Translate

14 Şubat 2013 Perşembe

AŞK VE BARIŞ


Fırtına , önüne dikilen her şeye baş eğdirdikten sonra şiddetini azalttı. Işık artıklarından kırpılmış benzerlikleriyle yıldızlar göründü gökyüzünde. Ve karlar, maddenin dinmeyen savaşını düşünüp durdu.


O sırada bir kız girdi odasına ve kendini yatağına atıp acıyla ağladı. Hıçkırıkları yükseldi ve kırılmış kalbi dile geldi ;



"Onu bana geri getir, ah Tanrım, çünkü gözyaşlarım kurudu artık. Onu bana geri gönder, ey insan anlayışını aşan bilge Ruh, çünkü ruhum beni eziyor ve keder tutsak ediyor. Onu savaşın bilenmiş dişlerinden koru ve ölümün pençesinden kurtar ve güce kapılmış o narin gence acı."



"Ah aşk, fethet, yen savaşı, o senin düşmanın. Sevdiğim insanı koru, çünkü senin oğlun o. Git yanımdan, ey Ölüm, git ki o beni görebilsin, ya da gel al beni, ona götür."



O anda içeriye başı sarılı bir genç girdi, beyaz sargılarının üstünde kırmızı harflerle savaşın adı yazılıydı. Kızın yanına gidip, onu gözyaşlarıyla ve gülümsemeyle selamladı. Ellerini tutup dudaklarına götürdü ve istekli bir aşk ve neşeli bir bekleyiş dolu sesiyle şöyle dedi:



"Korkma, çünkü senin ağlayışınla geri döndü o . Sevin artık, savaşın senden aldığını barış geri getirdi, aç gözlülüğün yağmaladığını, yüce gönüllülük onardı. Kurut gözyaşlarını aşkım ve gülümse. Sağ dönüşüme şaşırma, çünkü ölüm gelmeden önce aşk kaçırdı beni ve düşmanlarım görüp şaşırdılar."



"Evet, benim. Beni karanlık yörelerden senin güzelliğini ve barışın topraklarını ziyarete gelmiş bir hayalet zannetme. Korkma, çünkü ben herkesin önünde, aşkı savaşa olan zaferine tanıklık edeyim diye ateşten ve kılıçlardan kurtarılmış bir gerçeğim. Senin mutluluk masalına bir barış insanının önsöz olarak söylediği sözüm."



Bu sözlerle dili yoruldu ve konuşmasının yerini gözyaşları aldı. İki gönül ve sevinçle dolan ruhlar, kaybettikleri parçalarını buldular. Ve sabah geldiğinde ikisi, kırlarda durup Doğa'nın güzelliğine baktılar. Asker, kısa bir sessizlikten sonra Doğu'ya doğru bakıp, sevdiğine ded ki :



"KARANLIĞIN ARDINDAN YÜKSELEN GÜNEŞE BAK."





HALİL CİBRAN (1883-1931)

(Bir damla yaş ve bir gülümseyiş-kitabından)


OZAN


Bir bağ,

Bu dünya ile sonraki arasında;
Susayanlar için, bir tatlı su havuzu;
Bir dikili ağaç
Güzellik ırmağının kıyısında
Dileyen aç kalplere olgun meyveler sunan.


Umutla şakıyan bir kuş

Konuşmanın dallarında
Bedenleri duyarlılıkla dolduran ezgiler söyleyerek.
Yükselip cennetleri dolduran
Bir beyaz bulut gökyüzünde
Ve sonra cömertlik saçan Hayat'ın kırlarındaki çiçeklere.


Bir melek,

Tanrılar'ın gönderdiği, insanlara tanrıların yollarını öğretsin diye.


Astarte'nin yağla doldurduğu

Karanlığa yenilmemiş,
Işıması gizlenmemiş bir ışık,
Apollo'dan saçılan.


Tek başına

Basitliği giyinmiş
Ve duyarlılıkla beslenmiş;
Doğa'nın koynuna oturmuş, yaratmayı öğrenirken,
Ve ruhun inişini beklerken,
Gecenin sessizliğine uyanmış.
Duygu bahçesine gönlünün tohumlarını ekmiş bir çiftçi,
İnsanlar götürür ürününü
Toplanacağı ambara.


Ozan'dır o , insanların o yaşarken kulak vermedikleri,

Ve ayrılınca dünyadan, kendi cennetine gideceğini bildikleri
İnsanların küçük bir gülüşü bile sakındığı şeyleri arayan O'dur;
Onun nefesleri yükselip, güzelliğin canlı hayaliyle gökkubeyi doldurur.
Oysa insanlar, ondan yiyeceği ve sığınağı sakınır.


Ne zamana kadar ey insan,

Ey varlık, ne zamana kadar
Onur evleri kuracaksın onlara
Kanla yoğrulmuş topraktan
Ve sana barış ve rahatlık sunanlardan kaçınacaksın?
Ve baskı boyunduruğu altında boyun eğenleri ?
Ve unutacak mısın, günlerin görkemini görmen için
Karanlığa ışık saçanları?
Onlar ki sırlar içinde yaşarlar
Senin erişemeyeceğin o mutluluk ve keyifle.


Ve siz Ozanlar

Bu hayatın hayatları;
Fethettiniz yılları,
İnsanların zalimliğine karşın,
Ve bir defne dalı kazandınız
Aldatmanın dikenlerinden,
Siz, gönüllerin üstünde bağımsızsınız,
Ve sonsuz olacak sizin krallığınız.


HC.