Cumhuriyet”i Mısırlılardan kopya etmekle suçladıklarını da belirtmiştir. “Cumhuriyet”te Mısır’dakine benzer bir şekilde, seçkin ve eğitilmiş bir kesimin yönetimi esas alınmıştır. Platon’un önerdiği merkezi yapı çok eskiden beri, Mısırlılar tarafından uygulanmaktadır.
(Kara Atena sf. 174).
Bernal, çağdaşlarının Platon’u, “Cumhuriyet”i Mısırlılardan kopya etmekle suçladıklarını da belirtmiştir. “Cumhuriyet”te Mısır’dakine benzer bir şekilde, seçkin ve eğitilmiş bir kesimin yönetimi esas alınmıştır. Platon’un önerdiği merkezi yapı çok eskiden beri, Mısırlılar tarafından uygulanmaktadır.
MISIRLILAR |
Bernal bu durumu
“İkisi de Yunanistan’ın gerçek Helenik köklerine ne kadar çok indiyse, Mısır’a
o kadar yaklaşmışlardır.” şeklinde belirtmiştir. (Kara Atena sh.176)
Kolonileştirmelerin
Yunan Medeniyetindeki Örnekleri
Bu
kolonileştirmelerin sonucu Yunan dehasının yarattığı iddia edilen mitolojik,
bilimsel ve edebi alanda kendini göstermektedir.
Bunun en açık olduğu
alan mitolojidir. Kitabın ismi bile buradan gelmektedir.
NT - BİLGELİK VE SAVAŞ TANRIÇASI/MISIR |
Athena Yunanların
savaş, dokuma ve bilgelik Tanrıçasıdır. Bernal, Athena isminin Mısır kökenli
olduğunu ve Mısır Bilgelik Tanrıçası olan Nt’den geldiğini iddia etmektedir.
(Kara Atena sf. 107).
Aynı zamanda,
Athena-Atina ilişkisinde görüldüğü gibi, Tanrıların oturdukları şehir ile
adlandırılmaları geleneği de, Mısır kökenlidir. Bernal, ayrıca Athena’nın
Yunanlar tarafından yapılan ilk tasvirini de incelemektedir. Bu tasvirde,
Athena’nın elleri ve ayakları boyalıdır. Bernal, bunu Mısır geleneklerine
bağlamaktadır. Mısır’da erkeklerin ellerini kırmızı ve kahverengi;
kadınlarınkini ise sarı veya beyaz olarak tasvir eden uygulamalar göründüğünü
belirtmektedir. (Kara Atena sf. 108)
Buna ek olarak MÖ 7.
yüzyıldan kalan bir vazo parçasında Yunan mitolojik kahramanlarından Europa,
Doğulu giysiler içinde gösterilmiştir. (Kara Atena sf. 145).
SURİYELİ EUROPA'NIN KAÇIRILIŞI / DOĞU KIYAFETLİ |
Yunan mitolojisi ve
mimarisi incelenmeye devam edildiğinde bu örnekler çoğalmaktadır. Mısır’da
egemen olan boğa kültü, Girit’te de egemendir. (Kara Atena sf. 120). Bunun
yanında, bazı Yunan şehirlerini Mısır ve Fenike’den gelen kolonicilerin
oluşturduğu iddia edilmektedir. Bernal, buna örnek olarak Thebai şehrini örnek
göstermektedir. Bu şehri, Fenike’den gelen Kadmos, Zethos ve Ampihon adlı
kolonicilerin kurduğu, bunların mezarlarının da, Mısır’daki gibi güneşle
ilişkili piramit şeklinde olduğunu kanıt olarak göstermektedir. (Kara Atena sf.
69).
Benzerlikler
bunlarla da sınırlı değildir. İo, Zeus ve Hera öyküsü Kitabı Mukaddes’te yer
alan Hacer adında bir Sami öyküsüne benzemektedir. (Kara Atena sf. 153) Bunun
yanında, Mısır Anatanrıçası İsis’e Atina’nın yerlileri bile MÖ 5. yüzyıldan
itibaren tapmaktadır.
Alıntılar sadece
mitoloji alanıyla sınırlı değildir. Yunan sözcük dağarcığının neredeyse dörtte
biri Mısır, Sami ve Fenike kökenlerle açıklanabilmektedir. Daha Yunan dilinin
Girit’e ve Ege’ye yerleşmesinden önce kullanılan hece dili olan “Lineer A”
zamanında, Mısır ve Sami kökenli sözcükler nüfuz etmişlerdir. Hatta ileride
Yunan kimliğinin oluşumunda kullanılacak Homeros’ta Yunan ve Grek kelimelerine
rastlanmamaktadır.
LİNEAR A / GİRİT |
LİNEAR B / PYLOS-YUNANİSTAN |
*Küçük bir ayrıntı:
Girit'teki Phaistos diski eski Türkçe ile
çözülmüştür. "Tarih Yeniden Yazılacak"
başlıklı yazımızda değinmiştik..SB.*
Yunanlar
Kendi Alfabelerinden Önce
Fenikelilerin Alfabelerini Kullanıyor
Panhelenizmin
güçlenmesiyle birlikte yavaş yavaş Mısır kolonileştirmelerinin izleri silinmeye
başlanmıştır. Özellikle Kadmos ve Danaos’un kolonileştirmeleri ile ilgili
gelenekler tartışmaya açılmıştır. Bu konuda Yunan şairlerinden Homeros ve
Hesiodos’un verdiği tarihler üzerine tartışmalar açılmıştır. Bu şairlerin
yaşadığı tarihler daha yakına çekilmeye çalışılmıştır. Homeros, MÖ 800 ile 700
arasına, Hesiodos ise bundan daha sonraki bir tarihe yerleştirilmeye
çalışılmıştır.
Bunun nedeni, iki
ismi de MÖ 776’da ilk defa düzenlenen Olimpiyat oyunlarının öncesine
yerleştirme kaygısıdır. Çünkü Olimpiyatlar site devletleri şeklinde yaşayan
Yunanların bir araya gelerek kaynaştığı tek organizasyondur. Tüm Yunanları
birleştirme fikri esas olarak Olimpiyatlarda seslendirilmeye çalışılmıştır.
Yunan kültürünün MÖ 2100-1000 tarihleri arasında oluşturulduğu kabul
edilmektedir. Yunan dili ise MÖ 1600-1700 arasında oluşmaya başlamıştır. Bu
aradaki sürede, Yunanların Fenike kökenli bir alfabeyi kullandıkları ve zamanla
bunu değiştirerek kendi ulusal alfabelerini oluşturdukları akla yatkındır.
FENİKELİLER |
Yunanlar ise, alfabenin MÖ 800’lerde getirildiği kabul etmeye yakındırlar. Bu sayede, Olimpiyatlarla yazılı metinler üstüste getirilmeye çalışılmıştır. Ancak Homeros ve Hesiodos’un bu tarihlerden önce yaşama ihtimalleri, Yunanların kendi alfabelerini oluşturmadan daha önce, başka bir alfabe kullandıkları anlamına gelebilecekti. Bu yüzden bu tarihler önceye alınarak alfabe ve destanlar, Olimpiyatlara uygun hale getirilmeye çalışılmıştır.
Genel olarak
alımların MÖ 1100-800 arasında olduğu kabul edilmektedir. Ancak Bernal’e göre,
Fenike alfabesinin Yunanistan’a getirilme tarihi MÖ 1400’lere kadar
gitmektedir. Ayrıca ilk Yunan metinlerinde Mısır ve Sami kökenli birçok
sözcüğün olması bu tezleri güçlendirmektedir. Yunanistan’da MÖ XI. ve X.
yüzyıllarda Fenike varlığını kanıtlayan arkeolojik bulguların varlığı da bu
tezleri güçlendirmektedir. Fenike yayılmasının MÖ 1000-850 yılları arsında en
üst noktaya ulaştığı da göz önünde bulundurulmalıdır. (Kara Atena sf. 148)
Yunan tezlerine göre
Fenikelilerin gelişi en erken MÖ IX. yüzyıl olarak ileri sürüldüğü için,
Homeros bu tarihten önce yaşamış olması Yunanlar için kabul edilemezdi. (Kara
Atena sh.148).
Geri
Batılı, Uygar Doğulu
Yunanların Mısır ve
Fenike’den etkilenmelerinin kitapta bu kadar açık olarak ortaya konması,
günümüzde savunulan uygarlık şablonuna uymamaktadır. Uygarlığın ilk olarak
Yunanlar tarafından oluşturulduğu savı ortadan kalkmaktadır. En basitinden,
Yunanlar o zaman kullandıkları alfabeyi bile Fenikelilerden öğrenmişlerdir.
Bunun yanında Yunan mitolojisinin büyük bölümü de Mısır kaynaklıdır. Bu durumda
Batılıların iddia ettikleri gibi uygarlığın merkezinin Avrupa olduğu düşüncesi
ortadan kalkmaktadır.
Uygarlığın ilk
olarak Doğuda başladığı ortaya çıkmaktadır. Mısır ve Fenikeliler, Yunanları
fethetmiş ve onları uygarlaştırmıştır. Yunan düşünce hayatını oluşturan temel
unsurları bunlar olmuştur.
Bu,
Avrupamerkezciliğin yıkılması demektir. Uygarlık aslında Doğu merkezlidir.
Batılılar Doğunun yarattığı uygarlığı onlardan almışlardır.
Ancak,
sömürgeciliğin gelişmesiyle Batı, Doğu karşısında öne geçmiştir. Bunu fırsat
bilen Batı, kendi uygarlığını açıklamak için yeni modeller geliştirmiştir.
Sömürgeciliği meşrulaştırmak için Batının uygarlığın merkezi olduğunu
kanıtlayacak modellere ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için, bir yandan Batı
uygarlığının oluşumundaki Doğu etkisi saklanmış, diğer yandan da Doğunun geri
olduğunu kanıtlayacak modeller oluşturulmuştur.
Ama yapılmak
istenen, sadece Batının Doğudan daha ileri olduğunu kanıtlamak değildir. Bunun
da ötesinde geri olan Doğunun, Batının müdahaleleri sayesinde ilerleyeceğini
ortaya koymaktır.
Batının kendi
uygarlık mitini oluşturması ise biraz zaman alacaktır. Uygarlık alanında özgün
yapıtları olmayan Batı, ilk önce kendi uygarlığındaki Doğu izlerini silecektir.
Sadece Batının Yunan
uygarlığını yaratma yöntemini izlemek bile, Batı medeniyetinin zorlamalarla
oluşturulduğunu ortaya koymaktadır. Batı, kendi uygarlığı adına öne süreceği
Yunan uygarlığının Mısır ve Fenike temelini tarihsel çarpıtmalarla ortadan
kaldırdıktan sonra, Mısır uygarlığını küçük gösterecek çalışmalar yapmıştır.
Kendi medeniyetini güçlü göstermek için başka medeniyetlere saldırmanın tek
örneğini Batılılar vermiştir. Sadece bu metod bile Yunan mucizesinin zorlamayla
oluşturduğunu göstermektedir.
Mısır uygarlığı
küçük düşürülürken, buna paralel olarak Yunanlar övülmeye başlanmıştır. Bernal,
burada dört koldan birden çalışmaların yapıldığını belirtmektedir.
MISIRLILARDA KARADERİLİ TANRILAR |
Yunan-Hıristiyan
İttifakı
Bunlardan bir tanesi
Hıristiyan tepkiciliğin devreye girmesidir. Hıristiyanlık, 1500’lerden itibaren
sömürgeciliği meşrulaştıran bir görünümdedir. İlkel ve putperest Doğululara
karşı sömürgeci müdahaleler Hıristiyanlık tarafından kutsanmıştır. Bu yüzden
Doğuya karşı Hıristiyanlığın duyduğu tepki, Yunanlar için Mısır’a karşı da
gösterilecektir.
Ayrıca, Mısır
felsefesi, Hıristiyanlığın felsefesine göre daha ilerici olduğu için,
Hıristiyanlığa karşı çıkışlarda kendini göstermiştir. Bernal gnostizm,
neo-Platonculuk gibi Hıristiyanlığa karşı çıkan akımlarda Mısır etkisine işaret
etmektedir.
Hıristiyanlık esas
olarak hayat bulduğu coğrafyanın Doğuya karşı üstünlüğünü kanıtlamak için
devreye girecektir. Yunanların ilk önce Mısırlılara, sonra da tüm Doğuya karşı
üstünlüklerini kanıtlamak için teologlar çalışmalar yapacaktır. Bernal 16. ve
17. yüzyılda Protestan okullarında ve üniversitelerinde Yunan araştırmalarına
dikkati çekmektedir. Önde gelen teologlar Yunanları öven tarih çalışmaları
hazırlamışlardır. (Kara Atena sf. 281-289)
Bu andan itibaren
Yunanlar farklı dinlerdeki Doğululara karşı Hıristiyanlığın savunucusu konumuna
gelmişlerdir.
İlerleme
Paradigması
Mısır’a ve diğer
uygarlıklara karşı verilecek mücadelede Yunan ve Batı uygarlıkları daima
geriden gelmek zorunda kalıyordu. Bu durumda Yunan veya Batı üstünlüğü
sağlanamıyordu. 18. yüzyılda “ilerleme” tezleri ortaya atılmasıyla bu sorun
çözülmeye çalışılmıştır.
İlerleme
paradigmasına göre, yeni olan uygarlıklar daha öncekilere göre daha ileride yer
alıyorlardı. Dünyada uygarlıklar arasında çizgisel bir ilerleme gözlenmekteydi.
İleri olan uygarlık, zamanla tutuculaşıyordu. Daha geriden gelen uygarlıklar
ise, bu uygarlıkları geçiyordu. Bu sayede ilk önceleri büyük bir sorun yaratan
Mısır uygarlığının Yunan uygarlığına göre öncelliği aşılıyordu. Bununla
birlikte geriden gelen ve pek çok şeyi Mısır’dan alan Yunanlar birdenbire ileri
bir konuma geçiyorlardı. Bu anlayış, daha da gelişerek tüm Doğu medeniyetlerine
karşı gösterilecektir
Buradan hareketle bu
uygarlıkların o an için tutucu oldukları da kabul ediliyordu. Bu uygarlıklar
mevcut yönetimlerinden ötürü gericileşmişlerdi. Bu anlayış ileride bu
yönetimleri yıkarak geri durumda olan uygarlıkları canlandırmayı meşrulaştırmak
için kullanılacaktır.
İlerleme
paradigması, aynı zamanda Yunanların dinamik oluğunu da doğal olarak
savunuyordu. Sadece Yunanlar değil, tüm Batı, kendisini ve diğer uygarlıkları
ilerletecek dinamizme sahiptiler. Dinamizm sayesinde Yunanlar geride olmalarına
rağmen Mısır ve diğer Doğu uygarlıklarının önüne geçebilmekteydi. Burada
dinamizmin nesnel bir temeli bulunmamaktadır. Kaynağı belirsiz dinamizmin içini
doldurmak için, ilerlemeciliğin yanında ırkçılık da ön plana çıkmaya
başlayacaktır.
Ancak bu durumda,
daha sonra gelecek medeniyetlerin Yunanları ve Batılıları geçmesi kaçınılmaz
olmaktaydı. Bu durumu aşmak içinse gerektiği zaman ilerleme fikri unutulacak,
ya da Yunanların zamanın çok ötesinde olduğuna dair tezler sürülecektir.
Tüm teorisini
ilerleme üzerine kuran Marks bile, teorisini Yunanlar için değiştiriyordu.
Marks, “Grundrisse”de “Sanatta kimi parıltılı dönemlerin toplumun genel gelişim
durumuyla ve dolayısıyla toplumsal düzenin maddi durumuyla (...) bütünüyle
orantısız olduğu bilinir. Örneğin, çağdaşlara kıyasla Eski Yunanlar ya da
Shakespeare (...)” diyerek Yunanistan’ın kendisinden sonraki dönem için de
üstün olduğunu savunmuştur. Yunanlar kendi zamanlarının üzerinde eserler
bırakmışlardır. (Kara Atena sf. 410). Bu, ilerleme paradigmasına zıttır.
Yunanlar kendinden önce gelenlerden daha üstün olsa bile, onlardan sonra
gelenler tarafından geçilmesi gereklidir. Ancak Marks Yunanların çağların çok
üstünde olduklarını iddia etmekte bir sakınca görmemişti.
YUNAN KÜLTÜRÜNDE KARADERİLİLER |
İlerleme görüşüne
göre Yunan uygarlığının Mısır kökenli olması, Yunanlar için bir handikap oluşturmamaktadır.
Nasıl olsa Yunanlar sonradan geldikleri için daha ileridedir. Ancak Marks,
Platon’un fikirlerini Mısırlılardan aldığını söylemesine karşın, Yunan
mitolojisinin ve sanatının Mısır kökenli olduğunu reddetmiştir. (Kara Atena sf.
411).
İlerleme fikri,
tarih incelemelerinde bir metod haline geldikten sonra “geri Batı-ileri Doğu”
şeklindeki denklem bir anda “ileri ve dinamik Batı-geri ve durağan Doğu” olarak
değişmiştir.
Geri olan Doğuyu da
Batının uygarlaştırması için açık kapı bırakılmış oluyordu. Bunun en güzel
örneği Mısır’a karşı tavırda kendini göstermektedir. 1800’lere kadar Mısır’a
belli bir hayranlık duyulmuştur. Bernal’in aktardığına göre, 1400-1700 yılları
arasında Mısır’la ilgili, Avrupa’da, Batılı seyyahlarca hazırlanmış 250’nin
üzerinde kitap yayınlanmaştır. Hatta Bernal’e göre, Batı Avrupalılar Yunanistan
seyehatlerinden çok, Mısır seyahatlerine ilgi göstermektedir. (Kara Atena sf.
241). Ancak zamanla Mısır’a karşı ilgi azalır. Bir süre sonra Mısır durağan
kabul edilir. 1798’deki Napoleon’un Mısır seferinin sloganı “Mısır’ı
Uyandırmak”tır. (Kara Atena sf. 278).
Aynı yaklaşım, Çin’e
ve Hindistan’a karşı da gösterilecektir.
Romantik
Helenizm Ve Irkçılık
Yunan miti
yaratılırken Avrupa’daki romantizm akımı da etkili olmuştur. Romantiklere göre
halkların değişmez özleri vardır. Önemli olan bunlara geri dönebilmektir.
Romantikler daha çok dil, halk türküleri, destanlar gibi ürünlerden yola
çıkarak halkların kendi özlerine geri dönebileceklirini savunmuşlardır. (Kara
Atena sf. 301). Özellikle destansı anlatımıyla Homeros’tan yola çıkarak kıta
çapında bir Yunan hayranlığı kendini gösterecektir. Ama esas önemli olan ırk
kavramının ortaya çıkarılarak, bunun üzerine bir teori inşaa dilmesidir.
Batılıyı
Ancak Irksal Yaklaşım Üstün Gösterebiliyor
IRKÇILIK |
Batı ile Doğu
arasındaki çatışma, farklı coğrafyaların değil, farklı uygarlıkların
çatışmasıdır. Hatta, farklı iki dünyanın çatışması demek daha doğru olacaktır.
Bu iki dünyanın birbirine karşı kullandığı silahlar da farklıdır. Doğunun Batı
karşışındaki temel üstünlüğü, merkezi devletler temelinde örgütlenmiş ulus
biçiminde yapılardan oluşmasıydı. Bu ulusal-merkezi yapı köklü bir medeniyet de
yaratıyordu. Doğuda uygarlığı yaratan, insanları bir arada tutan bu tarihsel,
dilsel ve dinsel birikimdi.
Batı ise, bu sürede
kendi sınırları içinde Ortaçağ karanlığını yaşamaktaydı. Dogmatik bir
skolastizm bu coğrafyayı esir almıştı. Batı, kendi sınırları dışında ise
sömürgecilikle ayakta durmaktaydı. Bu durumda talana ve yok etmeye dayalı bir
toplumsal altyapı ve bunun üzerindeki federatif, dinsel yapılar; Doğudaki gibi
bir medeniyet yaratamamıştı.
Bunun dışında,
Mısır-Yunan ilişkisinde de gördüğümüz gibi, bir tabi olma ilişkisi
doğabiliyordu. Batının uygarlık alanında geri kalması farklı bir yol izlemesini
mecbur kılmıştır. Bu noktada Doğu uygarlığıyla baş edemeyen Batı, ırk kavramı
çerçevesinde fikirlerini oluşturuyordu. Bu noktada gerek Yunan, gerekse Batılı
kimliği ırk temelinde oluşturulmuştur.
Antikçağdan
Aydınlanma Dönemine Kadar,
Irkçılık Devam Ediyor
Avrupada ilerlemeciliğin
güçlenmesiyle birlikte ırkçılık için uygun bir zemin oluşmuştu. Bunun yanında
iki yaklaşımın da hayat bulmasını sağlayacak bir emperyalist egemenlik,
dünyanın belli bölgelerinde kurulmuştu. İlerlemecilik yeni kabul edilebilecek
bir olgu iken ırkçılık daha da eskidir.
Avrupa’da ırkçılığın
ilk çıkışı olarak Aristoteles’i gösterebiliriz. Köleciliği savunan Aristoteles
bunu meşrulaştırmak için mensup olduğu Yunan milletini diğer milletlerden daha
üstün göstermektedir. Aristoteles bunu şu şekilde açıklıyordu:
“Soğuk bölgelerde ve
Avrupa’da yaşayan ırklar, cesaret ve tutku doludur, ama nedense beceri ve beyin
gücünden yoksundur; bu nedenle, genellikle bağımsızlıklanrını korumakla
birlikte, siyasal bütünlükten ve başkalarını yönetme yeteneğinden yoksundurlar.
Öte yandan, Asya ırkları hem beyin gücüne hem de beceriye sahiptir, ama cesaret
ve irade gücünden yoksundur. Coğrafi bakımdan tam orta yerde bir konum işgal
eden Helen ırkı her iki tarafın da en iyi yönlerini almıştır. O nedenle, özgür,
siyasal kurumlara sahip ve basit bir örgütlenmesi olan başkalarını yönetme
yeteneğinde olmaya devam etmişlerdir.” (Kara Atena sf. 296).
Aristoteles ırksal
üstünlüğü iklim koşullarına bağlamıştır ve diğer halkları yönetme hakkını doğal
görmüştür. Irklar, en üstte beyaz adamın, altında sarı ırkın ve en altta siyah
ırkın yer aldığı bir tabloda üçe ayrılmıştır.
PLATO VE ÖĞRENCİSİ ARİSTO |
Irkçılığın
öncülerinden Gobineau siyah ırkı şöyle tanımlıyordu:
“Siyah tür, en
aşağıdadır ve merdivenin dibinde bulunur. En ilkel biçimindeki hayvanca
karakteri, ana rahmine düştüğü andan itibaren onun karakteri üzerinde etkili
olur. Hep en sınırlı entellektüel alanlarda kalır. (...) Düşünme yeteneği orta
düzeyde olmasına karşılık, isteklerinde ve dolayısıyla iradelerinde çoğunlukla
korkunç bir yoğunluk vardır. Duyumlarının çoğu, öteki iki ırk için bilinmeyecek
bir güçte gelişmiştir. En başta da tat ve koku. Onun aşağılığının en çarpıcı
belirtisi, işte tam da bu hırslı duyumlarında bulunmaktadır.”
Sarı ırk içinse
şöyle demiştir:
“Çok az fiziksel
güçleri vardır ve uyuşukluğa eğilimlidirler. (...) istekleri aptalca, iradeleri
güçsüz ve dik kafalıdırlar. (...) Her şeyde bayağılığa eğilimlidirler. Fazla
yüce ve derin olmayan şeyleri kolayca anlayabilirler. (...) Sarı insanlar,
sözcüğün en dar anlamıyla pratik insanlardır. Teorileri düşlemezler, onlardan
zevk almazlar.”
Cuvier ise siyah
ırkı şu sözlerle aşağılamaktadır:
“Zenci ırkı (...)
siyah deri rengi, kıcırcık ya da yün gibi saç, basık kafatası ve yayvan bir
burun ile dikkati çeker. Yüzün alt kısımlarının dışa doğru çıkık ve dudakların
kalın olması, zencileri gözle görülür bir şekilde maymun soyuna
yaklaştırmaktadır. Onların meydana getirdiği sürüler daima tam bir barbarlık
aşamasında olmuştur.” (Kara Atena sf. 342, 343)
IRKÇILIK/BEYAZ TOPLUMUMUZDA BEYAZLARI İSTİYORUZ |
Aynı anlayış, çok
sonraları John Locke tarafından başka bir şekilde öne sürülecektir. Locke için
Hıristiyan ve üstün Avrupalıların, geri Afrikalılara ve Amerikalılara karşı
savaşı meşru ve haklıdır. Çünkü bunlar mülklerini değil, boş arazilerini
savunuyorlardı. Dönemin bir başka ismi olan David Hume da aynı yaklaşımı
gösterecektir. (Kara Atena sf. 297). Fransa’da ise Montesquieu aynı şekilde
ılıman iklimin Avrupa’yı üstün kıldığını savunmuştur. Montesquieu buradan
Afrika ve Asya düşmanı görüşlere varmıştır. Köleciliğin ve sömürgeci
saldırganlığın meşrulaşması için gerekli ideolojik söylemler de bu şekilde
sağlanıyordu.
Irk
Çalışmalarını Destekleyen Öğeler
Irk çalışmalarında,
anatomi ve antropoloji gibi disiplinler kullanılmıştır. Hatta antropoloji bunun
için oluşturulmuş bir bilim dalıdır. Bir anatomi uzmanı olan Elliot Smith,
anatomi ve antropolojiden yararlanarak yayılma tezlerini geliştirmiştir. Batı
uygarlığının Mısır kökenini gizlemenin yanında, Mısırlıların geniş kafatasına
sahip Sami olmayan Asyalı fatihler tarafından sömürgeleştirildiklerini iddia
etmiştir. Smith, bu teorileri oluştururken Rockefeller tarafından
desteklenmiştir. Dünya kapitalizminin en önemli isimlerinden olan Rockefeller
kurduğu vakıflarla antropolojiye ve “Mısırbilim”e büyük kaynaklar aktarmıştır.
Irkçı ve Avrupamerkezci “bilimsel” teoriler bu kaynakların sonucunda
oluşturulmuştur. (Kara Atena sf. 382)
Irk
Araştırmaları İçin Üniversite Kuruluyor
Bunun en açık
örneğini 1734 yılında İngiltere tarafından Almanya’da kurulan Göttingen
Üniversitesi’nde görmekteyiz. Kuruluşundaki İngiltere’nin rolünden ötürü
üniversite, Locke ve Hume gibi ırkçı düşünürlerin fikirlerini geliştirmiştir.
Üniversitenin kurucularından Heumann, Avrupamerkezciliği savunuyordu ve
Mısırlıların, kültürlü olmalarına rağmen, pek çok araştırma alanında felsefi
olmadıklarını öne sürüyordu. Heumann, felsefeyi akla dayalı gerçeklerin
araştırılması olarak nitelendirerek, Yunanların felsefesinin olduğunu, buna
karşın Mısırlıların sanatları ve bazı araştırmaları olduğunu ileri sürecektir.
(Kara Atena sf. 313). Bu belirsiz felsefe tanımı sayesinde, Yunan felsefesinin
eleştirilmesinin önüne geçilmiştir. Aynı zamanda Heumann, Montesquieu’dan daha
önce iklim determinizmini savunmuştur.
Naziler tarafından
ırk teorisinin kurucusu olarak selamlanacak olan antropolog Meiners, tarihsel
incelemelerde, “kaynak eleştirisi” adlı bir yöntem geliştirmiştir. Bu yöntem,
tarihçinin farklı klasik kaynakların değerini yazarına ya da toplumsal
bağlamına göre belirlemesini ve yorumlarını büyük ölçüde güvenilir kaynaklara
dayandırmasını öngörüyordu. Meiners, tarihçinin, yaşadığı çağı yansıtan kimi
olayların etkisinde kalarak, yanlış yorumlar geliştirebileceğini belirtiyordu.
Bu yüzden, tarihsel bilginin güvenilirliği ortadan kalkmaktadır. Bunlar, Yunan
tarihinde Mısır etkisini inkar edemeyen Eskiçağ Modeliyle mücadelede
kullanılacaktı. Bu tarih anlayışı sayesinde Batı, tarihte kendi işine gelmeyen
ne kadar nokta varsa hepsini güvenilir olmadığı gerekçesiyle inkar etme
imkanını yakalamıştır.
1775 yılında doğa
tarihçisi Blumanbach tarafından ırk hiyerarşisi yayınlanmıştır. “Kafkas Irkı”
terimini ilk kullanan kişi olan Blumanbach’a göre, en yetenekli ırk bu idi.
Diğer ırklar bu ırkın bozulması sonucu oluşmuştu.
Bu noktada, en
ateşli çaba Almanlardan gelecektir. Bernal’e göre, bunda en önemli etken,
Almanların 1700’lerde bir kimlik bunalımı yaşamalarıdır. (Kara Atena sf. 300).
Hint-Avrupa dil ailesinin bulunmasıyla, Almanlar kendi dillerinin
Sanskiritçeyle ilgisini kurmak için çalışmalar yapacaklardır. Üniversitelerde
Sanskiritçe kürsüleri birbiri ardına kurulacaktır. Almanlar Sanskiritçeyle
Almanca arasındaki bağlantıyı ifade etmek için “Indogermanish” terimini
oluşturacaklardır.
Alman
romantiklerinden olan ve ırkçılık üzerine çalışmaları bulunan Herder’e göre,
düşünce sözcüklerden önce gelmiyordu. Dilin amacı aklı aktarmak değil,
duyguları ifade etmekti. Dile bu şekilde yaklaşıldığında şiirsellik ön plana
çıkmaktaydı. Daha önce Mısır ve Çin dillerine duyulan hayranlık, destansı
özelliklerinden dolayı, Almanca ve Yunancaya doğru yönelmeliydi. Goethe de dahil
olma üzere pek çok Alman ideolog, o dönemlerde Yunanca öğrenmeye çalışmıştır.
Almanlar bir süre sonra, kendilerinin Arilerin Kafkaslardan en son çıkan ve
dolayısıyla en saf kesimleri olduklarını iddia edeceklerdir. Yunanistan
üzerindeki Mısır etkisini ortadan kaldırmak için Eskiçağ Modeline en büyük
saldırı da yine bir Alman olan Müller’den gelecektir.
Irk konusunda,
kimlik oluşturmaya çalışan Almanların ön plana çıkması, bu çalışmaların, o
dönemin ihtiyaçlarını karşılamak için yapıldığının da bir göstergesidir. Gerek
ırk teorisi, gerek geliştirilen yeni metodlar, gerekse Yunan dili üzerine
savunulan görüşler bilimsellikten öte, tamamen Batının o dönemdeki ihtiyacından
çıkmıştır.
Irk
Çalışmaları Dil Çalışmalarıyla Destekleniyor
Irk çalışmalarının
yansıması, dil üzerine çalışmalarda da kendini göstermiştir. Çekimsiz dillerden
çekimli dillere doğru bir dil hiyerarşisi oluşturulmuştur. Dilbilimci
Schleicher ayrışkan Çinceden bitişken Turan dillerine ve oradan da çekimli
Hint-Avrupa dillerine doğru gelişen bir şema oluşturmuştur. Baron Bunsen’e göre
de, Çince en geri dildi. Ondan sonra Turan dilleri ve Mısır dilleri
gelmekteydi. Gerçek tarih ise Samiler ve Indo-Germenler arasındaki diyalektik
ilişkiden ibaretti. (Kara Atena sf. 340)
Ari
Modelin Oluşturulması
İlk önceleri, Yunan
tarihi Mısır ve Fenike kolonileştirmelerini inkar edeyen modellerle
açıklanırken, artık bunu tersine çevirebilecek duruma gelinmişti. Yunan
medeniyetini ve Batı üstünlüğünü iddia edebilmek için gerek tarih metodu, gerek
ırk kavramı, gerekse bunlara uygun ideolojik ortam oluşturulmuştu.
Tam bu sırada, Hint
dilleriyle Latince ve Yunanca arasındaki benzerlik bulundu. Buradan hareketle
Hint-Avrupa dilleri ailesi oluşturuldu. Artık Hint-Avrupa dili konuşan Arilerin
fetihleriyle kurulmuş bir Yunan mucizesi ve buna dayanan üstün Avrupa
savunulabilirdi.
ETRÜSKLER |
Yunanistan’da
yaşayan ilk halk olan Plesaglar, Helen kökenli değildi. Bundan sonra gelen
İyonlar ve Dorlarda da, Mısır-Fenike etkisi açık bir şekilde görülmekteydi.
İyon kelimesi bile, kök olarak Yunanca değildi. Mısır, Pers ve Batı Sami
dillerinde kökü vardır. Hatta, Mısır dilinde İyon kelimesi Yunan anlamında
kullanılmıştır. Aru fetihleriyle ilişkilendirilmeye çalışılan Dorlar ise,
kendilerini Heraklesoğullarının soyuna dayandırmaya çalışarak Mısır kökenini
savunmuşlardır.
Bu durumda,
Yunanların köklerini dayandırabileceği tüm kaynaklar yetersizdi. Gerek
Plesaglar, gerek İyonlar, gerekse Dorlarla yapılacak tarih tezleri ister
istemez Mısır, Fenike etkisini beraberinde getiriyordu. Bundan kurtulmak için
Ariler sahnesine çıkartıldı.
Ari terimi ilk defa
1790 yılında kullanılmıştır. Arilerin Kafkasya’da yaşadıkları iddia edilmişti.
Kafkasya, mitolojik efsanelere göre Promete’nin cezalandırıldığı yerdir.
Promete Tanrılardan ateşi çalıp insanlara vererek fedakarca bir davranışta
bulunmuştu. Bu tavır, daha sonra Arilerin tipik davranışı alarak kabul
edilecekti.
İddiaya göre Ariler
kuzeyden Yunanistan’a gelerek fetihlerde bulunmuşlar ve bugünkü Yunanistan’ın
temellerini atmışlardır. Böylece Mısır ve Fenike etkisine girmemiş, ırksal ve
dilsel açıdan saf kalmış bir Helen ülkesi yaratılmıştır.
Aryanların nerede
yaşadığı, nereden çıktığı, nasıl bir toplumsal sistemlerinin olduğu tamamıyla
karanlıktadır. Genel olarak, Kafkas kökenli oldukları ve Hindistan’ı kolonileştirdikleri
öne sürülmüştür. Aryanların coğrafi olarak izledikleri yol belli olmadığı gibi,
dilleri de belli değildir. Batılı bilimadamlarının tezlerine göre bu halk,
Hint-Avrupa dil ailesine mensuptur. Hint-Avrupa dilleri, coğrafi olarak, Asya
içlerinden başlayıp Yunanistan’ı da içine alarak batıya doğru ilerlemektedir.
Merkezi olarak Kafkaslardan yayılmaktadır. Kuzeye ve kuzeydoğuya doğru Germenik
ve Slav diller olarak ilerlemektedir. Kuzeybatıya doğru Keltçe ve İtalik dil;
güneye doğru da İran ve Hint dilleri olarak bir yol izlemiştir. Bu coğrafya
içerinde yer alan Anadolu’da konuşulan dillerin büyük çoğunluğu ise, bu dil
ailesine dahil değildir.
Modelde dikkati
çeken bir diğer nokta da, Arilerin sadece Yunanistan’ı değil, aynı zamanda
Hindistan ve İran’ı da kolonileştirdiklerinin savunulmasıdır. Batılılar
kendilerinin olmayan tarihlerini yaratırken, aynı zamanda diğer medeniyetleri
de kendilerine bağlamaya çalışmaktadır. Sonuçta, Hint ve İran medeniyetleri,
Yunan medeniyetinden çok daha köklüdür. Ancak, Batılılar için kendilerinden
daha köklü medeniyetler sorun çıkartmaktadır. Bu durumda, Arilerin Batılılarla
aynı dil grubunda olan Hindistan ve İran’ı da kolonileştirdikleri iddia
edilerek işin içinden çıkılmaya çalışılmıştır.
Bernal bu modeli
şöyle değerlendirmektedir: “Ari Model, hem Yunanistan tarihinin hem de
Yunanistan’ın Mısır ve Levant ile olan ilişkilerinin 19. yüzyıldaki dünya
görüşüne, özellikle sistematik ırkçılığa uygun hale getirilmesini sağlamıştır”.
(Kara Atena sf. 589)
Ari
Model’in Çelişkileri
Ancak Ari Model
fetihler konusunda net değildir. Bu fetihlerin erken dönemde olduğuna dair hiç
bir kanıt bulunamamıştır. Tarihçi Thukydides Yunanistan’ın kuzeyindeki
Helenlerin güneye doğru göç ettiklerini ve bu göçün Truva Savaşı sırasında
tamamlandığını belirtmiştir. Bu durumda, daha önce yaşadığı iddia edilen
Agamemnon ve Homeros gibi isimlerin Yunan olma olasılığı, ortadan kalkmaktadır.
Fakat Mısır etkisinden kurtulmuş saf bir Yunanistan yaratmak için bunlar feda
edilmiştir. Ari fetihlerinin, Dor istilalarıyla tamamlandığı savunulmuştur.
Ancak Dorların kendilerini Mısırlı atalara bağlama çabaları, Ari Irk teorisini
güç durumda bırakmaktadır.
Arilerin fetihleri
için senaryolar oluşturulurken, Mısırlıların Afrikalı oldukları yönünde
eğilimler artmaktadır. Sonuçta siyah ırka yakın kabul edilen Mısır arıtk
savunulamaz hale getirilmiştir.
Hint-Avrupa dili
konuşan Ari fetihlerine dayanan teori, bu dil ailesine ait olmayan pre-Helenler
konusunda açıklama getirememiştir. Aynı zamanda, bu halklarda görülen Mısır’a
karşı duyulan ilginin kaynağını da açıklayamamaktadır. Açıklamak yerine, bu
noktaların üzerinden atlanmıştır. Zaten teorinin çıkış süreci incelendiğinde,
bunun için oluşturulduğu görülmektedir.
Yunan dilindeki
araba, kılıç, yay, geçit yürüyüşü, zırh, çarpışma gibi anlamlara gelen
sözcükler Hint-Avrupa kökenli değildir. Bu durum, akla yapılan fetihlerin
Hint-Avrupa dili konuşmayan bir halk tarafından yapıldığı kanısını
güçlendirmektedir. Ari fethine dayanan varsayım temelsiz kalırken, Mısır ve
Fenike fetihleri için bol miktarda delil vardır.
Yunancanın
Sanskiritçe kadar, Mısır ve Sami dilleriyle de ilişkisi vardır. Ancak bu ilişki
gözardı edilmiştir. Ayrıca Ariler hakkında hiçbir filolojik ve arkeolojik bulgu
da yoktur. Teorinin merkezinde yer alan ırk kavramı da belirsizdir. Bu
belirsizliği kaldırmakta mümkün değildir.
Batılı
Kendini Niçin Yunanla Özdeşleştirdi?
Ari modelin oluşma
süreci incelendiğinde, Batının yeni bir sömürgeleştirme çabasına giriştiği
gözlenmektedir. İstanbul’un Türkler tarafından fethi Batıyı coğrafi olarak
sınırlandırmıştı. Doğuya doğru açılması kesilen Batılılar, okyanus ötesi
ticaret yolları bularak Latin Amerika’yı sömürgeleştirmeye başlamışlardır. Bu
sömürgecilik dönemini, merkantalizm dönemi izlemişti. Sanayi Devrimini gerçekleştiren
ve iktisadi açıdan Doğudan daha üstün bir konuma geçen Batı, yeni bir sömürgeci
saldırı için hazırdı.
Ancak Batı için en
büyük engel Türklerdi. Sonuçta Batı emperyalizmi Amerika ve Afrika kıtalarına
nüfuz edebilmişti. Doğu, Batı için büyük oranda kapalıydı. Bunun yanında
Türkler, Avusturya sınırına kadar ilerlemişlerdi. Bir taraftan, kendi batısını
sömürgeleştiren Batılılar, kendi kıtalarında Türk tehdidi altındaydılar.
Osmanlının
Paylaşımı Batılıyı Harekete Geçiriyor
Türklerin
zayıflaması, Batıyı yeni bir sömürgeleştirme planı için harekete geçirmiştir.
1683 yılında Türkler
Viyana Kuşatmasında başarısız olmuştu. Bunun ardından Avusturya, Türklere karşı
ilerleme başlatarak Macaristan’ı geri almıştır. Bunu, doğuda Rusların Karadeniz
üzerinden ilerlemesi izlemiştir. Sonuçta Avrupa’ya yönelik Türk tehdidi tamamen
ortadan kaldırılıyordu.
Eşzamanlı olarak
Avrupalılar Türklere karşı bir ilerlemeye girişmişlerdi. Bunu 1821’de
Yunanların isyanları izlemiştir. Tüm Avrupa’da Yunanlara karşı büyük bir
sempati ortaya çıkmıştır. Yunanların, Avrupalıların Doğuya karşı canlanışını
tamamlayacakları öne sürülmüştür.
Bu noktada Yunanlar,
Avrupa için bir örnek durumuna gelmişlerdir ve Yunan milliyetçiliği ile
Hıristiyanlık arasında bir ittifak doğmuştur.
Yunanların
Önemi
Avrupa uygarlığının
beşiğinin Yunanistan olmasının temellerini burada aramak gerekiyor. Yunanları
bu duruma getiren, destanlar, olimpiyatlar, mitolojik kahramanlar vb. kültürel
özellikleri değildir. Yunanlar esas olarak Avrupa’nın Türklere karşı ilerlemesinin
ifadesidir. Bu yüzden Batıda Yunanlar “Avrupa’nın çocukluğu” olarak
nitelendirilmiştir. Bunun yanında Yunanlar, Doğuya ve özellikle Türklere karşı
Hıristiyanlığın savunucusu olarak da görülmüşlerdir. Bu durum, kendini en açık
şekilde Yunanlara verilen destekte göstermiştir.
Yunan
Ayaklanmalarına Avrupa Desteği
Avrupalılar,
çocuklarını siyasi, ekonomik ve askeri yönden desteklemiştir. En büyük destek
Almanya’dan gelmiştir. 300 Alman, ayaklanmalara aktif olarak katılmak için
Yunanistan’a gitmiştir. Almanya’da ayrıca çoğunluğu akdemisyen ve öğrencilerden
oluşan onbinlerce kişi Yunanlara destek için girişimlerde bulunmuştur.
Almanların dışında, Fransızlar ve İtalyanlar da, ayaklanmalara katılmak için
Yunanistan’a gitmişlerdir. Amerika’dan bile aktif katılım olmuştur. Ayrıca
Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde Yunanistan’la kardeşlik komiteleri
kurulmuştur.
Yunan Ayaklanması,
tüm Avrupa’da gençlik ve gücü temsil eden Avrupa ile geriliği temsil eden Asya
ve Afrika arasında bir mücadele olarak görülmekteydi:
“Cengiz Han’ın ve
Timurlenk’in barbarları, 19. yüzyılda yeniden canlandılar. Avrupa dinine ve
uygarlığına, ölümüne kadar bir savaş ilan edildi” şeklinde değerlendirmeler
yapılmaktadır. (Kara Atena sf. 405)
Tüm Avrupa’da esen
Helenizm rüzgarı Yunanistan’ın silahlı ilerlemesini tamamlamak için Yunan
kimliği üzerine ideolojik, kültürel çalışmaların önünü açmıştır. Bu, kendini
Ari ırk teorilerinde gösterecektir.
AŞİL DUA EDER : DODONA'DAN PELASGLI ZEUS ; İLYADA XVI |
Oryantalizm
de Türklere Karşı Oluşturuluyor
Bernal’in Edward
Said’den aktardığına göre, Oryantalizmin oluşumunda da buna benzer etkiler
tespit edilir. Bernal’e göre, bu tezlerin ön plana sürüldüğü 1820’lerin başlıca
olayı Hıristiyan Yunanların Müslüman Türklere ve Mısırlılara karşı verdiği
bağımsızlık savaşıdır. (Kara Atena sf. 335). 1800’ler her yönden Avrupa’nın
Doğuya karşı harekete geçtiği bir dönemdir. Doğu ekonomik, siyasi, askeri
seferlerle zayıf düşürülmüştür. Batı ise bu durumu meşrulaştırmak ve sürekli
hale getirmek için Doğulu (özellikle Müslüman ve Türk) kimliğine karşı büyük
bir saldırı başlatmıştır. Genel olarak ırkçılık, Mısırlılar ve Çinlilere karşı
(sarı ve siyah ırk mensuplarına) mücadeleyi sürdürürken, Türk ve Müslüman
coğrafya için Oryantalizm de seferber edilmiştir.
Yunanlar Batı
sömürgeciliğin bir kolu olarak bu saldırılarda işlev görmüşlerdir. Yunan
uygarlığı ve kimliği sömürgeciliğin yarattığı ve kullandığı bir uydurmadan
ibarettir.
Sonuç:
Batılılık=Irkçılık
Kara Atena kitabında
açık örneklerinin verildiği gibi, Yunan uygarlığı büyük oranda 18. yüzyıl
başlarında oluşturulmuştur. Bu oluşturma sürecinde, ilk önce Mısır ve Fenike
etkisi ortadan kaldırılmış, sonra Ari ırkı ortaya atılarak bir bakıma “Yunan
Mucizesi” yaratılmıştır.
Bu yaratmanın
tamamen tarihsel gerçekleri saptırarak ve ırksal bir bakış açısı geliştirerek
yapıldığı açıktır. Batının kendi kimliğini oluştururken ve kendisi dışındaki
gerçek medeniyetleri küçümserken dayandığı esas temel, ırkçılıktır. Bu
ırkçılık, Antikçağdan başlayarak Aydınlanma Dönemine ve oradan da günümüze
kadar devam etmiştir. Batı medeniyetinin ve Avrupalı kimliğinin dayandığı
temeller ırkçılık, Hıristiyanlık ve mülkiyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bunların hepsinin temelinde de sömürgecilik yatmaktadır. Sonuçta Batı için
ırkçı olmak nesnel bir zorunluluktur. Ancak ırkçılık, Batı dışı ulusların
sömürülmesi için uygun bir ideolojidir.
Bunun dışında
medeniyet namına bir şey üretemeyen Batı, ancak ırk üzerine yapılacak
değerlendirmelerle kendi üstünlüğünü sağlayabilmektedir. Batı dışı toplumlar,
kendilerini medeniyetleriyle ifade ederken, Batı kendisini beyaz ırkla ifade
etmeye mecburdur.
Avrupamerkezciliğe
Darbe
Bernal, kitabında bu
durumu tüm kanıtlarıyla ortaya koyarken, aynı zamanda Avrupamerkezciliğe de
büyük bir darbe indirmiştir. Medeniyetin hiç de Batılıların iddia ettikleri
gibi Avrupa’da çıkmadığını, tam tersi Doğu kaynaklı olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Bununla birlikte, Batının kendisinin ürettiğini iddia ettiği
herşeyin, aslında Doğudan alındığını kanıtlarıyla birlikte ortaya koymuştur.
“Kara Atena”, Yunan uygarlığının çalıntı, Eski Yunan mucizesinin de uydurma
olduğunu ortaya koyarken, Avrupamerkezciliği de yıkmaktadır.
***
Bernal'ın değindiği konuların bir çoğuna katılmamak mümkün değil.
Lakin Sümerlilere değinmemesi üzücü, çünkü :
Sümer Uygarlığı bugünkü Irak’ın Mezopotamya bölgesinde günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce (M.Ö 3500-M.Ö 2000) yaşamıştır.
Yazıyı buldular.
Yasalar düzenlediler.
Yaratılış ve Tufan efsanelerini ilk kez onlar yazdı.
Medeniyeti kurdular.
Sami topluluğu değildir.
Yakın zamanda Ön-Türk topluluğu oldukları kanıtlanmıştır, dilleri benzerdir.
Tıp,din,astronomi ve mitolojide ilklerdendir.
Ayı 30, yılı 360 gün olarak,
Gece ve gündüzü 12'şer saate bölerek,
Bir yılı 12 ay olarak hesapladılar.
Ay ve Güneş tutulmasını hesapladılar.
Aritmetik ve geometrinin temellerini attılar.
Çarpma ve bölme cetvellerini buldular.
Daireyi 360 dereceye böldüler.
Ve biz hala Sümerlerin geliştirdiği bu matematiksel hesaplamaları kullanıyoruz!
SB.