MİLLETLER CEMİYETİ-ATATÜRK |
sağ tarafta: WELCOME TO THE TURKISH DELEGATION
Dünyanın en büyük uluslararası topluluğuna Türkiye'nin katılması için yapılan öneri karşısında Gazi Mustafa Kemal şöyle dedi:
"Başvurmayı düşünmüyoruz, fakat davet ederlerse katılırız."
Topluluk, "Başvurma zorunluluğunu" uygulamaktan ilk kez vazgeçti ve 43 üyenin oybirliğiyle, Türkiye'nin topluluğa davet edilmesine karar verdi.
Bu davet üzerine Türkiye, Milletler Cemiyeti'ne katılmayı kabul etti.
sol tarafta: LEAGUE OF NATIONS PROPOSAL REGARDING AN INVITATION TO TURKEY TO BECOME A MEMBER OF THE LEAGUE OF NATIONS
ÜYELER : ARNAVUTLUK, ALMANYA, AVUSTURYA, AVUSTRALYA, İNGİLTERE, BULGARİSTAN, KOLOMBİYA, KÜBA, DANİMARKA, İSPANYA, ESTONYA, FİNLANDİYA, FRANSA, YUNANİSTAN, GUATEMALA, MACARİSTAN, İTALYA,JAPONYA, LETONYA, YENİ-ZELANDA, PANAMA, HOLLANDA, İRAN, LEHİSTAN, ROMANYA, İSVEÇ, İSVİÇRE, ÇEKOSLOVAKYA, YUGOSLAVYA delege kurulları, bir devletin Milletler Cemiyeti'ne üye olabilmesi için antlaşmanın birinci maddesinde göz önünde tutulan genel koşulları Türkiye Cumhuriyeti'nin yerine getirmiş olduğunu görerek Türkiye'nin Milletler Cemiyetine üye olmaya ve değerli işbirliğinden Cemiyeti yararlandırmaya davet edimesini teklif ediyoruz.
***
Fransız Uluslararası Diplomasi Akademisi’nden Vasiliei Nitikine, Diplomasi Sözlüğü’nde yayımlanan ve Davet’ten kısa süre önce yazdığı “Kürtler” başlıklı makalesinde şöyle diyordu: “Eğer bir gün Türkiye Milletler Cemiyeti’ne kabul edilmeyi talep ederse, Kürt etnik azınlığının varlığını dikkate alacağını, bütün azınlıkların statüsünün bu konuda Cenevre toplantısında kabul edilen ilkelere uygun olarak gözden geçirileceğine ve düzenleneceğine inanıyoruz.”
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne “davet edilmesi”; Nikitine’in öngörüsünü boşa çıkartmıştı. Bu davet, Türkiye’nin hiç bir konuda hiç bir yaptırımla karşılaşmaksızın hiç bir hesap sorulmaksızın, tüm geçmişinin uluslararası hukuka uygunluğu onaylanarak üyeliğe kabul edilmesi anlamına geliyordu. Atatürk’ün Milletler Cemiyeti’ne üyelik başvurusunda bulunmayıp, Milletler Cemiyeti’nden “davet” beklemesinin hukuksal anlamı buydu. Bu davetle, Türkiye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasal egemenliğinin dokunulmazlığı da Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilmiş oluyordu. Bu, Atatürk’ün, 1919’dan bu yana Türkiye’nin bütünlüğünü parçalamaya çalışan Milletler Cemiyeti’ne karşı kazandığı en büyük zaferdi.
***
Türk Dışişlerinin davete yanıtı özetle şöyleydi:
Sayın Genel Sekreter, Genel Kurul adına yapılan davetinize karşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyeti’ne üye olmaya hazır olduğunu ve Türkiye’nin Milletler Cemiyeti üyesi olmayan devletlerle yaptıklarını da içine alan şimdiye kadar yapmış olduğu bütün sözleşmelerle üzerine almış olduğu yükümlülüklerin, Milletler Cemiyeti üyeliği görevi ile bağdaşmaz olmadıklarını bildirmekle onur duyarım.
Bu hususta zaten Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne kabulünden önce imzalanan bütün anlaşmaların Milletler Cemiyeti üyeliği göreviyle bağdaşmaz olmadıklarını bildirmekle onur kazanırım. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne kabulünden önce imzalanan bütün anlaşmaların Milletler Cemiyeti üyelerinin çoğununun imzalamış olduğu Paris Misakı’nın ruhuna uygun olarak yapıldığını belirtirim.
Bu açıklamayı yaparken, Türkiye’nin 24.7.1923’de Lozan’da imzalanan sözleşmelerden doğan askeri nitelikteki yükümlülüklerden ötürü özel bir durumda bulunduğunu da eklemeyi görev bilirim.
Derin Saygılarımla,
Dr. Tevfik Rüşdü
TEVFİK RÜŞTÜ |
Türkiye Cumhuriyeti, Milletler Cemiyeti’nin davetine verdiği bu yanıtla; gerek Sovyet Rusya ile imzalamış bulunduğu anlaşmaların; gerek gayrı müslimlerin Lozan’da kendilerine tanınan anlaşmalı azınlık konumundan feragat ederek öz yurttaşlar konumuna geçişlerine dair yapılan yasal işlemlerin; özetle üyelik daveti öncesi gerçekleştirdiği hukuksal işlemlerden hiç birinin Milletler Cemiyeti ilkelerine ve dolayısıyla uluslararası hukuka aykırılığının iddia edilemeyeceğini, Milletler Cemiyeti’ne kabul ettirmiş oluyordu.
Türkiye’nin, Anadolu’daki etnik öbekleşmeleri nüfus içine dengeli bir biçimde yaymaya yönelik olarak daha önce çıkartıp uygulamış olduğu zorunlu iskan yasalarının Milletler Cemiyeti ilkelerine aykırılığı da iddia edilemeyecekti. Türkiye Cumhuriyeti’nin Milletler Cemiyeti tarafından üyeliğe davet edilmesi, Türkiye’nin o güne dek gerçekleştirdiği bütün iç ve dış hukuk işlemlerinin, Milletler Cemiyeti tarafından uluslararası hukuka uygun olarak kabul edilmesi anlamına geliyordu.
***
... ve Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne üyeliği, toplantıda bulunan 43 üyenin oybirliğiyle kabul edilmişti.
İşte o gün, etnik ayrılıkçı örgütler için “kara bir gün”dü. O güne dek İran, Irak ve Suriye’de yuvalanmış, İngiliz Fransız parası ve silahlarıyla örgütlenerek Türkiye’ye sızıp yurttaşlarımızı etnik ayrılıkçı eylemlere katılmaya zorlayan; aşiretleri “ulus” diye etiketlendirip kışkırttıkları aşiret isyanlarını “ulusal kurtuluş savaşı” diye yutturan ve yabancıların buyruğuyla “intiafada”(!)lar, “serhildan”(!)lar gerçekleştirip, Ağrı dağının tepesinde Kürt Cumhuriyeti kurduk diye Milletler Cemiyeti’ne başvurup zılgıtlar çeken Herekol Azizan kod adlı Celadet Ali Bedirhan önderliğinde ayrılıkçı Hoybun örgütü; o gün karalar bağlamıştı.
Güvendikleri İngilizlerin Fransızların kışkırtmasıyla Milletler Cemiyeti tarafından tanınacaklarına inandırılarak çıkardıkları Ağrı isyanının bastırılmasından sonra; bölmek istedikleri Türkiye, Milletler Cemiyeti tarafından davet edilmiş; o güne dek devlet olarak yaptığı bütün işlemlerin uluslararası hukuka uygunluğu tescil edilmiş; dahası toprak bütünlüğüyle siyasal egemenliği de Milletler Cemiyeti’nce onaylanmıştı.
Milletler Cemiyeti o günden sonra Türkiye’de dinsel ya da etnik azınlıklardan ve bunlara ayrıcalıklar, özerklikler tanınmasından vs. söz edemeyecekti.
***
Atatürk, kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uluslararası hukuka uygunluğunu, “davet” yoluyla Milletler Cemiyeti’ne tescil ettirmekle; “Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır” sözünü eylemle perçinlemiştir.
Atatürk’ün “Milletler Cemiyeti’ne Davetle Katılma” zaferi; herhangi bir devlet ya da uluslararası kuruluşun Türkiye’nin karşısına dikilip, parmağını sallayarak, “sen geçmişte şu suçu işlemiştin, geçmişte şu haksızlığı yapmıştın” diyerek tarihsel suçlamalarda bulunma hakkını ortadan kaldıran, ve böylesi densizlikleri boşa çıkartmaya yetecek bir dayanaktır.
TEVFİK RÜŞTÜ VE ATATÜRK |
Bugün, özellikle de Atatürk dönemine sövgüler yağdırarak, Türkiye Cumhuriyeti’ne soykırım, toplu katliam gibi iftiralarda bulunan devletlere; kendilerinin geçmişte Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne övgüler yağdırıp Milletler Cemiyeti’ne alkışlarla “davet” etmiş olduklarını anımsatacak kimse yok mu devletimizde?
Milletler Cemiyeti arşivindeki Türkiye ile ilgili bütün belgeleri, tıpkı basımları ve Türkçe çevirileri ile birlikte, anıtsal bir kitap halinde basarak; bu kitabı, hem ders kitabı hem de Türkiye’ye yöneltilen suçlamalara karşı yanıt olarak kullanmak; üniversitelerimize düşen en onurlu görevlerden biri değil midir?
CENGİZ ÖZAKINCI'nın makalesini
tıklayıp indirin...
Tevfik Rüştü Aras'ın yazmış olduğu kitap
Atatürk'ün Dış Politikası
1925'ten Atatürk'ün ölümüne kadar 13 yıl Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Tevfik Rüştü Aras'ın bu kitapta yer alan makaleleri seçilirken, Atatürk'ün dış politikasını mümkün olduğunca ortaya koyan yazıların bir araya getirilmesine özen gösterildi.
"Atatürk'ün dış politikası" denince, ilk akla gelen kuşkusuz "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesidir. Tevfik Rüştü Aras'ın bu konuda söyledikleri Atatürkçü dış politikanın bir özetidir. Barışın korunması konusunda son derece gerçekçi saptamalarda bulunan Aras, kitapta yer alan çesitli makalelerinde Türkiye-Sovyetler Birligi dostluğuna özel bir önemle vurgu yapıyor ve Atatürk döneminde olduğu gibi bu ülkeyle yeniden yakın ve dostane ilişkiler kurulmasını tavsiye ediyor.
***
HAVADAN ATIP KONUŞANLARA,
GÜNDEM YARATIP
İNSANLARIN KAFALARINI KARIŞTIRANLARA DA
DERS OLARAK OKUTULSUN.
HATTA GÖZLERİNE SOKULSUN !!!
SB.
***