Translate

KISSADAN HİSSE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KISSADAN HİSSE etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Aralık 2013 Perşembe

EZOTERİK BİLGİ KAYNAĞINDA YASAK MEYVE






Yasak meyve konusunun eski mitolojilerde, semavi dinlerde ve Türk mitolojik metinlerinde benzer şekilde varyantlaşması ilk ezoterik kaynağın mevcutluğu fikrini oluşturur. 

Nitekim bu konu birbirinden çok uzakta yerleşen kavimlerde benzeri şekilde ifade edilir. Yasak meyvenin yenilmesinde bir dönüşme semantiği söz konusudur. 

Ölümsüz hayattan → ölümlü hayata veya cennetten → dünyaya, kamillikten → nefse uymağa, yaratılmaktan → üremeye vs. Bu dönüşümün ölümle – hayat, kozmosla – kaos sınırı yasak meyvedir.

Sonuç olarak kozmik hafızada yasak meyve ilk bilgi, gerçeğe götüren bilim olarak değerlendirilir. Ancak zamanla kozmik bilginin unutulması sonucunda yasak meyve bilgi kaynağından asilik sembolüne dönüşmüş, yasak meyvenin insana sunulması dinlere göre Şeytana mal edilmiştir. Aslında başlangıçta yasak meyve Tanrının, insanın yemesi için gönderdiği ve insanlığın batını gözünü açmağa yönelik olmuştur. 

Bu bağlamda yasak meyve, bir kader sembolüdür ve yenilmesi zaruriydi. 

Nitekim yasak meyvenin yenilmesiyle yaratılmaktan → üremeye, statiklik simgesi olan ölümsüzlükten → yenilenmenin, değişmenin simgesi olan ölümlü hayata geçiş söz konusudur. 


Prof.Dr.Fuzuli BAYAT

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature 
and History of Turkish or Turkic ,Volume 3/5 Fall 2008 





HAVVA ile ADEM

Enki’nin hasta olan sekiz organından bir tanesi kaburgadır. 
Kaburga, Sumercede "Tİ" kelimesiyle bilinir ve her organ için bir tanrı yaratılmıştır. 

Kaburga hastalığı içinse bir tanrıça yaratılmış ve ismi de "NİN-Tİ" dir;  "Kaburgadan yaratılan Kadın". 

Lakin Sumerce’de "Tİ", aynı zamanda "Hayat Veren" anlamına da gelir. 

Yani "NİN-Tİ", "Kaburgadan yaratılan Kadın" dışında bir de "Hayat veren Kadın" anlamındadır. (S.N.KRAMER)




Havva , "Hayat veren Kadın" iken, erkek egemen toplumlarda bu kullanılmamış ve "Kaburga'dan yaratılan Kadın" olarak kitaplara girmiştir ve "Kaburga kemiğinden yaratılış" Tevrat'ta geçer, Kur'an'da değil !

Kur'an 'da da nefs diye geçer. Arapçada kelimelerin Erkek ve Dişili vardır ve NEFS DİŞİLDİR , Üretme Gücü olan. 

""Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan ve ondan eşini var edip ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten..." denir. (Nisa Suresi :1)

İLK olanın DİŞİL olduğu gayet açıktır.

Ve Tevrat'taki anlayış İslamiyette yoktur ama varmış gibi öğretilir !



SB.


KADINLAR ve ERKEKLER









"Uygar Batı"’nın ilkel dincileri







Müslümanları aşağılayan film Hıristiyan dünyasında 
depreşen ‘Haçlı’ kafasının ürünü

İslam ülkelerinde “infial”e yol açan “Müslümanların Masumiyeti” adlı ABD filminin amacı nedir? Sinemada değil “dolandırıcılık”ta tanınan birinin böylesi bir “kışkırtıcı”lığı üstlenmesini kimler destekledi?

Sorular günlerdir tartışılırken, son yıllardaki “benzer kışkırtmalar”ı da akla getiriyor... Papa’nın Müslümanlığı eleştirmesi; Danimarka’daki Hz. Muhammet karikatürleri; İsviçre’deki “minare yasağı”; Almanya’da Müslümanları aşağılayan afişler... “Hıristiyan dinciliğinin dışavurumları” sanki giderek tırmanıyor.

İnsan ister istemez düşünüyor; “az gelişmiş” Müslüman dünyasından diğer dinlere karşı böylesine “ilkel” tavırlar hemen hiç görülmedi. Gerçi, son “Fetih 1453” de dahil kimi “tarih”le ilgili Türk filmlerinde, özellikle “Bizans”lılara yönelik “Hıristiyanları incitebilecek” motifler vardır. Ancak hiçbirisi özünde “hakaret” niyetli filmler değildir.

Peki, “çok gelişmiş”, hatta “uygarlaşmış” kabul edilen Hıristiyan dünyasındaki doğrudan Müslümanlığa yönelik bu “aşağılayıcı sataşmalar” hangi “kafa”nın ürünü olabilir?

Yanıtı için “Haçlı Seferleri”ni anımsamak gerekiyor belki... Vaktiyle Müslüman coğrafyaya saldıran Hıristiyan kralların yerini aynı “din aşkı”nın sözde “çağdaş!” sanatçıları almış olmasın?


200 yıl sürdü

Tarih kitaplarına göre Haçlı Seferleri’nin amacı Kudüs’ü almaktı. 

Oysa Hıristiyanlığın doğduğu Anadolu’daki Türk egemenliğine son vermek; dönemin “fakir Avrupa”sına İslam dünyasının zenginliğini aktarmak; Asya’yla ticaret yollarını ele geçirmek... Asıl nedenlerdi.


Bu amaçla derlenmiş “dinci” ordularla 1096-1099’da yapılan ilk seferde Haçlılar Kudüs’ü, Bizans da İznik’i aldı; 1147-1149’daki 2’nci seferde ise zafer “Anadolu Selçukluları”nındı... Papa’nın çağrısıyla harekete geçen Alman İmparatoru ve Fransa Kralı Anadolu’ya girdi, Şam’a bile saldırdılar ancak amaçlarına ulaşamadılar.

3’üncü sefer 1189-1192’deydi. Fransa Kralı Ogüst ve İngiltere Kralı Aslan Yürekli Rişar Kudüs’e denizden saldırdılar ama alamadılar. 4’üncü sefer 1204’teydi. Bizans’a imparator adayı Angelos’un davetiyle gelip İstanbul’u yağmalayan Haçlılar, 1261’e dek sürecek “Latin Devleti”ni kurdular.

5’inci sefer ise 1228’deydi. Alman İmparatoru II. Frederik’in donanması Kudüs’ü kuşattı; başarısız oldu... 1248’deki 6’ncısında Fransa Kralı Sen Lui “Eyyubiler”e esir düşmüş, rüşvet vererek ülkesine dönebilmişti... 7’nci ve son sefer ise 1270’te yine Lui’nin ordusuyla yapıldı. Ne var ki bu kez de ölümcül bir veba salgınına yenildiler.


Bu seferlerde pusula, barut, kâğıt ve matbaanın ilkel şekli Avrupa’ya götürülmüş, Batı’nın Doğu’dan ilk kazanımları elde edilmişti.


Yaklaşık 200 yıl süren seferlerin günümüze yansıması Hıristiyan ülkelerin Müslüman toplumlara karşı “sömürgeci birliktelikleri”dir. Sanayileşmeyle gelişen Batı kapitalizminin uluslararası gücünü tanımlayan emperyalizme ise bugün artık “küreselleşme!” deniyor... ABD filmiyle doruğa çıkan “Haçlı depreşmesi” de Hıristiyan devletlerin küreselleşme “şımarık”lığından besleniyor.

Emperyalist ordular İslam ülkelerine sözde demokrasiyi getirmek için “Arap Baharı saldırıları”nı sürdürürken, sözde sanatçılarının da İslamiyete “saldırı baharı!”nı yaşamaları rastlantı olabilir mi?


Kışkırtma yarışı

2005 Eylülü’nde Danimarka gazetesi “Jyllands Posten”de Hz. Muhammet’i aşağılayan karikatürler yayımlandı. Peygamberin “terörist” gösterilmesine İslam ülkelerinde aylarca süren tepkilere rağmen, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya ve İspanya’daki kimi gazeteler aynı karikatürlere “inadına” yer verdiler... Dahası, dönemin ABD Başkanı Bush, gerilimden İran ve Suriye’yi sorumlu tuttu.

Aynı günlerde Papa 16. Benedikt de yangına körükle gitti. 2006’daki Almanya konuşmasında, 14.yy’da yaşayan Bizans İmparatoru Paleologos’un Hz. Muhammet hakkındaki “getirdiği hiçbir yenilik yok; sadece kötü ve insanlık dışı şeyler” sözlerini yineledi. İslam ülkelerindeki protestolar yükselince, aynı ülkelerden temsilcileri Vatikan’da ağırlayan Papa, Batı medyasının manşete çıkardığı sözde “özür” konuşmasında demişti ki; “birlikte yaşamayı öğrenmeliyiz!”

Ancak ne o toplantıya katılan “imam”ımız, ne de ilerleyen aylarda Papa’yı ziyaret eden bakanlarımız, “Biz Anadolu’da çağlar boyu zaten ‘birlikte’ yaşadık; bunu bilmeyen asıl sizlersiniz” diyebilmişti...

İşte “kızışan” bu süreçte İsviçre 2009 Kasımı’ndaki referandumla “minare”leri yasakladı; ülkedeki 300 bin Müslüman “yok” sayıldı. 2012 yazında Müslümanları “suçlu” gösteren “aranıyor” başlıklı afiş Almanya’yı donatırken, şu son ABD filmi de yalnız değildi... Çünkü Fransız mizah dergisi “Charlie Hebdo” 19 Eylül’de yine Hz. Muhammet’i hedef alan karikatürler basarken, aynı karikatürler Frankfurt’taki Alman “Titanic” dergisinde de yer aldı.

Batı’daki bu “Haçlı ruhu depreşmesi”nin süreceği anlaşılıyor. 

Türkiye’ye düşen ise kızgın İslam gençlerine “sakin olun” demekle yetinmemek; emperyalizmi dize getirdiği onurlu tarihiyle “küreselleşmenin Batı’daki şımarıklığı”nı sorgulamak değil midir?






.....

Hz. Muhammed'e hakaret eden ve Libya'dan Mısır'a, Yemen'den Tunus'a kanlı ayaklanmalara yol açan filmin arkasında şu 4 ilginç isim var.

Gerçek adının Nakoula Basseley Nakoula artık kesin. Oyunculara filmin adını "Çöl Savaşçıları" olarak verdi. İnternette yayımladığı casting ilanında adını "Sam Bassiel" diye verdi. Wall Street Journal'a göre 52 yaşında İsrail-Amerikan çifte vatandaşı. Ancak filmin danışmanı Steve Klein, onun bir Kıpti Hırisyan olduğunu söyledi.

FİLM DANIŞMANI: STEVE KLEIN

"Cesur Hıristiyanlar Birliği", "Ulusal Amerikan Kıpti Meclisi" gibi aşırı sağcı ve İslâmofobik bazı hareketlere üye. California eyaletinde bulunan Kaweah kentinin evanjelik kilisesiyle yakın ilişkileri var. Bu filmin üretilmesiyle ilgili olarak yaptığı bir değerlendirmede, "Bu işe, sonunda ne olacağını bilerek girdik" dedi.

FANATİK TANITIMCI: TERRY JONES

2010 yılında "Kur'an yakma ayini düzenleyeceğim" diyerek ortalığı ayağa kaldıran Amerikalı rahip. Jones, Müslümanların Masumiyeti filmine destek verdiğini ve filmin tanıtımını da yaptığını açıkça söyledi. Amerikan Genelkurmay Başkanı, Jones'a çağrı yapıp, filmden desteğini çekmesini istedi. Jones dün bu isteği reddetti.

ARAPÇAYA ÇEVİRDİ: MORRİS SADEK

Ulusal Amerikan Kıpti Meclisi'nin Mısırlı başkanı. Filmin olay yaratan tanıtımlarının Arapça'ya çevrilmesini sağladı ve YouTube'de yayımlanan tanıtımlarına kişisel Twitter hesabından link verip, reklam yaptı. California'da yaşıyor ve kendisini "insan hakları savunucusu" olarak tanıtıyor.

Dünya, Hz. Muhammed'i aşağılayan 'Müslümanların Masumiyeti' filmiyle Libya'da Amerikalı büyükelçinin ölümüne yol açan olayları tetikleyen 'Sam Bacile' kod adlı yönetmen ve işbirlikçilerini konuşuyor.Amerikan basınına göre, ucuz film ilk kez haziranda Hollywood'da bir sinema salonunda gösterildi, pek ses getirmedi. Ancak Hz. Muhammed karşıtı rahip Terry Jones, danışman Steve Klein ve Mısırlı Kıpti Morris'in el atmasıyla İslam dünyası karıştı.

ABD'nin Bingazi Konsolosluğu'nda salı gecesi gerçekleştirilen protesto ve Libya Büyükelçisi Christopher Stevens dahil dört diplomatın öldürülmesi, iki gündür dünyanın en önemli gündem maddesi haline geldi. Hemen her ülke, Müslüman kalabalıkları öfkeyle sokağa döken "Müslümanların Masumiyeti" adlı film ve ardından yaşananlar hakkında resmi bir görüş iletti, siyasi konumuna uygun bir tavır seçti. Yaklaşan seçimler için yarışan Başkan Barack Obama ve Cumhuriyetçi aday Mitt Romney arasında tartışma yaşanmasına bile neden olan filmi yapan adamın kim olduğuysa artık biliniyor.

NAKOULA DİYE BİR ADAM

"Sam Bacile" kod adıyla filmin yapımcılığını üstlenen kişinin Nakoula Basseley Nakoula olduğu dün kesinleşti. Üstelik Nakoula'nın daha önce, sahte kimlikle dolandırıcılık yaptığı suçlamasıyla 21 ay hapis ve 790 bin dolar tazminat cezasına çarptırıldığı anlaşıldı. Nakoula dün kendisine ulaşan AP muhabirine "Ben o değilim" dediyse de adını gizli tutan bir güvenlik görevlisi, "Sam Bacile"in Nakoula olduğu konusundan şüphe duymadıklarını belirtti.

HOLLYWOOD'DA GALA YAPMIŞ

Daily Beast adlı internet sitesi, 13 dakikalık fragmanı internette yayınlanan ve teknik açıdan da kalitesiz filmin ABD'de bir sinema salonunda bile gösterildiğini ortaya çıkardı. Filmin galası, haziranda Hollywood'daki Vine Theater'da "Bin Ladin'in Masumiyeti" adıyla yapılmış. Filmin Sam Bacile kod adlı yönetmeni, yaklaşık 10 kişinin katıldığı gösterim sırasında salonda bulunmak yerine, dışarıdaki bir restoranda oturup dikkatle etrafı izledi. Ajanların orada bulunmasının nedeniyse, filmin adıydı. Ajanlara göre Bacile, "hafif aksanına rağmen Batılı" biriydi.

OYUNCULARI DA KANDIRMIŞ

Filmin oyuncu kadrosu, internete "Çöl Savaşçıları" adlı bir film için verilen ilâna itibar ederek Sam Bacile'ı bulan aktör ve aktrislerden oluşuyor. Kısacası oyuncular, İslâmofobik bir filmde değil, Antik Mısır'ı konu alan bir yapımda rol aldıklarını sandılar. O kadar ki, filmde bazı karakterlerin replikleri bile değiştirildi. Örneğin filmin bir yerinde karakterin, karşısındaki kişiye "George" diye hitap ettiği ağız okuma yöntemiyle hemen anlaşılıyor; ancak ses "Muhammed" olarak çıkıyor. Nitekim filmde rol alan ya da kamera arkası işini yürüten yaklaşık 80 kişilik ekip, dün ortaklaşa bir mektup kaleme alarak, "Kandırıldık" mesajı verdi. Mesajda, "Senaryonun sonradan korkunç bir şekilde değiştirildiğini gördüğümüzde şoke olduk. Ortaya çıkan trajediden derin bir üzüntü duyuyoruz" ifadeleri kullanıldı.

Hürriyet

....

ve : 26 Eylül 2013'de

Müslüman dünyasını ayağa kaldıran filmin yapımcısı serbest

CNN'in haberine göre 56 yaşındaki Nakoula, Güney Kaliforniya yakınlarındaki bir rehabilitasyoın merkezinde kalıyordu. Ancak Nakoula geçtiğimiz yıl denetimli serbestlik koşullarını ihlal ettiği gerekçesiyle cezaevine gönderilmişti.

Nakoula'nın Müslümanların Masumiyeti filminin yapımcılığını ve dağıtımını üstlenerek beş yıl boyunca internet ve bilgisayar kullanmamak dahil bazı denetimli serbestlik şartlarını ihlal ettiği tespit edilmişti.

11 Eylül 2012'de ABD'nin Libya'nın Bingazı şehrindeki konsolosluğuna düzenlenen saldırıda ABD'li Büyükelçi Chris Brown ve üç Amerikalı öldürülmüştü. Libya'daki olaylar bir anda birçok Müslüman ülkeye yayılmıştı. Olayların ilk başta film karşıtı spontane protesto gösterileri sanılmış; ardından organize saldırılar olduğu anlaşılınca Obama yönetimi Amerikan kamuoyunu yanıltmakla eleştirilmişti. 



...


Müslümanların Masumiyeti' filmine verdiği destekle tanınan Hollandalı film yapımcısı Eski Hollanda Sağcı Özgürlük Partisi üyesi Arnoud van Doorn

Müslümanların yapılan filmlere verdiği tepkiden etkilenip araştırma yapmaya karar vermiş. İslam'a olan düşmanlığıyla tanınan Hollandalı, Müslümanların dinine ve peygamberine olan sevgisini görünce şaşırmış ve gerçeği öğrenmek için araştırmaya başlamıştı.

Kafasında birçok soru işaretiyle geniş araştırmalara başlayan van Doorn, Hollanda'daki Müslümanlarla irtibata geçtikten bir süre sonra Müslüman olmaya karar verdi. 




....


BU TİP OLAYLARIN ARKASINDA 
EMPERYALİSTLER VARDIR !
ORTALIĞI BULANDIR, 
KAOS YARAT VE "DEMOKRASİYİ" GETİRİYORUM DE,
KENDİ VATANDAŞLARINA BİR BAHANE ÜRET,
HERŞEY DANIŞIKLI DÖVÜŞTÜR !

HAÇLI ZİHNİYETİ YENİ DEĞİLDİR, 
ASLINDA SUMERLİLERİN MEDENİYETİNİ 
ÇALDIKLARI GÜNDEN BERİ VAR,
MÖ.5000 DEN BERİ DEVAM EDEN BİR SÖMÜRÜ,
YANİ DÜŞMAN "TÜRKLER" ...

PEKİ , 
RADİKAL DİNCİLERİ KİM DESTEKLİYOR? 
BU RADİKALCİLER YÜZÜNDEN 
DOĞU 
HEP GERİ KALMAMIŞ MIDIR?


HATIRLAYIN !
BATI'YA MEDENİYET TÜRKLERDEN GİTMİŞTİR !

_________________________________




8 Ekim 2013 Salı

EFENDİLER !


EFENDİLER !

"EĞER BU MİLLET , 
BU MEMLEKET 
PARÇALANACAK OLURSA , 
GENEL ŞEREFSİZLİĞİN 
ENKAZI ALTINDA,
ŞUNUN BUNUN ŞAHSİ ŞEREFİ DE 
PARÇA PARÇA OLUR.

BİZ 
O GENEL ŞEREFİ KURTARABİLMEK İÇİN 
HAREKETE GEÇEN MİLLETE 
RUHUMUZLA KATILDIK.

KATILMAMIZA MANİ OLABİLECEK 
ŞAHSİ RÜTBELERİ , 
MEVKİLERİ DE GENEL ŞEREFİ KURTARMAYA YÖNELİK 
BİR GAYE UĞRUNDA 
FEDA ETTİK...

BUNU ANLAMAYIP DA , 
MİLLETİ HALA 
KENDİ KAFALARININ KEYFİNE GÖRE İDARE ETMEYE KALKIŞAN KUVVETLER ARTIK BİRER BELADIR.

BELA ÇEKMEYE DE 
BU MİLLETİN 
ARTIK TAHAMMÜLÜ KALMAMIŞTIR ! "


MUSTAFA KEMAL 

_____________.





ASIL SUÇLU KİM ?






Biz, asıl suçluyu bir kenara bırakıp suçsuzlarla uğraşıyoruz!
Evet… Bugünkü ortamın tek suçlusu Atatürk’tür!..

Eğer bugün 60 milyon insanımız, Batı Trakya’daki Türkün durumunda değilse, bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′te, kişi başına düşen ulusal geliri 70 dolar olan bir toplum, şimdi 2700 dolara ulaşmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1929 - 39 yılları arasında, bütün dünyada sanayi üretimi yüzde 19 artarken, Türkiye’de yüzde 96 artmışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk işçisi, Batı’daki gibi, çocuk yaşta yeraltında günde 14 - 16 saat çalıştığı dönemler yaşamamışsa; bir oy hakkı için bile, Fransız işçisi gibi, 59 yıl kanlı bir savaşım vermek zorunda kalmamışsa; bunun suçlusu odur!

Eğer Türk kadını; yasal olarak erkeğine eşitse; “köle” değilse, seçme ve seçilme hakkını, Fransız kadınından bile önce elde etmişse; kadınlar bugün Türkiye’de vali, bakan, başbakan bile olabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′te Darülfünun’daki öğrenci sayısı 2100 olan bir Türkiye’de, bugün yüzbinlerce genç üniversitelerde okuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer açık havadaki klasik müzik konserlerini onbinlerce genç izliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer şeyhülislamlar “fetva” verip Kuran’ın Türkçe basımını engelleyemiyorsa; ezanlar düşman bayraklarının gölgesinde okunmuyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer bugün, Köy Enstitülü binlerce köylü çocuğu, kültür yaşamımıza damgalarını vurabiliyorsa; bunun suçlusu odur!

Eğer 1923′lerde Ortaçağ karanlığında yaşayan bir toplum, bugün 21. yüzyılın aydınlığında bir ölçüde yaşayabilmişse; bunun suçlusu elbette ki odur!

Atatürk’ün suçları saymakla bitmez.

* *
Bir zamanlar kralların, şahların, cumhurbaşkanlarının, başbakanların Ankara’yı ziyaret için kuyruk olmalarının sorumluluğu da Atatürk’e aittir…

Baskı rejimlerinden kaçan yüzbinlerce Batılı bilim adamının bir zamanlar Kemalist Türkiye’yi seçmesinin sorumluluğu da…

Faşit Mussolini’nin bile Türkiye’yi “Avrupalı” saymasının günahı da…

Ama suçlunun suçlarının iyi anlaşılabilmesi için, suçsuzların suçsuzluklarının da unutulmaması gerekir.

Sokaktaki adamın bile “miras hakkı”na dokunulamaz iken… Atatürk’ün vasiyetini çiğneyerek, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını devletleştiren, Atatürk’ün miras gelirlerini, devletin aldığı memurlara dağıtan “beş general” suçsuzdur!

“Ben Atatürkçüyüm ve laikim” diyerek, din derslerinin zorunlu olması hükmünü anayasaya koydurtan, Alevi’nin, Hristiyan’ın, Yahudi’nin, “Sünni inancı”nı öğrenmesini zorunlu hale getiren Marmaris’teki emekli adam suçsuzdur!

Köy Enstitülerini kapatırken imam-hatip liseleri açanlar…
Laik liselerde eğitim görenlerin sayısı son 20 yılda 3 kat artarken, imam-hatip okullarını bitirenlerin sayısının 14 kat artmasını sağlayanlar… Menderes’ten, Demirel’e, Özal’dan Yılmaz’a, tüm “Atatürkçü laik” başbakanlar suçsuzdur!

Milli Eğitim Bakanlığı’nı şeriat yanlılarının işgaline terk edenler…
Sağlık ve Tarım Bakanlıklarını şeriatçılara peşkeş çekenler…
İçişleri Bakanlığı’nın yapısını bozup valilerin, kaymakamların, emniyet müdürlerinin şeriatçı olması için kollarını sıvayanlar…

Hepsi, hepsi suçsuzdur!

Asıl suç, Harp Okulu’nu şeriatçılara açmamakta direnen Kemalistlerdir!..
Sokaktaki adama küfreden suçludur; ama Atatürk’e küfreden suçsuzdur!..

* *

Erbakanlar, Mezarcılar, Dicleler… Holding solcuları, numaracı cumhuriyetçi liboşlar… Şeriatçı, Kürt ırkçıları…

Hepsi de haklılar!

Onların ayaklarının altına halıları kim döşedi?
1950′den beri bu ülkeyi yönetenler değil mi?..


A. Taner KIŞLALI
Cumhuriyet, 2 Mart 1994

______________.


ALGI VE SOYGUN





Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu... 



Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: 
“Kımıldamayın! Para Devletindir, ama Hayatınız Sizindir.”

Herkes sessizce yatar… 

Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır.

Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek…


Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada... 
Soyguncu bağırır: 
“Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!”

Bunun adı “Profesyonellik”tir. 
İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş!


Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. 
Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına 
(ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): 
“Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. 

Daha yaşlı olanı der ki: 
“Çok aptalsın be! Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.”

Buna “Deneyim” derler! 
Günümüzde deneyim kâğıt diplomalardan çok daha önemlidir.


Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra şube müdürü, şube şefine hemen polisi aramasını söylemiş. 
Şef demiş ki: 
“Durun hele müdürüm. Alacaklarını aldılar. 
Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?”

Buna “Dalgayı yakalamak” derler. 
Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu!


Müdür der ki: 
“Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!”

Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. 
Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir.


Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklanmıştır!

Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… 
Tekrar tekrar saymışlar. 
Bakmışlar hepi topu 20 milyon! 
Çok kızmışlar bu işe:

“Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. 
Banka müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. 
Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!”

Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir…


Banka müdürü çok mutludur. 
Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için...

Buna “Fırsatları kullanmak” derler. 



Kazanmak için risk almak gerekir.




__PEKİ, GERÇEK SOYGUNCULAR KİMLER ŞİMDİ?__



*


SOKRATES MANTIĞI





''SOKRATES YÖNTEMİ''; 'Evet, evet'...


İnsanlarla konuşurken, söze farklı görüşte olduğunuz konuları tartışarak başlamayın. Fikir birliğinde olduğunuz noktaları vurgulayarak başlayın ve bir süre bunları vurgulamayı sürdürün.Aynı amaç için çabaladığınızı ; amaçta değil, yöntemde farklı olduğunuzu belirtin.

Başlangıçta karşınızdaki kişinin “Evet.evet!” demesini sağlayın. “Hayır” yanıtı almaktan olabildiğince kaçının. 

Profesör Harry Overstreet’e göre “hayır” yanıtı aşılması çok zor bir handikaptır. Bir kez “Hayır!” dediğinizde kişiliğiniz ve onurunuz bu yanıtı değiştirmenize engeller. Daha sonra “hayır” yanıtı vermenizin yanlış olduğunu hissetseniz bile o değeri gururunuzu düşünmek zorunda kalırsınız, ağızdan çıkan söze sadık kalınmalıdır. Bu nedenle bir insanın sözlerine olumlu yanıt vererek başlaması çok önemlidir.

Yetenekli bir konuşmacı başlangıçta pek çok “evet” yanıtı almayı başarır. Bu durum psikolojik açıdan dinleyicileri olumlu yönde etkiler. Bunu bir bilardo topunun hareketine benzetebiliriz. Topun bir kez yönlendirildiği yönden sapması için belirli bir güç gerekir. Ters yöne gitmesini sağlamak içinse çok daha fazla güç sarf etmeye ihtiyaç vardır.

Buradaki psikolojik şema son derece açık. Eğer bu insan “hayır” diyorsa ve gerçekten bunu kastediyorsa, sadece beş harflik bir kelime sarf etmekten çok daha fazlasını yapıyor demektir. Tüm organizma bezler, kaslar, sinirler bir karşı çıkma eyleminde işbirliği yapmaktadır. Kısaca tüm nöromasküler sistem olumlu bir yanıtı engellemek için savunmaya geçmiş demektir. 

Oysa ki bir insan “evet” dediğinde bu tür bir karşı çıkma eylemine gerek kalmaz. Organizma ileri dönüktür, durumu kabullenmiştir, dışa açıktır. Bu nedenle ne kadar çok “evet” yanıtı alırsak o kadar ilgi çekmiş oluruz.

Eğer herhangi bir öğrenci, bir çocuk, bir müşteri, karı ve kocadan biri “hayır!” diyecek olursa onların fikirlerini olumlu yönde değiştirmek için Hazreti Süleyman aklı ve sabrı gerekir. 

“Evet! Evet!” yöntemi New York’taki bir bankada çalışan James Eberson’un kaybetmekte oldukları bir müşteriyi geri kazanmasını sağlamıştır.

“Bu adama bir hesap açtırmak için gelmişti,” diye anlatıyor Bay Eberson. “Ona doldurması için her zamanki standart formu uzattım. Bazı soruları gönlünce yanıtladı, ama bazı soruları yanıtlamayı kesinlikle reddetti. Eğer insan ilişkileri konusundaki derslere katılmamış olsaydım, bu müstakbel yatırımcıya bankanın istediği bilgileri vermeyi reddediyorsa bizim de ona hesap açmayı reddedeceğimizi söylerdim. Geçmiş yıllarda bu şekilde davranmış olduğum için suçlu olduğumu utanarak kabul etmeliyim. Doğal olarak bu tarz bir ültimatom beni rahatlatıyordu. Ona kimin patron olduğunu, bankanın kural ve yöntemlerine karşı çıkılamayacağını göstermiş oluyordum. Hiç kuşkusuz bu tür bir davranış müşteri olma amacı ile gelen kişide kendisine önem verilmediği ve hoş karşılanmadığı izlenimi yaratıyordu.

“O sabah bir av mantığı ile hareket etmeye karar verdim. Bankanın istekleri yerine müşterinin istekleri doğrultusunda hareket edecektim. Ona daha başlangıçta ‘Evet ,evet!’ dedirtmeyi her şeyden çok istiyordum. Bu nedenle ona hak vererek yazmak istemediği bilgilerin çok fazla gerekli olmadığını söyledim.

“Öldüğünüz zaman bu bankada paranız olduğunu varsayalım. Bankanın paranızı yasal varisiniz olan en yakın akrabanıza transfer etmesini ister misiniz?’ diye sordum.

“Evet , elbette isterim,"diye yanıtladı.

“Bu isteğinizin öldüğünüzde herhangi bir yanlışlık ve gecikme olmadan yerine getirilmesi için bize en yakın akrabanızın ismini vermeniz sizce iyi bir fikir değil mi?’ dedim.

Yanıtı ise “Evet” oldu.

“İstediğimiz bilginin bizim yararımıza değil de kendi yararına olduğunu öğrendiğinde genç adamın tutumu değişmiş, yumuşamıştı. Bankadan ayrılmadan önce yalnızca istenen bilgileri vermekte kalmamış, önerim üzerine annesi adına da bir hesap açmamızı istemiş ve annesi ile ilgili tüm soruları da yanıtlamıştı.

Westinghouse Elektrik Firması’nın temsilcisi Joseph Allison’un da bize anlatacakları vardır:

“Bölgemde şirketimin satış yapmaya çok istekli olduğu bir adam vardı. Benden önceki temsilci on yıl boyunca ona hiçbir şey satamamıştı. Ben de bir sipariş almadan tam üç yıl ona düzenli olarak uğradım. Sonuç olarak on üç yıl uğraştıktan sonra ona birkaç motor satmayı başardım. Eğer onlardan memnun kalırsa yüzlerce motorluk bir sipariş bekliyorum. Motorların istediği gibi olduğundan öylesine emindim ki üç hafta sonra ona uğradığımda gerçekten havaya girmiştim.

“Bu mühendis beni, “Allison, geri kalan motorları sizden almayacağız” diye karşıladığında şok oldum.

“Niçin?” diye sordum şaşkınlıkla.
"Çünkü motorlarınız çok ısınıyor, elimi süremiyorum."

“Tartışmanın, karşı çıkmanın bir yarar sağlamayacağını biliyordum. 

Bunu daha önce denemiştim. Bu nedenle ’Evet! Evet!” yöntemini demeye karar verdim.

“Bakın Bay Smith, size yüzde yüz katılıyorum,’ dedim. ‘Eğer bu motorlar ısınıyorsa, bir daha satın almamalısınız. Ulusal Elektronik Aletler Üreticileri Birliği’ nin standartlarına uygun ısıdaki motorları almalısınız,değil mi?’

Beni onayladı böylece ilk ‘evet’imi elde etmiş oldum.

“Elektrik Üreticileri Birliği’nin yönetmenliğine göre iyi bir motorun ısısı oda ısısından 72 °F yüksek olabilir, doğru mu?"

"Evet!’ diye onayladı. ‘Kesinlikle doğru, ama sizin motorlarınız daha fazla ısınıyor"

Onunla tartışmadım, sadece sordum.

“ ‘ Fabrikanızda ısı kaç olacak?’
“ ‘ Aşağı yukarı 75 °F’
“ ‘ Pekala , fabrika ısınız 75 °F. Buna 72’yi ekleyelim, toplam 147 °F eder.

Bu sıcaklıktaki bir suya elinizi soksanız haşlanmaz mı?’

“Yanıtı yine ‘Evet’ oldu.

“ ‘Öyleyse,” diye önerdim.‘ Motorlara eliniz dokundurmasanız daha iyi olmaz mı?’

“ ‘ Evet, sanırım haklısınız’ demek zorunda kaldı. Konuşmamızı biraz daha sürdürdük. Daha sonra sekreterini çağırdı ve gelecek ay için 35.000 dolarlık bir sipariş verdi.

“Tartışmanın yararsız olduğunu anlamam için yıllarım boşa gitmiş ve binlerce dolar zararım olmuştu. Konuya karşınızdakinin bakış açısı ile yaklaşmak ve ona ‘Evet, evet!’ dedirtmek çok daha kazançlı bir yöntem.”

Kaliforniya’daki kurslarımızın sponsoru Eddie Snow, dükkan sahibi ona “Evet, Evet!” dedirttiği için onun nasıl iyi bir müşterisi olduğunu anlattı.

Eddie ok ve yay ile avlanmaya merak sarmış ve bir dükkandan yüklü bir alışveriş yaparak araç gereç almıştı. Erkek kardeşi onu ziyarete geldiğinde bu dükkandan onun için bir yay kiralamak istedi. Satıcı ona yay kiralamadıklarını söylediğinde bir başka dükkana telefon etti. Eddie olayı şöyle anlatıyor: 

“Telefonumu nazik bir beyefendi yanıtladı. Kiralama konusundaki sorunuma yaklaşımı diğer satıcıdan çok farklıydı. Olanaksızlıkları nedeniyle artık yay kiralayamadıklarını söyledi. Sonra bana daha önce yay kiralayıp kiralamadığımı sordu. Ben ‘Evet, birkaç sene önce" diye yanıtladım. Bana bunun için 25-30 dolar ödemiş olmam gerektiğini hatırlattı. Yanıtım yine ‘Evet!’ oldu. Sonra bana parasını iyi kullanmasını bilen bir insan olup olmadığımı sordu. Doğal olarak ‘Evet!’ dedim. Şu anda sattıkları yayın tüm diğer gereçlerle birlikte 34.95 dolar olduğunu söyledi. Sadece 4.95 dolarlık bir fark ödeyerek bunları satın alabileceğimi anlattı ve bu nedenle kiralama işine son verdiklerini belirtti. Bu daha mantıklı değil miydi?

‘Evet !’ yanıtımı siparişim takip etti. Onu almaya gittiğimde başka şeyler de satın aldım ve o günden sonra sürekli müşterisi oldum.”

Sokrat dünya’nın gelmiş geçmiş en tanınmış filozoflarından biridir. Sokrat, tarih boyunca ancak bir avuç insanın yapabildiğini başardı ve insan düşüncesinin yönünü tamamen değiştirdi ve şimdi ölümünden yirmi dört yüzyıl sonra birbirleriyle dolaşan kişilerin dünyasında onları etkileyebilen akıllı insanlardan biri olduğu için saygı ile anılmaktadır.

Sokrates nasıl bir yöntem kullandı? 
İnsanlarla yanılgılarını mı söyledi? 

Hayır, bu Sokrates’in tarzı değil; o çok akıllıydı. 

Onun yöntemi bugün “Sokrates yöntemi”olarak adlandırılmaktadır ve “Evet! Evet!” yanıtı almaya dayanmaktadır. 

Sokrates karşısındaki kişiye “ Evet!” dedirtecek sorular yöneltirdi ve birbiri ardına olumlu yanıtlar alırdı. 

Sonunda birkaç dakika önce ona karşı çıkanlar, farkında olmadan onun düşüncelerine kucak açarlardı.

Birbirine yanıldığını söyleyeceğiniz zaman Sokrates’ı anımsayın...


alıntıdır:





_________________


DALKAVUK VE SOYTARI




Dalkavuk Doğu'nun ürünüdür, soytarı Batı'nın...
Her ikisi de eski çağlardan beri kurumsallaşmıştır.


---


Kralın soytarısı sarayda özel yeri olan bir kişiliktir,
tahtın yamacına konmuştur, protokolün hem içindedir
hem dışında...

Bir bakarsın ki soylu törenlerin en görkemli dakikasında
soytarı yerde yatıp yuvarlanmaya başlamış,
prenslerin, düklerin, baronların, kontların, nazırların,
rektörlerin, kardinallerin kırmızı bayram balonu gibi
şişirilmiş ciddiyetlerini sivri yergileriyle delerek ortalığı
birbirine katmış, öfkeleri, kahkahaları, fısıltıları,
kaygıları soytarılığın sarmalına dolayıp saray halısı gibi
salona yayıvermiş.

Soytarı "evet efendimci" değildir.

Kimi zaman efendisini bile mizahın gergefinde iğneleme
yetkilerini benliğinde duyabilir. Batı dünyasının
hoşgörü kuyusundan çıkrıkla çekebildiği kadarınca
yergilerini bağlı bulunduğu egemenin yüzüne karşı söyleyebilir.
Böyle durumlarda kralın suratı asılır bir an, ama
aldırmaz görünür.

-Canım bir soytarının söylediğinin soytarılıktan
gayrı ne anlamı olabilir ki?..

Soytarı, zanaatının koşullarında, kişilere ve olaylara
yönelik yergileri gülmeceye dönüştürüp taşı gediğine
koymasını bilen kişidir.

Egemenlik güçlü halktan değil Tanrı'dan kaynaklanan
kralların saraylarında cins ev köpekleri gibi cins
soytarıların bulunduğunu tarihler yazarlar. Öyle bir
av köpeğidir ki soytarı, kralın çevresindeki soyluları
kokularından tanıyıp gülünç yanlarını ortaya çıkarır,
alayla karışık, şakayla barışık biçimde vurgular.

---

Dalkavuk Doğu'ya özgüdür.

Ne iğnesi vardır dalkavuğun ne yergisi ne de eleştirisi...
Dalkavuğun görevi ya "evet efendim" ya da
"sepet efendim "le bağlanır.

Osmanlı tarihinde bol bol dalkavukluk vardır da,
soytarılığa ilişkin kurumsallık oluşamamıştır. Çünkü
soytarılık Batı tarihinin hoşgörü geleneğiyle bağdaşır,
dalkavukluk Doğu tarihinin küt kafalı egemenlerine
yaraşır.

---

Soytarı balonları iğneler.
Dalkavuk balonları şişirir.

Ne olursa olsun, ister bir yüksek makamda otursun,
ister bir yargı kurumunda bulunsun, ister bilim
adamı kılığına bürünsün, ister kalem erbabından sayılsın
dalkavuğun soytarıdan besbeter olduğunu tarihler
yazarlar.

Çünkü soytarının zaman zaman efendisini uyardığı
görülmüştür de dalkavuğun şişirdiği balonlara tutunarak
yükselmek kimseye nasip olmamıştır.

Hey gidi dalkavuk...

Sana soytarı bile denemez, 
çünkü soytarılık senin
için rütbe sayılır. 
Sen dalkavukluk için 
belini kırıp
ikiye katlanırken, 
senin görüntüne bile katlanmak
ne büyük ACI ...




İlhan Selçuk
"Düşünüyorum, Öyleyse Vurun" kitabından





______________


17 Temmuz 2013 Çarşamba

KISSADAN HİSSE - CENNET CEHENNEM





Bir Samuray, Zen üstadı Hakuin’in karşısına dikilip şu soruyu sordu:

“Gerçekten de cennet ve cehennem var mıdır?”

Üstad: “Kimsiniz?”

“Bir samurayım.”

“Sen mi?” diye dudak büktü Hakuin, “Kendine baksana bir... Hangi efendi senden doğru dürüst hizmet umabilir? Daha ziyade dilenciyi andırıyorsun!”

Sinirden kıpkırmızı kesilen samuray kılıcını çekti.

Hakuin susmak bilmiyordu: “Vay! Kılıcı da varmış! Ama o kadar beceriksize 
benziyorsun ki nasıl olsa kafamı kesemezsin!”

Kanı beynine sıçrayan samuray kılıcını kaldırdı.

Ustaya vurmaya hazırdı. O anda Hakuin sakince,
 “İşte cehennemin kapıları böyle açılır,” 
dedi.

Üstadın serinkanlı tavrına şaşıran samuray kılıcını kınına soktu ve saygıyla eğildi.


Üstad sözünü şöyle bitirdi: 
“Cennetin kapıları da böyle açılır." 
....




Zen Üstadı Hakuin’den Cennet ve Cehennem
düşün-ü-yorum dergisi sayı 37


not:
Resimdeki Tengri Tamgası Türk/Turan Damgasıdır ve Tanrı anlamındadır.




...



KISSADAN HİSSE - KÖRLÜK







"Ya size aslında kısmen kör olduğunuzu söylesem ?

Yani şu an, aslında dünyayı tamamen olduğu gibi gördüğünüzü sanıyorsunuz ama aslında bir şeyi kaçırıyorsunuz.

Gözlerimizi her açtığımızda, ışık retinamızı her aydınlattığında , foto resetör denilen sinir hücreleri ışıkla etkileşime girer, bilgiyi beynimize aktarır, böylece görme eylemini gerçekleştiririz.

Ama retinamızda hiç foto reseptörün olmadığı küçük bir alan var.
Buna bir skotom ya da "Kör Nokta" denir ve hepimizde var.

Peki bu doğruysa nasıl oluyor da hiç "kara bölge" görmüyoruz?

Hiç "kara bölge" görmememizin nedeni :
Beynimizin orada ne olacağına dair tahmin yürütmekte çok iyi olmasıdır ve otomatik olarak boşluğu doldurmakta.

Bazen ne görmek istediğimizi biliriz ve neokorteksimiz bu beklentiyi alır, bir çeşit sanal gerçekliğe dönüştürür.

Bu da gördüğümüz dünyanın bir kısmının bir göz yanılması olduğu manasına gelir.

Bunu bizi ne kadar savunmasız yaptığını düşününce aslında korkutucu bir fikir.



Peki "Kör noktalarımızı" nasıl keşfederiz ?

Gözlerimizin önündeki gerçeği tam olarak nasıl görebiliriz ?



Başlamak için güzel bir yer ; Zihnimizi açmaktır !



Çünkü Fransız filozof Henri Bergson'un da söylediği gibi...

- Göz yalnızca zihnin kavramaya hazır olduğu şeyleri görür-"






Perception dizisinden
....



14 Şubat 2013 Perşembe

PROMETHEUS ve SUSTURULANLAR



“Sözünü sakınmıyorsun , başına gelen boyun eğdirmiyor sana”
Prometheus’un başına gelenleri anlatan koro bunları söyler….
“Sözünü sakınmıyorsun “ diye aslından çevrilen cümle aslında “agan eleutherostomeis” “dilin fazla özgür” anlamına gelir.


Prometheus'a bilinci özgürlük sağlamaktadır. Dramın özü de bu özgürlük-köle sorunudur. Onun asıl önemini de biz ancak tragedyanın yazıldığı çağı göz önünde tutmakla anlayabiliriz. V. yüzyıl Atina'sında kölelik de, zorbalık da yasalara uygun canlı kurumlardı. Prometheus herhangi bir köle gibi "desmotes", yani zincire vurulmuştur; işkencesenin büyüklüğü zincire vurulmuş olmasında değil, bir tanrı iken köle durumuna düşürülüp, köleliğinin bu kadar kötü koşullar içinde geçmesindedir.



Ne var ki köleliği doğal ve olağan sayan bir ortamda Zeus Prometheus ilişkisini bir sorun olarak ortaya atmak, yargılarcasına tartışmak ve hakkın köleden yana olduğunu belirterek, zorbalığı bütün ayrıntılarıyla eleştirip yermek Aiskhylos'un tek başına giriştiği ve başarıyla sonuçlandırdığı koca bir iştir. Tragedyasına eşsiz bir değer veren bu sorunu adım adım inceleyebiliriz "Prometheus"ta.



Titanları yenip yönetimi ele aldıktan sonra, Zeus bir düzen kurmaya girişmiştir. Bu düzende kendine krallık tahtını ayırdığı halde, öbür tanrılara da şeref payları, egemenlik alanları dağıtmıştır. Ne var ki bütün tanrılar paylarına düşen alanı yönetirken Zeus'un buyruğuna uymak zorundadırlar. Piyeste karşımıza çıkan tanrıların hepsi bu düzeni benimsemiş, Zeus'un buyruklarını isteyerek yada istemeyerek yerine getirmektedirler. Tek baş kaldıran Prometheus'tur.



Kavga Zeus'la Prometheus arasındadır ve bir özgürlük-kölelik kavgasıdır. Evreni yöneten, tanrıların ve insanların egemeni Zeus özgürdür, prangaya vurulmuş, ıssız bir kayalıkta sonsuzluğa dek işkencelere mahkûm, ölümsüz olduğu için canına kıyma özgürlüğünden de yoksun Prometheus köledir. Ama bakalım gerçekten de öyle mi?



Prometheus'u kayaya çakan Kratos (Güç) şöyle diyor:



Her varlık çoktan bir kaderle yükümlenmiş, Tanrıların başıdır yalnız yükümlü olmayan: "Zeus'tan başkası özgür değildir".



Olaylar da Kratos'un bu sözünü doğrulamaktadır: Sert, amansız, insafsız bir zorba gibi dünyayı keyfine göre yöneten Zeus her isteğini yüzde yüz gerçekleştirmektedir. Evren "Prometheus" tragedyasında Prometheus ve İo gibi Zeus'un kurbanları, Kratos, Bia, Hephaistos'la Hermes gibi Zeus'un uşakları ve Okeanos gibi Zeus'un dalkavuklarıyla dolmuştur. Geçmişi yendikten sonra, Zeus bugün ve yarını da yasalarının tekeline geçirmişe benzer. Oysa gerçek tam tersinedir: Gerçekte Zeus köle, Prometheus özgürdür. Bu özgürlüğü Prometheus nasıl ele geçirmiştir?



Burada efsaneyi bir yana itip, kendi çağımızın egemenlik kavgalarına bakabiliriz: Yönetimi ele geçirmiş nice iktidar sahibi kişi ya da partiler vardır ki, karşılarına dikilip direnen tek tuk düşünce sahiplerini susturup yok edebileceklerini sanırlar, oysa sonuç umduklarının tersine çıkar: İktidar sahipleri devrilir gider, düşünce sahipleri yener ve kalır. İnsan toplumunun bu derişmez yasasının bilincine varan Aiskhylos onu Prometheus diye bir efsanelik kişinin arzından bildiriyor bize dek: Akıl gücü kaba güçten üstündür, düşünceye gem vurulamaz, özgür düşünce tutuklanamaz, susturulamaz, alt edilemez, olaylar nasıl gelişirse gelişsin, gelecekte egemenlik kaba kuvvetin değil, özgür düşüncenindir.



Aiskhylos toplumların yönetiminde, geçmiş, hal ve geleceği bu açıdan eleştirerek, bize eşsiz değerde bir politika dersi veriyor bu tragedyasıyla: Akıl gücünün kaba kuvveti nasıl yendiğini adım adım izledikten sonra, akıl gücü üstüne kurulan yönetimin akla ve özgür düşünceye saygıyı elden bırakıp, ona sırt çevirince, nasıl zayıfladığını ve devrilmek tehlikesiyle karşı karşıya geldiğini gösteriyor. Zeus bütün kurbanları, uşakları, dalkavuklarına karşın bir çocuk gibi zayıf ve çaresizdir: Onu yıkımdan kurtaracak tek kişi akıl gücünün taşıyıcısı Prometheus'tur.



Zeus tutukladığı düşmanının elinde tutukludur aslında. Efsane, Prometheus'a, geleceği öngören bilici der, çağımızsa biliciye inanmaz, ama düşünürün akıl gücüyle geleceği öngördüğünü, insanlığa yaptığı bu hizmete karşılık kör iktidarların baskısına uğrayıp olmadık cezalara çarpıldığını da bilir. Aiskhylos'un tragedyasını bu açıdan okuyun, göreceksiniz ki çağımızın dramını yansıtır.



Bu kadarıyla "Prometheus" politik piyesin ta kendisidir, ama Aiskhylos politika anlayışının en devrinini yansıtmakla kalmamış, uygarlık değerlerinin ne olduğunu kavrayıp dile getirmekle insancı eserin en özlüsünü de vermiştir. Ateşi tanrılardan çalıp insanlara vermek ne demektir? Başkalarının bir efsane niteliğinden öteye götüremedikleri bu sembolü Aiskhylos insanlık açısından ele alıp, uygarlığın tarihçesini çizmek gibi tiyatro eserlerinde eşine rastlanmayan güç bir işi başarmaktadır.



Düşüncesi günümüzün olaylarını aydınlatacak kadar derine giden bu yazarın sanat ustalığı da şaşırtıcıdır: Okuyucu dikkat etti mi ki başlangıçta Zeus'un uşakları Prometheus'u kaba güce başvurarak tutukladıkları sahnede, Prometheus bir tek söz söylemez: Kayaya çakılmasına, zincire vurulmasına ve Kratos'un sövüp saymalarına sessizce katlanır, ama tragedyanın sonunda Zeus'un casusu Hermes'le kölelik-özgürlük tartışmasında tanrıları beş paralık ettikten sonra, başına saldıkları doğal belaları bir bir izleyip diliyle canlandırır gözümüzün önünde, dünya başına yıkılıp koruyla birlikte gömülüp yok olana dek konuşmakta direnir Prometheus. 



Son sözünü söyler ve sonra ölür. 



Kıyamet de kopsa son söz özgür düşüncenindir, 



demek istiyor Aiskhylos.....




Kaynak: Mitoloji sözlüğü





  PROMETHEUS'UN IŞIĞI SÖNMEYECEKTİR.




PROMETHEUS VE ATLAS (altlarındaki LALE'leri gördünüz mü ?) !!!



Seramik : Vatikan Müzesinde

Laconic kylix with Prometheus and Atlas


Cerveteri , 560-550 BC.

painted ceramic , height cm 14 - diam. cm 20.2 , cat. 16592
Laconic ceramics stand out among the various types of production of Greek ceramics. It is documented here by a famous kylix (goblet) made in Sparta shortly before the middle of the 6th century BC and attributed to the Painter of Archesilas II. 
We can admire on it one of the first known illustrations of the myth of Atlas. A bearded Atlas bends his knees under the weight of the mass that he must support on his shoulders, having been condemned by Zeus to keep heaven and earth separated. Associated in his punishment is another Titan, his brother Prometheus, guilty of having given fire to men.
He is tied to a pole and subjected to the perpetual torture of the eagle who eats his liver which grows again every night to be eaten once again. The placing of these two episodes together has led to the supposition that our painter must have been inspired directly by the Theogony of Hesiod, where the two Titans are described one after the other.

SB.



***