Translate

25 Haziran 2012 Pazartesi

ABD VE LATİN AMERİKA


LATİN AMERİKA


LATİN AMERİKA’DA NELER OLDU?

Latin Amerika,  Batı yarımkürenin İspanyolca ve Portekizce konuşulan alanlarını, yani Meksika’yı, Orta ve Güney Amerika’nın büyük kesimlerini ve Batı Hint adalarının bir bölümünü içerir.  15. yüzyılın  sonlarında  Avrupalılar bu alanları sömürgeleştirmeye başladığında,  ileri derecede gelişmiş üç Kızılderili uygarlığı bulunmaktaydı. Orta Amerika’daki  Mayalar ve  Aztekler ile Peru’daki  İnka uygarlığı ateşli silahları tanımadıkları için Avrupalılara karşı koyamadılar.  


Bu uygarlıkların İspanyollar tarafından  yok edilmesi, dünya tarihinin en trajik olaylarındandır.  1492-1542 tarihlerinde yoğun bir İspanyol kolonileşmesi başlamış ve 300.000 İspanyol yeni dünyaya yerleşmiştir. 17. yüzyıldan itibaren ise  özellikle İspanya, Portekiz ve İtalya’dan olmak üzere yaklaşık 20 milyon kişinin Avrupa’dan Orta ve Güney Amerika’ya göç etmiştir.



Bugün  Güney Amerika’da yaşayan yaklaşık 50 milyon kişinin kökenlerinin bu ülkelere dayandığı tahmin edilmektedir. Latin Amerika'yı arka bahçesi ilan eden ABD iki yüz yıldır kıta halklarıyla kirli yöntemlerle savaşmaktadır. 



ABD’nin kıta'da yaşanan yüzlerce askeri darbede doğrudan parmağı oldu.

Bütün bunları gene demokrasi geliştirme  ve özgürlükler adına yaptı. Latin Amerikalılar ise ABD’ye karşı kendini savunmak için ya diğer güçlerle işbirliğini denediler ya da içlerinden halk kahramanları çıkardılar.



AZTEK GÜNEŞ TAŞI

ARJANTİN :   1831’den beri ABD’nin gizli işgalini yaşayan Arjantin’deki 1976 cuntası, Latin Amerika tarihinin en kanlı cuntalarındandır.  Bugün  iki ülke ilişkileriArjantin’in Venezüella’ya yakınlık duyması ve ABD’nin dostça olmayan tutumu nedeni ile pekiyi durumda değildir.


BOLİVYA :  Sadece 1947-1952 arasında çoğu madenci ve tarım işçisi 30 bin kişi ABD destekli cuntalar tarafından katledildi. Bundan öncesinde kışkırtılan bölgesel savaşlarda ölen Bolivyalıların sayısı ise on binlerle ifade edilmektedir.  Yüzlerce Bolivya cuntasının hepsi de ABD ve CIA desteklidir.  Cinayetlerin en önemlisi Che Guavera’nın 1967’de CIA ajanları ve Bolivya ordusu tarafından yaralıyken kurşuna dizilerek katledilmesidir.


BREZİLYA :  CIA destekli 1964 darbesi tarihindeki en kanlı olaylardandır. Üç-dört yıl içerisinde cuntanın ABD ile işbirliği yaparak kurduğu “Ölüm Filoları” iki binden fazla kişiyi katletmiştir. 


EL SALVADOR :  Latin Amerika’nın  cinayetler ülkesi olarak ün yapmıştır. 1931-1944 arasındaki yerli ayaklanmaları sırasında 15 binden fazla insanı katletmiştir. Özellikle 1979 yılından sonra CIA tarafından Arena partisiyle birlikte oluşturulan ölüm mangaları, toplam 70 bin  kişiyi katletmiştir. Bütün bu cinayetlerin arkasında ABD’li danışmanların  olduğu ve birçok katliama da bizzat katıldıkları  resmi belgelerle kanıtlandı.


GRENADA :  1979’da iktidara gelen sosyalist eğilimli Bishop’un katledilerek, devrildi. ABD, Grenada’yı 1985’e kadar işgali altında tuttu.


GUATEMALA :  1954 yılında CIA, ABD’nin United Fruit Company'ne ait toprakları millileştiren demokratik yollarla seçilmiş Başkan Jacobo Arbenz Guzmani hükümetini askeri darbe ile düşürdü. Darbe, Guatemala’da 40 yıl süren bir istikrarsızlık ve vahşet dönemi başlattı. CIA’nın organize ettiği askeri cunta ve onun takipçileri terör ve ölüm mangaları ile ülkede 30 yıl içinde askeri yönetim altında 100.000 kişi öldü. İç savaş ancak 1999 yılında sona erdi.


HAİTİ : 1915’teki ABD işgalinden sonra en kanlı kıyımlardan nasibini aldı. ABD destekli cuntalar süresince 1957’den 1971’e kadar Haiti’de 26 bin kişi öldürüldü. 


KOLOMBİYA :  Bu ülkedeki  manzara  da tam bir faciadır. 1948’de United Fruit Company ve Standart Oil’in isteği üzerine CIA’nın Kolombiya devlet başkanı Gaitan’ı öldürmesiyle başlayan cunta ve cinayetler döneminde 300 binden fazla kişi öldürüldü. Kolombiya halkı, bugün hâlâ ABD ordusunun katliamlarıyla karşı karşıyadır.  1964 yılında kurulan Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri (FARC) Batılı kaynaklar tarafından uluslararası basına daha çok uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili tanıtılmakla birlikte amacı ülkedeki Amerikan varlığına son verilmesidir. Amerikan kıtasında ABD, Kanada ve Şili, FARC’ı terörist örgüt olarak görürken; Venezüella, Brezilya, Arjantin, Ekvator ve Nikaragua bu sınıflandırmayı reddetmiş, hatta Cenova Sözleşmesi’ne uygun 
gerçek bir ordu olarak kabul etmişlerdir.



TİKAL MAYA PİRAMİTLERİ GUATEMALA


KÜBA :  1898’deki ABD işgalinden 1959’a dek kukla hükümetler tarafından  yönetilen Küba, 1959’da Castro ve Che Guavera ile boyunduruktan kurtuldu. 1962’de sosyalizmi yıkmak için  ABD tarafından  yapılan Domuzlar Körfezi çıkarmasının başarısızlığa uğramasından sonra da yüzlerce suikast planı ve provokasyon birbirini izledi. Her yönden başlatılan ambargo ise bugün hâlâ devam etmektedir.


CHE VE CASTRO


MEKSİKA :  Bu ülkenin  tarihi  aynı zamanda  ABD’nin saldırganlığının tarihidir.1848’de topraklarının büyük bölümünü ABD’ye kaptıran Meksika’da 1909’da Zapata ve Panço Villa’nın önderliğinde başlatılan köylü ayaklanmalarının bastırılması ABD’nin doğrudan askeri müdahalesi  ile oldu. Zapata ve Villa çeşitli tuzaklarla katledildi.  Meksika, o günden beri cuntalar ve sık sık taraf değiştiren hükümetler tarafından yönetilmektedir. 


NİKARAGUA :  1885’te Amerikalı korsan Walker’in işgali  ile  başlayan dönem sonrası 1894’te bu ülke tam bir ABD eyaleti haline getirildi. 1926’da  başlayan Sandino direnişinin bastırılmasından sonra ABD’nin adamı, Latin Amerika tarihinin en kanlı diktatörlerinden Somoza’nın  iktidarı  başladı. Somoza, 1979’da Sandinista gerillaları tarafından düşürüldü.  1985’e kadar geçen sürede Miami’de örgütlenen kontra çetelerinin saldırılarında 11 bin Nikaragualı yaşamını yitirdi. Ülke ekonomisi sabotajlarla mahvedilerek, yönetimin seçim sandıklarında terk edilmesinin zemini hazırlandı. 


PANAMA :  Her zaman kukla hükümetler tarafından yönetilen Panama’da  en basit  eylemler bile en vahşi  yönetmelerle cezalandırıldı.  1990 yılında uyuşturucu ticareti yaptığı bahanesiyle Panama devlet başkanı ve eski bir CIA ajanı Noriega’nın tutuklanıp ABD’ye götürülmesi tam bir komedi idi. 


PERU : 1780’de başlayan Kızılderili katliamından beri cinayet makineleri hiç boş durmadı. 1968’den en son diktatör olan Fujimori’ye dek her zaman baskı ve zulümle yönetilen Peru’da sadece 1980’den bu yana 30 bin kişi işkenceler ve kurşuna dizmeler yoluyla öldürülmüştür. 


ŞİLİ :  ABD kökenli çokuluslu şirketlerin (özellikle ITT)  isteği üzerine CIA tarafından tasarlanan darbe ile 1973’te general Pinochet iktidara getirildi. Darbenin ilk gününde başta solcu başkan Allende dahil  olmak üzere toplam 35 binin üstünde insan işkencelerle, kurşuna dizmelerle katledildi, sakat bırakıldı.  Şili cuntası ABD ve IMF’den tarihin en yüksek yardım ve kredilerini aldı. Ancak buna rağmen Pinochet döneminin sonunda Şili ekonomisi tam bir harabe halindeydi.


URUGUAY  :  ABD, 1964-1971 yılları arasında Uruguay seçimlerine el attı ve baskı politikalarını destekledi. 1968 yılında halk hareketleri zirve yapınca 1970 yılına kadar ABD, Uruguay polisine ayaklanmaları kontrol eğitimi vermeye devam etti.  ABD’nin Uruguay ordusu ile işbirliği  neticesi; Uruguay, 1973-1985 yılları arasında askeri diktatörlüğün pençesine düştü. Latin Amerika’daki en baskıcı yönetimden kurtulmak ancak 1990’da mümkün oldu.


VENEZÜELLA :  Bu ülke de CIA operasyonlarının deneme laboratuarı oldu. Petrol üretimi bakımından önemli olan Venezüella ABD’nin güneydeki yatırımlarının %66’sını barındıran ülke olarak her zaman cuntalar ve faşist yönetimlerin elinde oldu. Tarih boyunca ABD’nin yakın müttefiklerinden biri olarak görülen Venezüella, Chávez’in iktidara gelişinin ardından ABD’nin ikili ilişkilerde en çok gerilim yaşadığı ülkelerden biri haline gelmiştir.




BUGÜNKÜ LATİN AMERİKA VE ABD


Sosyalist eğilimler son yılarda Latin Amerika’da yeniden canlanma dönemine girdi 1980’lerde kendi demokrasi standardı ile sol gerilla gruplarına savaş açan Ronald Reagan’dan  20 yıl sonra Latin Amerika’ya sol hükümetler geri gelmeye başladı. Venezüella, Bolivya, Arjantin, Meksika ve Peru, sol eğilimlerin iktidara gelme şansı  her zaman  en çok olan ülkelerdir. Bu ülkelerde bugün ABD petrol şirketleri millileştirilirken Çin, Küba ve Venezüella ile birlikte Florida’ya 45 mil açıkta petrol aramaktadır. 

Latin Amerika halkları, tarihleri boyunca ABD’nin ekonomik ve siyasi politikalarından “doğrudan” etkilendiği için, bu coğrafyada “doğrudan” ABD’ye yönelik bir öfke ve sol eğilim çok güçlenmişti. Latin Amerika’nın birçok ülkesinin 1990’ların sonundan itibaren kitlesel ayaklanmalar, halk isyanları ve genel grevlere sahne olmasında, ABD politikalarına, özellikle de Washington Konsensüsü’nün serbest piyasa politikalarına karşı oluşan öfkenin büyük payı vardı. Soğuk Savaş  sonrası uluslararası ortamda, ABD karşıtlığını kullanmak için, Chávez gibi popülist liderlerin eline büyük bir fırsat geçmiş oldu.



SONUÇ

200 yıldır Latin Amerika’da çok şey değişti. Ancak, bugün de dış güçler Latin Amerika’da oldukça aktiftir. Fransa, Latin Amerika’da Guyana kolonisini hala elinde tutarken, ABD ve İngiltere Karayiplerdeki adaları kontrol etmeye devam ediyor. ABD, 2004’de Haiti’deki seçimlere müdahale etmek için  gene  asker gönderdi. Chavez’in Venezüella’sında CIA’nın çok aktif olduğu aşikâr haldedir. 

Sovyetlerin çözülüşünün  ardından kendini dünyanın tek hâkimi gören ABD, "Soğuk Savaş" döneminden aşağı  kalmayan politikalarını sürdürmeye devam etmektedir. Kendi halkı için  "ulusal  güvenlik" türünden gerekçeler,  ABD  saldırı politikası için bir kılıf işlevi görmeye  devam etti.  

Amerika’nın güvenliğine (çıkarlarına) karşı koyanlar  geçmişte darbeler  bugün ayaklandırılan halklar ile devrilmekte, direnenler “savaş suçlusu” ilan  edilmektedir.  

Hâlbuki hukuksal açıdan bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu  yana görev yapan her Amerikan başkanını  uluslararası mahkemeye götürebilecek  pek çok kesin kanıt vardır. Bu başkanların hepsi ya düpedüz savaş suçlusudur ya da  ciddi savaş suçlarına karışmıştır. Bizlere sunulan "demokrasi" ve "özgürlük" söylemi  ise dışarıdaki halkı uyutmak için, yani beyin yıkamaya yönelik bir temadan ibarettir.

Gerçekte olan çevrenin sömürülmesi, bunun için yeni pazarlar yaratılması, özelleştirme yolu ile ülke kaynaklarına el konulurken, demokrasi söylemi ile ülkelerin iç parametrelerinin pro-amerikan kişilerce elde tutulmasıdır. 

Latin Amerika ülkeleri;  ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan önemli bir atılım yapmadıkça kısa vadede  bugünkü durumlarının değişmesi kolay gözükmemektedir. İçişlerine başka devletler  karıştığı sürece ve  kendi doğal zenginliklerine sahip olamadıkça,  tıpkı Ortadoğu ve  dünyanın başka bölgelerinde de olduğu Latin  Amerika'da  da  barış ve daha iyi bir  yaşam uzak bir umut olmaktan öteye geçemeyecektir. 

Latin Amerika, Ortadoğu’da olduğu gibi dünyanın hemen her yerinde az gelişmişliğin ve siyasi istikrarsızlıkların arkasındaki temel sorun; demokrasi ve özgürlüklerden önce dış güçlerin varlığı ve bölge ülkelerinin siyasi, ekonomik ve kültürel olarak sömürülmesidir. Bu sebep, dünyanın her yerindeki terör ve direniş hareketlerinin gerekçesidir ve dünyaya geçmişten bugüne terörle mücadele diye  sunulan tüm konseptler (ayaklanmalara karşı koyma, düşük yoğunluklu savaş, terörle küresel savaş vb.) aslında hegemon güçlerinin kendi özel gündemlerini dolaylı yollardan uygulamak için uydurdukları bir kılıf olmaktan öteye gidememiş, hep yenilgiyle son bulmuş, çünkü sömürülen insanların beyninde fikirler savaşını kazanamadığı için direnişler kalıcı hale gelmiştir.


Doç.Dr.Sait Yılmaz
İstanbul Aydın Üniversitesi Ulusal Güvenlik ve Strateji Araştırma Merkezi (USAM) Başkanı

LATİN AMERİKA EMPERYALİZME KARŞI






****