Translate

21 Haziran 2012 Perşembe

KAYIP ÜLKE TÜRKİYE !.. (1/6 )


Yaz ortasında, hele hele kırk derece sıcakta nezle olmak… Tüm vücudunuz sızlar, başınız ağrır… Bir kaç gündür kendimi, inanın paçavra gibi hissetmekteyim…

Bir bardak soğuk limonlu çayla, elime sevgili Sinan Meydan’ın “Atatürk ve Kayıp Kıta Mu“ adlı kitabını aldım. Daha önce okuduğum bu kitabı bir kez daha okuyarak, özümü bir kez daha hatırlamak ve bu konudaki bilincimi tazelemek istedim.

Kitabın ilk sayfasında Mustafa Kemal’e ait bir söylem dikkatimi çekti.

” Yakın ve uzak çağlar düşünülürse Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara (kıta) yoktur. Bütün yer yüzünde Asya, Avrupa, Afrika, Türk atalarına yurt olmuştur. Bu gerçekleri yeni tarih belgeleri göstermektedir.”

Türk’e yurtluk etmemiş bir anakara yoktur diyordu Mustafa Kemal Atatürk… Koskoca anakaralarda yurt sahibi olan biz Türklerin son yurtları olan Anadolu’da oynanan kirli ve büyük oyunlar geldi aklıma…

Son yurdum, Anadolum...

Gelinleri keklik sekişli, kızları ıtır kokulu, delikanlıları yiğit mi yiğit… Dağlarının eteklerinde mor menevşelerin açtığı, mis kokulu sümbüllerin boy verdiği, bir zamanlar altın başaklı buğdayların ovalarını kapladığı Anadolum…

Asya’dan Avrupa’ya ” bir at başı gibi uzanan” son yurdum…
Geçmişe dönerek hafızamı biraz tazelemek istedim ve gördüm ki, tarihte kurulmuş olan hiç bir Türk devleti dışarıdan gelen düşman ordularının istilası ile yıkılmamışlar, içerdeki işbirlikçilerin, ( Bilmiyorum o zaman demokrasi denen bir aldatıcı tuzak var mıydı?) kurduğu tuzaklar, ilk önce bu devletlerin parçalanıp, bölünmesine, daha sonra da tarihten silinmesine neden olmuşlardır.

Ülkemdeki gayretkeşlerin Kemal Burkay denilen bölücü haini yere, göğe koyamadıkları geldi aklıma…Utanarak duvarımdaki kalpaklı Atatürk fotoğrafına baktım..
Gazi Paşa’mın çelik mavisi gözlerine bakarak, son yurdum Anadolu’da yönetilerek yönetenlerin bizleri ne hale getirdiğini düşünmeye başladım ve göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim.

Birden bana hitap eden bir sesle irkildim.

- Ne okuyorsun çocuk?…

Gazi Paşa’ydı seslenen. Ayağa kalkarak saygılı bir şekilde cevapladım Gazi Paşa’yı..

- “Atatürk ve Kayıp Kıta MU” Okuduğum kitabın ismi bu Paşam…

- Otur çocuk dedi bana. Oturdum ama heyecandan elim ayağım titriyordu. Sonra ” Kim yazmış o kitabı?…” diye sordu bana… Yanıtladım.

- Sinan Meydan adında genç ve yiğit bir tarihçi dostumuz Paşam.

- Aferin ona… Alnından öptüğümü söyle ve de ki kayıp kıta MU bir Türk yurdudur. Ömrüm yetseydi eğer, her zaman bir ferdi olmakla övündüğüm Türk milletinin dünya üzerinde var olduğu MU kıtasının, sadece insanlığın değil, Türk’ün de ilk yurdu olduğunu ispat etmek için çalışacaktım.

- Paşam, sizi biraz kızgın görüyorum. Yoksa Kürt aydını (!) denilen bölücü ile iktidarın bakanı eski solcu (!) Ertuğrul Günay’ın toplantı yapacağı Taksim Hill Oteli’ndeki salonda Atatürklü Türk bayrağının üzerinin, o “sivil örümcek”in sizin varlığınızdan rahatsız olur düşüncesi ile, bir başka Türk bayrağı ile örtülmesi mi incitti sizi?

Gazi Paşa acı, acı gülümseyerek cevapladı beni…

- Bu bana yapılan ilk saldırı değil ki çocuk. Cumhuriyet’in aydınlığından, benim ilke devrimlerimin ışığından gözleri kamaşanlar hep bana saldırmayı bir görev bilmişlerdir.
Sağlığımda kaç kez öldürmeye kalktılar beni, kaç kez suikast düzenlediler bana bilmiyor musun*
İlk önce resimlerimi pullardan, paralardan kaldırdılar. Bununla da yetinmediler, 1939′dan itibaren Marshall Yardımı, Truman Doktrini, NATO dediler, yurdumun kapılarını emperyalizme açarak, “Buyur gel” dediler…

Türk milletinin dört yüz çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık âri, medeni, yüksek bir ırktan gelen, yüksek kabiliyetli bir millet olduğunu unutanlar, Batı’yı sadece “maymun gibi” taklit ederek bizi bu günlere taşıdılar…

Emperyalizm beni en büyük düşman ilan etti. Benim dinsiz ve din düşmanı olduğumu yayarak, inançlı halk ile aramdaki bağın zayıflatılmasına neden oldu. Halbuki ben son ve en mükemmel din İslamiyet’e ve Kuran-ı Kerim’in bir müspet ilim kitabı olduğuna inanırım. Halkım neyin ne olduğunu daha iyi anlasın diye, kendi cebimden 50.000 lira vererek Kuran’ın mealini yazdırdım Elmalılı Hamdi’ye..

Ben tıpkı eskiden olduğu gibi Gazi Yüzbaşı Hafız Yaşar Bey’in o kadife sesiyle okuduğu Kuran-Kerim’in Yasin Sure’sini huşu içinde dinleyecek ve huzur duyacağım. ( Türk Mucizesi- CUMHURİYET- sayfa 137)
Siz de onların ayak oyunlarına kapıldınız, bilmeden veya bilerek emperyalizm denilen şeytanla birlikte dans ettiniz.
Günümüze dek oynanan tüm oyunları sana anlatmaya kalksam çocuk, yeni bir NUTUK çıkar ortaya… Yeni bir NUTUK…

Ancak bu NUTUK zaferlerin, emperyalizme diz çöktürüşün, kanla, irfanla ve devrimle kurulan Cumhuriyet’in destanı değil, hıyanetin, teslimiyetin ve diz çöktürülüşün belgesi olacaktır.

Bak çocuk, bu Kürt gailesi Osmanlıdan yana vardır. taa Yavuz Selim’le başlar… Türk’ün Türk’ü vurduğu, öldürdüğü 1514 Yavuz Selim- Şah İsmail Savaşı’nda Kürtler, Osmanlı’nın yanında yer almışlardır. Yavuz bu savaştan sonra onları ödüllendirmiştir.

Bu hikaye uzundur, anlatsam sayfalara sığmaz çocuk. Ama sana benim verdiğim bir ödev olsun bu büyük ve kirli oyun… Dersine çalış ve gerçekleri anlat insanlara…

Bak çocuk, biz Musul’u Şeyh Sait denilen hainin yüzünden kaybettik. Sen sanıyor musun ki, onlar sadece din elden gidiyor diye ayaklandılar. Benim asıl amacım, Lozan’da Misak-ı Milli sınırlarına dahil edemediğimiz Musul ve Kerkük’ü Türk topraklarına katmaktı. İngilizlerle bu konu üzerinde görüşmeler yapıyorduk. işte tam bu sırada Şeyh Said isyanı çıktı. İngilizlerin teşviki ile baş kaldırdılar emperyalizmin piyonları…
İsyan sırasında esir edilen veya öldürülen isyancıların çoğu üniformaya benzer giysileri vardı ve ceplerinden İngiliz parası çıktı…

Bir de bir zarf ele geçirildi . Zarfın üzerinde ” Kürdistan Hükümeti Harbiye Nazırlığına” yazıyordu. Adres buydu. Olmayan bir devletin, bir aşiretin Harbiye Nazırlığına… Üstelik, zarfın içinde de bir İngiliz silah fabrikasına ait katolog vardı.

Oyun, aynı oyundur. Daha kirli, daha büyük ve daha alçakça… Ama patronlar ve kuklalar değişmiştir.

BOP Eşbaşkanı olduğunu, dikkatimden kaçmamışsa tam otuz iki kez itiraf eden biri yönetiyor Türkiye’yi…

- Çocuk, kahven var mı?
- Var, Gazi Paşam…

- Kalk o zaman bana bir sade kahve yap, bol köpüklü olsun.

Ellerim titreyerek pişirdim kahveyi… Bol köpüklüydü..

Kahvesinden bir yudum aldı…

- Hımm, güzel bizim Ali Çavuş’un kavrulmuş nohuttan pişirdiği kahvelere hiç benzemiyor dedi…

Sonra ilave etti…
- Kayıp ülke Türkiye…

Şaşırmıştım.

-Neden Gazi Paşam, neden diye sordum kendisine….

Gülümsedi, hem de acı, acı…

-Dur, bu kadar sabırsız olma, anlatacağım. Ama şimdi kahve molası verdik. Sonra devam edeceğiz dedi Gazi Paşam.


Devam edeceğiz.
FİGEN ÖZEN
İLK KURŞUN 07.08.2011



MUSTAFA KEMAL ATATÜRK



****