Üçüncü uzatmanın konuşalacağı bugün (4 Mayıs) öyle olmayacağı anlaşılıyordu. Bütün muhalifler gelmişti. Mahmut Esat Bey Fethi Okyar'a sordu:
"Gazi Paşa nerde? Niye gelmedi?"
"Grip olmuş, yatıyormuş."
"Eyvah! Bugün kuliste acayip bir hava esiyor."
Kara Vasıf Bey kuliste, bazı tarafsız milletvekilleriyle kulis yapıyordu.
"Başkomutanlığı sürdürebilmek için 'taaruz edeceğim" diye hepimizi oyalıyor."
"Oyalıyor mu?"
"Evet, ben aaskerim, bilmez miyim, üç yüzyıldır taarus savaşı yapmamışız. Hep savunmada kalmışız. Taaruz çocuk oyuncağı değil. Bambaşka bir ordu ister."
Meclis Reis Vekili Musa Kazım Efendi kürsüdeki çana vurdu. Dışarıda kalmış milletvekilleri de içeri girdiler. Kapılar kapatılınca, gizli oturumu açtı, hükümetin Başkomutanlık Yasası'nın üç ay daha uzatılmasını önerdiğini bildirdi. Afyon Milletvekili Mehmet Şükrü Koç söz istedi.
"Buyrun."
Mehmet Şükrü bey koşar gibi kürsüye geldi:
"Arkadaşlar!Başkomutanlık Yasası'nın süresi bu akşam sona eriyor. Üç-beş saatlik ömrü kaldı. Bu yasa bitti. Konuşalıcak bir yanı yok artık."
Bu açıklama kuvvetle alkışlandı. Alkışlayanların sayısının yüksekliği, Bakanları ve müdafaayı Hukuk Grubu yöneticilerini ürküttü.
"..Yeniden Başkomutanlığa gerek var mı, yok mu, Meclis birini Başkomutan yapacaksa, bu Mustafa Kemal Paşa mı olur, başka biri mi olur, bunları ileride konuşuruz. Ama böyle gizli oturumlarda değil, milletin önünde açıkça konuşuruz. Hakikatleri milletten saklamadan. Gizli görüşme komedisinden vazgeçelim. Paşa Meclis'le meşgul olsun."
syf.553-554
...
Yüzbaşı Şükrü İsmet Paşa'nın önüne bir not bıraktı. Paşa göz gezdirdi:
"M.Kemal Paşa'dan Başkomutanlık süresi uzatılmamış ama ordunun başsız kalmaması için Başkomutanlığı bırakmadığını bildiriyor."
Siyasi manevralar çevirmeye meraklı olan muhalefete, bir ihtilal süreci yaşandığını anımsatacak sert bir karardı bu. İsmet Paşa konuştukça öfkesi arttı:
"Başkomutan olmayı kendisi mi istemişti? Hayır. Kurulmasına öncülük ettiği Meclis talep etti. Ne oldu? Yenild mi? Hayır. İstiklal bayrağı altına topladığı milletini, canı ve malıyla harekete geçirdi, son haçlı ordusunu yendi. Kutsal kabul ettiğimiz ne varsa hepsini kurtardı. Şimdi de içli dışlı bin türlü entrikaya, iftiraya, demogojiye, ilkelliğe göğüs gererek, eğer kazanamazsa şerefini, hatta hayatını kaybedeceğini bile bile, kesin sonuç için imkansızı zorluyor. Bu adamların takdirini kazanabilmek için acaba daha fazla ne yapabilirdi?"
Tükürür gibi ekledi:
"İNSAN TARİHTEN UTANIR BE. VATAN PAHASINA SİYASET OLUR MU?
Başkomutanlık Yasası'nın düştüğü M.Kemal Paşa'nın artık başkomutan olmadığı, muhaliflerce her yana duyurulmuştu. Ertesi günkü oylamada da aynı sonucun alınacağına güveniyorlardı. Çoğunluğun oyunu değiştirmesi için hiçbir sebep yoktu. Olay Saray ve çevresinde, İngiliz Yüksek Komiserliği'nde, Yunan karargahında sevinçle karşılandı.
Muhalif bir grup Kara Vasıf Bey şerefine, yeni açılan Anadolu lokantısında ziyafet veriyordu. Lokantada zafer rüzgarı esmekteydi. Haberi alan Ali İhsan Paşa da büyük ümide kapıldı. Yazdığı mektuplara bağlı olarak bazı şeyler olacağını beklemişti ama önünün bu kadar çabuk açılacağını tahmin etmemişti.
Bu sırada M.Kemal Paşa aeş içinde tutanakları inceliyor, notlar alıyordu. Sabaha kadar çalışacaktı. Hizmet etmek için birlikte sabahlayacak olan Fikriye kahvesini tazeledi.
Meclis Salonu dolmaya başlamış, oturum gizli olacağı için tutanak katipleri ve dinleyiciler içeri alınmamışlardı. M.Kemal Paşa da ilk sıranın sağ başındaki yerine geçti. Gece hiç uyumamış, çalışmıştı. Yüzü kireç gibiydi.
Musa Kazım Efendi 13:30'da toplantıyı açtı. Hüseyin Avni Bey bağırdı:
"Oturum gizli mi , neden gizli? Önce bunu anlayalım."
M.Kemal Paşa ayağa kalktı, muhaliflerin bulunduğu yana dönerek. "Ben önerdim.." dedi, "..özel bir konuşma yapmak istiyorum."
Hafız Mehmet, "İtiraz etme..." diye uyardı arkadaşını, "...bırakalım konuşsun. Bakalım ne diyecek?"
Oturumun gizli olmasının kabul edilmesi üzerine Başkan, M.Kemal Paşa'ya söz verdi. M.Kemal Paşa kürsüye gelirken, Süreyya Yiğit, "Ne kadar sakin" dedi. Muhittin Baha şefkatle baktı:
"Böyle görünmek için ne kadar çaba harcadığını bir de ona sormalı."
M.Kemal Paşa kürsüde durdu, bakındı. Bütün sıralar doluydu. Geç gelenler ayakta kalmışlardı.
"Dünkü görüşmede rahatsızlığım sebebiyle bulunamadım. Fakat tutanakları gözden geçirdim, verilen oyları inceledim. Bulunmuş kadar bilgi sahibi oldum.
Efendiler!
Başkomutanlık Yasası'nın kabul edildiği günü hatırlayalım. Yunan ordusu Ankara'ya yürümek üzereydi. Yüksek kurulunuz, düşmanı durdurmak ve durumu kurtarmak için bir önlem düşünmek zorunluluğunu duydu. Sonuç olarak Başkomutanlık kuruldu ve ona yeteri kadar yetki verildi. Bu yasanın üç ay süreli olmasını öneren benim. Bugüne kadar iki kez uzatıldı. Ancak işin başında da Başkomutanlığın varlığından şikayetçi kimseler vardı. Bugün de aynı şikayetçiler yüzünden yasanın süresi uzatılmamıştır. Bu konudaki görüşlerimi açıklamadan önce, sorunun özünü ele almak, bunun için de dün burada, bu yasanın gereksizliğini ileri sürmüş arkadaşların iddialarından yararlanmak istiyorum. Mesela Salih Efendi şöyle demiş: "M.Kemal hakkımızı gasbetmek istiyorsa, verirsek aptalız."
Efendiler!
Lütfen hatırlayınız. Ben kimseye, beni Başkomutan yapınız demedim. Tersine bütün Meclis bana, 'Başkomutan olacaksın' dedi. Bugün bu yasadan şikayetçi olan arkadaşlar, bu kürsüden, 'Ordunun başına geç, zafere yürüyelim' diye feryat ediyorlardı..."
Sesler duyuldu:
"Evet, doğru!"
"..Açık konuşacağım için beni mazur görünüz. Her birininizin seçilmesi ve burada toplanması için en çok ben çalışmışımdır. Bunun için, pek çoğunuz bilirsiniz ki en yakın arkadaşlarımla fikir mücadelesi yaptım, hayatımı tehlikeye attım. Sözün kısası, bu Meclis benim eserimdir. Ben de herkes gibi eserimi alçaltmak değil, yüceltmek isterim..."
Alkışlar yükseldi:
"..Onun için Salih Efendi'nin, benim de hiç olmazsa kendisi kadar Meclis'in hakları ile ilgilendiğimi farz etmesini rica ederim. Fazla bir şey istemem..."
Gülüşler, kahkalar duyuldu.
"..Meclis'in hakkını gasbetmek sözünü Salih Efendi'ye red ve iade ediyorum! Bu konunun gizli oturumda görüşülmesi de tartışma konusu olmuş. Mehmet Şükrü Bey, 'Gizli toplantılarda konuşarak gerçekleri milletten saklamayalım' demiş. Efendiler! Yüce Meclisimiz alelade bir yasama meclisi değildir. İcra yetkisini de haiz olduğu için bir büyük hükümet gibidir. Öyle değil mi?..."
Bu soruyu, Meclis'in icra yetkileri konusunda çok titiz olan muhaliflere dönerek sormuştu. Onlar da ,'Evet doğru!' diye onayladılar.
"...Devleti idare eden bir hükümetin, bütün kararlarını açıkta konuşarak verdiği nerede görülmüştür? Dünyada örneği var mı? Hele konu Başkomutan ve ordunun durumu ise, bunlar düşmanın önünde tartışılabilir mi? Ama Şükrü Efendi bu zorunluğu komedi olarak vasıflandırmış. Efendiler! Aramızda komedi oynayan biri varsa bu Şükrü Efendi'nin kendisidir. Daha bir yıl önce, hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan tutuklandığını ve adaletin pençesinden ne kadar büyük bir zilletle kurtulduğunu unutmadık.."
M.Şükrü Bey kıpkırmızı kesildi.
"..Hüseyin Avni Bey de yasanın aleyhinde bulunurken demiş ki, 'Miskinler, bu tarz hareketle milleti rezil edeceksiniz..."
H.Avni Bey itiraz etti:
"Ben öyle bir şey demedim."
"Ama yazık ki bu sözler tutanakta yer alıyor beyefendi!"
"Hayır olamaz, yanlış!"
"Şimdi efendiler..."
H.Avni Bey itiraza devam edince, M.Kemal Paşa sinirlendi:
"Ee, gevezelik yeter! Burası mahalle kahvesi mi?"
"Hayır, milletin kabesi."
"Öyleyse saygı göstermeyi öğren!"
H.Avni yerine çöktü. Yenilmekteydiler.
"Efendiler! Bir adam Başkomutanlığı ele geçirir ve yasaya dayanmayan yetkiler kullanırsa, o adama diktatör denir. Ben yüce kurulunuzun kabul buyurduğu yasayla bu göreve geldim. O yasaya dayanarak çalıştım. Yasa yapma hakkınızı da bütünüyle bana devretmiş değilsiniz. Bana verdiğiniz yetki sadece ordu ile ilgili ve sınırlıdır. Yüce Meclis dilediği anda onu da geri alabilir. Şu halde bu taşkınlığa ne gerek vardı? Bu dayanaksız, manasız iddialarla ne elde etmeye çalışıyoruz? Niyetimiz orduyu kıpırdayamaz halde tutmak mıdır?..."
"Haşa! Asla! Ne münasebet!!!"
"Ama Vasıf Bey demiş ki, 'Yerimizden kıpırdayamadık ve kıpırdayamayacağız.' Bazı arkadaşlarımız ordunun kıpırdayamayacağını ileri süren gafilin bu sözlerini alkışlamışlar.."
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Hafız Mehmet'e ' Kaybediyoruz' diye fısıldadı.
"Evet, adam tek başına hepimizi yeniyor."
syf560
ŞU ÇILGIN TÜRKLER
TURGUT ÖZAKMAN
.....
TURGUT ÖZAKMAN’IN “ÇILGIN TÜRKLER”İ VE “CUMHURİYET TÜRK MUCİZESİ”NDE
OSMAN AĞA VE GİRESUN UŞAKLARI
Çok okumak, çok yazmak karakterimizin ayrılmaz bir parçası, adeta yaşam biçimimizdir.
Trabzonlu bir dostum yıllar önce, içinde “yok yok” olan kütüphanesini gururla bize gezdirirken, “Hocam” demişti:
-Ben dinlu, dinsuz her kitabı okurum!
Biz de, bu dostumuzun tabiriyle “dinli-dinsiz” ne bulursak okuyor, okuduklarımızı da akıl ve mantık süzgecimizden geçirdikten sonra okurlarımızla, dostlarımızla paylaşıyor, yerine göre de fikir tartışmalarına giriyoruz.
Okuduğumuz “dinsiz” kitapların da –haşa- bizi dinden-imandan çıkardığı yok, çok şükür!
Okumalarımız, araştırmalarımız daha çok, branşımız (İÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü) gereği, tarih ve özellikle de yakın tarihimiz üzerine yoğunlaşmaktadır.
Dolayısıyla, Kurtuluş Savaşı’mızın muzaffer Başkomutanı, Cumhuriyetimiz’in Kurucusu Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü tartışmasız birinci sıraya yazabilirim.
Evet değerli dostlarım.
Gerçekten de Atatürk üzerine çok sayıda kitap, dergi, belge karıştırdık, arşiv tozları yuttuk, notlar aldık, öğrendiklerimizi de perder pey okurlarımızla paylaştık, yeri ve zamanı geldikçe paylaşmaya da devam edeceğiz.
Örneğin, Şevket Süreyya Aydemir’in üç ciltlik “Tek Adam”ını, Hasan İzzettin Dinamo’nun 5 ciltlik “Kutsal İsyan”ını, 4 ciltlik “Kutsal Barış”ını, Lord Kınross’un “Atatürk”ünü, H.C.Amstrong’un Bozkurt’unu, Berth G.Gaulis’in “Çankaya Akşamları”nı, Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sını ve adını tek tek yazamayacağım pek çok eseri satır satır okudum.
Önemli anekdotların üzerlerini fosforlu kalemle çizdim, notlar aldım. Hepsi de birbirinden değerli eserler olmasına rağmen...
Gerçeği söylemem gerekirse hiçbiri beni, merhum Turgut Özakman’ın kaleme aldığı “Şu Çılgın Türkler” (398 baskı), “Cumhuriyet Türk Mucizesi” ve ”Diriliş” kadar etkilemedi.
Engin bir tarih bilgisi, şiir gibi bir üslup, konusuna hakimiyet, olaylara tarafsız bakış açısı adına ne ararsanız var, kitaplarında.
28 Eylül 2013 tarihinde 83 yaşında kaybettiğimiz hukukçu, oyun ve senaryo yazarı, romancı, araştırmacı, idareci Turgut Özakman’ın aziz hatırasına hürmeten biz de birkaç kelam edelim dedik.
2011 yılında 126 kaynaktan yararlanarak kaleme aldığımız iki baskı yaparak mevcudu tamamen tükenen “Kurtuluş Savaşı’nın Efsane Kahramanı Milis Piyade Yarbay Giresunlu TOPAL OSMAN (Osman Ağa)” adlı kitabımız için...
Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” ve “Cumhuriyet Türk Mucizesi” adlı eserlerinde oldukça geniş yer verdiği “Osman Ağa ve Giresun Uşakları” ile ilgili bölümlerden de alıntı yapmıştık.
Kitabımıza aldığımız-almadığımız bu anekdotları siz değerli hemşerilerim başta olmak üzere tüm okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Şu Çılgın Türkler’in önce 66.sayfasını çevirelim:
“Eski Mercedes, istasyondaki, bugün müze olan, kesme taştan yapılmış iki katlı binanın önüne yanaştı. Yaver Salih Bozok, Dışişleri Bakanını, iki serdengeçti Giresunlu muhafızın koruduğu kapıda bekliyordu, hemen Mustafa Kemal’in istasyona bakan çalışma odasına çıkardı.”
Sonra 257 ve 258.sayfaları çeviriyoruz:
“Ankara’ya önce Topal Osman Ağa’nın ünlü 47.Alayı gelmiş, törenle karşılanmıştı. Alay Giresun ve çevresinin gençlerinden kuruluydu. Pontus ve Koçgiri ayaklanmalarının bastırılmasında görev almıştı. Donatımları, kıvraklıkları Ankaralılara güven ve ümit vermişti. Meclis’in önünden alayla birlikte Giresunlu millici Gülpembe Hanım da geçmişti.”
258.sayfaya aynı zamanda, Osman Ağa’nın yarbay rütbeli fotoğrafı da eklenmiş.
Sakarya Meydan Muharebesi’ne ilişkin 312.sayfada da 42.Giresun Gönüllü Alayı Komutanı H.Avni Alpaslan’dan bahsediliyor:
“İsmet Paşa’nın ‘izinsiz ve emirsiz geri çekilenin idam edileceği’ hakkındaki emri birliklere dağıtılmıştı.
4.Tümen’in 42.Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey (Binbaşı olması gerekir. S.Ç.) emri alınca, birçok alay komutanı gibi o da, alayının subaylarını akşam yemeğinden sonra topladı. Emri okudu, içlerine sindirmeleri için biraz bekledi, sonra ayağa kalktı:
‘Bu savaş işte böyle bir savaş olacak. Çünkü bu savaş fetih, yağma savaşı değil, vatan savaşı. Hiçbir hatayı affetmeye hakkımızın olmadığı bir savaş. Komutanlarımız izin vermedikçe öleceğiz, geri çekilmeyeceğiz. Askere örnek olacağız. Çocuklarımıza para pul, mal mülk değil, millet için şehit ya da gazi olmuş namuslu bir askerin çocukları olmanın şerefini bırakacağız.
Beyler!
Kendinizi ve askerinizi bu büyük savaşa hazırlayın.’
Alayı sırf fedailerden kurulu bir birlik gibi dövüşecek, ilk şehitlerden biri de Yarbay Hüseyin Avni Bey olacaktı.”
Yusuf İzzet Paşa, Sakarya’da birlikleri denetleyen Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya, birliklerin mevcudunun azlığından, askerlerin yarı çıplak olduğundan yakınmaktadır. Gerisini, 276 ve 277.sayfalardan takip edelim:
“Başkomutan Sincan’dan ayrılırken Y.İzzet Paşa’nın kulağına eğildi:
‘Paşam, bu savaşı elde ne varsa onunla ve kesin olarak kazanmak zorundayız.
Tren hareket edince Fevzi Paşa’ya, ‘Merkez Ordusu’nun yolladığı iki alaydan birini 4.Tümen’e, ötekini 23. Tümen’e verelim de Y.İzzet Paşa’yı yatıştıralım..’ dedi, ‘..Osman Ağa’nın alayı cephe ihtiyatı olarak kalsın.”
Yine Sakarya’ya dönelim. Sayfa 447:
“Çal kuzeyine yetişen Albay Halit Bey (Deli Halit Paşa. S.Ç.) buradaki iki tümenin komutasını üzerine aldı. İsmet Paşa Halit Bey’in emrine bir tümen ile Topal Osman Ağa’nın 47.Alayı’nı da verdi.”
“Ne oldular?” başlığı altında Padişah Vahdettin başta olmak üzere, Osmanlı ve TBMM Hükümetinin önde gelen şahsiyetlerinin, Kurtuluş Savaşı Komutanlarının ve daha pek çok önemli kişinin akıbetleri hakkında bilgi verilirken, 684.sayfada;
“Topal Osman Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’i 27.3.1922 (Tarih yanlış. Doğrusu 27.3.1923 olacak. S.Ç.) günü Ankara’da öldürdü, kendi de öldü.” İfadesiyle Osman Ağa’ya da bir satırla değinilmiş.
“Sakarya savaşı Notları” başlığıyla verilen “dizin”in 61/a maddesinde (s.719) ise, Ahmet Gürsoy hocamızın, “Atatürk’ün Muhafızı Osman Ağa” adlı kitabından (s.27) bir alıntıya (47. Giresun Gönüllü Alayı) da yer vermiş:
“Alaydan sadece 285 kişi sağ kalmıştır.”
Şimdi de geçelim 440 sayfalık “Cumhuriyet Türk Mucizesi” adlı eserine.
Romancı, araştırmacı, yazar Turgut Özakman “Cumhuriyet Türk Mucizesi” adlı eserinde, Ali Şükrü Bey’in öldürülmesi ile ilgili şüphelerin Osman Ağa’nın üzerinde yoğunlaşması üzerine, Atatürk’ün Muhafız Taburu Komutanı İsmail Hakkı Bey’i yanına çağırarak, şu emri verdiğini belirtiyor:
“Taburunla bağ evini sararsın. Tutuklama kararını bildirerek Osman Ağa’yı teslim almaya davet edersin. Teslim olursa incitmeyin. Çok hizmeti geçmiş savaş kahramanı bir gazidir. Ama karşı koymaya kalkışırsa gereğini yaparsınız. Çünkü suçu bağışlanabilir bir suç değil. Haydi, kolay gelsin çocuk.” (s.283)
Sonrası malum. Paşa çok üzgündü. Yanındakilere dönerek:
“Ne talihsizlik..” dedi, ‘..Osman Ağa’ya da, Ali Şükrü Bey’e de, Giresunlu babayiğitlere de yazık oldu. Suçluları ilgili makamlara teslim edin. Ötekileri gönüllerini alıp memleketlerine yollayın.’ (a.g.e. s.284)
Turgut Özakman daha sonraki satırlarda, “Ertesi gün her sağduyu sahibi insanı rahatsız eden, Meclis’in büyüklüğüne hiç yakışmayan bir olay olacaktı” dedikten ve Osman Ağa’nın cesedinin mezarından çıkarılarak Meclis’in önünde asılması için Van Milletvekili Haydar Bey ile 16 arkadaşının imzasıyla Meclis’e bir önerge sunulduğundan, Erzurum Milletvekili Salih Efendi’nin, ‘Buna el kaldırmayan suç ortağı olacaktır!’ diye bağırdığından, önergenin oy birliği ile kabulünden sonra Osman Ağa’nın mezarından çıkarılan cesedinin ayağından asılarak Meclis’in önünde teşhir edildiğinden bahsettikten sonra şunları söylüyor:
“M.Kemal Paşa kararı duyunca isyan etti:
‘Bu karar adamı bir daha öldürmek olmuyor mu?’
Rauf Bey terini silerek, ‘Muhalefet öyle bir galeyan halindeydi ki..’ diye yakındı, ‘..bu ilkelliğe hiçbirimiz itiraza cesaret edemedik.’
‘Meclis kararı olduğuna göre yapacak bir şey yok. Yerine getirilecek. Ama Meclis’in büyüklüğüne, sağduyusuna hiç yakışmayan çok ilkel, vahşi bir karar. İyi ki seçime gidiyoruz.” (a.g.e. 285)
Özakman, 345-436 sayfalar arasında “Dipnotlar, Açıklamalar” başlığı altında topladığı bölümün “İkinci Bölüm Notları” kısmının 103.maddesinde de “Topal Osman Ağa-Ali Şükrü Bey Olayı” hakkında yararlanılan kaynakları sıralarken, “Osman Ağa ve Giresunlular, s.152-193” ibaresiyle Erden Menteşeoğlu Hocamızı da kaynak göstermiş.
Araştırmacı-Yazar Turgut Özakman, “Latife” adlı kitabında Atatürk’e çarşaf giydirilmesi olayı dahil gerçeğe aykırı bilgiler verdiği iddiasıyla İpek Çalışlar’ı 421.sayfadan, 425.sayfaya kadar çok ağır cümlelerle itham ederek, sözlerini şu cümlelerle bağlıyor:
“…Sayın yazarın, bu rezil masalı anlatan kimsenin adını açıklaması gerekir. Açıklamalı ki bu iftirayı atanı bilelim ve açıkça lanetleyelim! Açıklamazsa, bu masalı yazarın uydurduğunu sananlar olabilir. Allah korusun.” ( s.425)
Özakman, I.Devre Zabıt Ceridesi’nden (c.28, s.304-310 ve c.12, s.35) alıntı yaparak Ali Şükrü Bey Olayı’na ilişkin şu dip notlarını veriyor:
“İlk oturumda İsmail Suphi Soysallıoğlu bir önceki oturumda alınan Osman Ağa’yı asma kararının oybirliği ile olmadığını, kendisinin bu kararı onaylamadığını açıklıyor. Birkaç arkadaşının daha olduğu anlaşılıyor. O vahşet patlaması içinde Başkanın bu ayrıntılara dikkat etmediği anlaşılıyor.”
“Meclis’te Osman Ağa’ya kaymakam (yarbay), Mustafa Kaptan’a teğmen rütbesi nasıl verildi, kim verdi diye eleştiriler yapıldı. (Çeteci Kara Fatma’ya da rütbe verilmiştir, Halide Hanım’a başçavuş rütbesi verilmiştir vb.) Milli Mücadele biteli ancak beş ay olmuştu. Bu kahramanlara yine bu Meclis’in kabul ettiği kurallara göre böyle rütbeler verildiğini unutmuş görünüyorlardı. Bu kahramanlara hepsi minnettardı. Yere göğe koyamıyorlardı. Osman Ağa kahraman 47.Alayın komutanı idi. Bu alayı Ankara’ya geldiği zaman Ali Şükrü Bey karşılamış, Meclis’e de iftiharla bilgi vermişti.” ( s.425)
Biz ne kadar anlatırsak anlatalım, dilimizle kuş tutsak dahi bazı kesimleri ikna etmemiz zor.
Ünlü romancı, araştırmacı-yazar Turgut Özakman’ı hemen hemen herkes tanıyor. Giresunlu değildir. Ama dürüst, namuslu bir araştırmacıdır. Kılı kırk yarmadan bir konuyu kaleme almaz.
Bakınız, onca hizmetlerine karşın Osman Ağa ve Giresun Uşakları’na haksızca ve acımasızca yapılan bu çirkin ve vahim olay karşısındaki tepkisini, yüreğimize su serpecek şu çok anlamlı cümlelerle ne kadar da güzel ifade etmiş:
“…47.Alay hem Sakarya’da, hem Büyük Taarruz’da görev almıştır. M.Kemal Paşa’nın muhafızları 47.Alayın Giresunlu seçkin gençleriydi. M.Kemal Paşa’yı çok iyi korumuşlardır. Osman Ağa bir suç işledi diye hepsini aşağılamak ve Osman Ağa’nın kahramanlıklarını yok saymak olur mu? Meclis’in, ölüyü mezardan çıkartıp astırması, bu kahramanları aşağılamaya yeltenmesi Birinci Meclis’in büyük yanlışları arasında yer alacak, büyüklüğünü lekeleyecektir.” (a.g.e. s.425-426)
Başka söze hacet var mı?
Merhum Özakman’ın “Cumhuriyet Türk Mucizesi”nde başka ilginç ayrıntılara da rastlıyoruz.
Gerçi Osman Ağa ve Giresun Uşakları’nı ilgilendirmiyor ise de bu ayrıntıların, günümüz Türkiyesi’nde bazı kesimlerin Atatürk’ü din düşmanı gibi göstermelerine küçük bir cevap olabileceğini düşünüyoruz.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, henüz Cumhuriyet’i ilan etmediğinden, TBMM Başkanı ve Kurtuluş Savaşımız’ın muzaffer başkomutanı sıfatıyla 1923 yılı başlarında bir dizi gezi gerçekleştirir.
Yer Balıkesir, yıl 1923.
“Sabah (7 Şubat) M.Kemal Paşa ordu karargahında çalıştı. Öğle namazını büyük bir cemaat ili Zağanos Paşa camisinde kıldı. Şehitler için okunan mevlidi dinledi. Mevlit bitince yerinden kalktı, ağır adımlarla minbere çıktı. Cemaat dikkat kesildi.:
“Millet!
Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, iyiliği ve hayrı üzerinize olsun. (..) Dinimiz son dindir. Ekmel (mükemmel) dindir.”
Bundan sonrasını şu cümlelerle anlatıyor, Turgut Özakman:
“Dini yücelten bir konuşma yaptıktan sonra burada da soru sorulmasını istedi. Sorular bitince minberden indi., soruları ayakta yanıtladı.
Biri hutbenin dili ile ilgili bir soru sormuştu. Haklı bir soruydu. Çünkü hutbe Arapça okunurdu. M.Kemal Paşa hutbenin tarihi, anlamı, işlevi konusunda ayrıntılı bilgi verdi. Bilgisiyle yobazları bile hayran bıraktı. Yanıtını şöyle bitirdi:
‘Hutbelerin dilinin bilinmesi, anlaşılması, bilim ve fenne uygun olması gerekir. Hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır.” (a.g.e s.251-252)
13 Mayıs 1923’de trenle Ankara’dan yola çıkan Gazi Hazretleri’nin bu defaki durağı Adana’dır. Adana’da bir dizi ziyaret gerçekleştiren ve bazı toplantılara katılan Büyük Kurtarıcı için Özakman, adı geçen eserinin 274.sayfasında da şu ifadelere yer vermiş:
“İkinci gün bazı kurumları, fabrikaları, okulları gezdi, Cuma namazını Ulu Cami’de kıldı. Öğle yemeğini öğretmenlerle yedi. Akşam yemeğini çiftçilerle.”
Çiftçilerle yenilen yemeğin ardından Adana esnafının da katılımıyla koyu bir sohbet başlar. Gazi Hazretleri halkı aydınlatmaya devam eder. Tekrar Özakman’ın satırlarına (s.274) dönelim:
“ Artık bilim, kültür, fen ve iktisat gibi alanlarda zaferler kazanmalıyız. Bazı kimseler asri (çağdaş, modern) olmayı kafir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların maksadı İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarıkla değil beyinledir.”
Değerli okurlarım.
Merhum Turgut Özakman’in iki değerli eserinden yaptığım ve bir kısmını “TOPAL OSMAN” kitabıma da koyduğum “Osman Ağa ve Giresun Uşakları” ilgili anekdotları ve Atatürk’ün yüce dinimize bakış açısını yansıtan bazı alıntıları sizlerle paylaştım.
Umarım ilgilerinizi çekmiştir.
Bir Turgut Özakman daha dünyaya gelir mi, bilemeyiz.
Ama bir gerçek var ki, Atatürk ve ona inanarak gözünü kırpmadan Hak’ka yürüyen “Çılgın Türkler” ancak bu kadar mükemmel anlatılabilirdi.
Olayları çarpıtarak tarih adı altında yalan yazanlar utansın!
“Tarihi yapanların (Atatürk ve silah arkadaşları)” ve tarihi, “yapanlara sadık kalarak yazan” namuslu kalemlerin (başta Turgut Özakman) ruhları şad, mekanları cennet olsun!
Seyfullah ÇİÇEK - 04.10.2013 link
//