Translate

17 Aralık 2012 Pazartesi

Antik Çağ’da Tarih Yazmak



"Il n’y a pas de hors-texte".
"Metin dışında hiçbir şey yoktur".
Jacques Derrida (1)

Türk Dil Kurumunun 2005 yılında yayımladığı Türkçe Sözlükte, “tarih” kelimesinin anlamları arasında konumuzla ilgili anlamı şu şekilde verilmektedir: 

“Toplumları, milletleri,kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan, olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyetleri, kendi iç sorunlarını inceleyen bilim.”

Dilimizde “tarih” kelimesi bir başka anlamıyla, zaman içinde geçen olayları sebep ve sonuç bakımından birbirine bağlayarak anlatan düzyazı biçimindeki anlatı türlerinden biri olarak da kullanılmaktadır. Böylece tarih bir yönüyle araştırma ve incelemeye, başka bir yönüyle de anlatıya, dolayısıyla bir anlatı metnine dayanmaktadır. Olayların metin yoluyla aktarılması söz konusu olduğunda tarih 19. yüzyıla gelininceye kadar, anlatımda güzelliğin amaçlandığı bir yazın türü olarak görülmüştür.Tarihin edebiyata oranla bilimsel bir alan olduğunun ileri sürülmesi ve tarih ile edebiyat arasında bir ayrım gözetilmesi tarih yazıcılığı alanında bilgi kuramıyla ilgili soruların gündeme gelmesiyle başlamıştır. Pozitivizm akımından sonra bilimsel olmaya, nesnel bilgi edinmenin ve güvenilir olmanın koşullarının araştırılmasına doğru gidilmesi, böylece ilkeler ve yöntem bakımından tarihin doğa bilimlerinin ilkelerine yaklaştırılması, nesnel olmasının önem kazanması sonucunda 19. yüzyıldan başlayarak tarih bir bilim dalı olarak incelenmeye başlamıştır. Bu türden bir yaklaşımın sonucu olarak tarih edebiyattan ayrılmış ve bilgi kuramı açısından ele alınan tarihin metinsel yönü göz ardı edilmişti (2).

20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak tarih kuramı alanında geliştirilen yeni yaklaşımlar sonucunda tarihi, geçmişteki olayları belge ve bilgilere dayanarak, sebep-sonuç ilişkisi çerçevesinde, zaman-dizimsel bir sıra izleyerek ele alan, özel yorumlara yer vermeyen, nesnel kuralları olan bir bilim dalı olarak gören anlayış bugün artık geçerliliğini yitirmiştir (3). 

19.Yüzyılın tarihe yaklaşımı karşısında 20. yüzyılın post-modern tarih kuramının öncülerinden Hayden White şöyle demektedir: 

"Tarihçiler gerçeklerin kendi kendilerine konuşmadıklarının farkında değillerdi. Onlar adına tarihçi konuşmaktaydı ve geçmişin küçük parçalarını bir bütün içine yerleştirerek onları tamamen söylemselleştiriyordu”(4).

Hayden White’ın düşüncesine göre bir tarih anlatısı da edebiyat metinleri gibi, yazınsal kurallara bağlı olarak yazılır. Tarihçi bir roman yazarından farklı çalışan birisi değildir. Tarih yazarı ile roman yazarı arasındaki en önemli fark tarih yazarının geçmişte olmuş olayları, roman yazarının ise hayalinde canlandırdığı olayları anlatmasıdır. Ancak ikisi de aynı yazınsal düzeni ve yazım yöntemlerini kullanarak yazarlar (5).

Post-modern tarih anlayışına göre tarih salt belge değildir, metinler üstünden gelişen ve metinsellikle biçimlenen öznel-özgül bir alandır. Kuşkusuz, tarih yaşanmış, olmuş bir eylemin ediminin zaman dizimsel olarak belgesel izdüşümüdür, ancak belgenin yorumu söz konusu olduğunda tarih yoruma, öznelliğe ve metinselliğe dayalı bir bakış açısı kazanmaktadır (6).

Bugün tarih, geçmişi öğrenmek, anlamak isteyen bir tarih araştırmacısının belgelere dayalı yorumu ile kurulmuş bir metin olarak algılanmaktadır, yani tarih kurmaca metindir (7). 18. Yüzyıla kadar bilinen ve kabul edilmiş olan, tarihsel gerçekliğin kurmaca boyutu 19.yüzyılda göz ardı edilmiş olmakla birlikte, bu konu post-modern kuramla birlikte yeniden ele alınmıştır. Tarihçinin ideolojik ve retorik bir işlevinin bulunduğunun kabul edilmediği 19.yüzyılın tarihçisi böyle bir işlevinin olduğunun kendisi de farkında değildi (8). 

Tarih bilgisiyle bağlantılı problemler üzerinde düşünen kuramcılar tarihi yazan kişinin aynı zamanda tarihi yarattığını da söylemektedir. Bir tarih metnini yazınsal biçeminden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Dolayısıyla tarihte nesnellikten de söz etmek mümkün değildir (9). 
Tarih araştırmacıları incelemelerini kendi birikimlerine, yaratıcılık güçlerine, kültürel ve ideolojik değer yargılarına, toplumsal yapıya bağlı olarak yorumlayan, kurgulayan kişilerdir (10). Tarih yazımının biçem bakımından özelliklerinin analizi ve incelenmesi tarih anlatılarıyla kurmaca anlatılar arasında, dil yapısı bakımından benzerliklerin olduğunu göstermiştir (11).

Yeni tarihselcilik kuramına göre, tarihçi kişisel bakış açısından ve ideolojik görüş ve önyargılarının etkisinden kurtulamayacağından, yazdığı tarih her zaman yorumsaldır. Metin analizleri göstermiştir ki geçmiş, metnin dili tarafından oluşturulmaktadır. Tarihin metin yönü ve metinler arası ilişkileri tarih anlatısını kurmaca olana bağlamaktadır (12). Kurgulanabilir bir disiplin olarak tarih sadece dil içerisinde gerçekleşebilir (13).

Yeni tarihselcilik kuramının tarihe bu şekildeki yaklaşımının köklerini antikçağın tarihe yaklaşımında aramak gerekir. Post-modern tarih anlayışının karşı çıktığı tarih ve edebiyat arasında ayırım gözetilmesi düşüncesi antikçağda yoktu (14). Batı kaynaklı tarih yazıcılığının temellerini kurmuş olan Grekler ve Romalılar için tarih edebiyatın bir koluydu. Anlatılanların nasıl anlatıldığına önem verilirdi. Bir tarih yazarı için okuyucunun ilgisini çekmek esastı. Tarih yazanlar üslupları ile okuyucunun yada dinleyicinin ilgisini çekmeyi isterlerdi. Böylece yazılanların gerçeğe uygunluğunun yanı sıra, okuyucunun da beğenisi dikkate alınıyordu. Greklerde ve Romalılarda tarih metinlerinin tıpkı post-modern kuramın yaklaşımında olduğu gibi yazınsal metinler olduğu ve metnin esas olduğu konusunda gerek kendileri de tarih yazmış antikçağ tarih yazarlarında gerekse konuya kuramsal açıdan yaklaşmış yazarlarda bazı ifadelere rastlanmaktadır. On sekizinci yüzyılın İtalyan hukuk bilgini Giambattista Vico insanoğlunun tarih yapan, tarihsel yaratıklar olduğunu söylemektedir (15). Düşünme yetisine, dil yetisine sahip olmasının yanı sıra insan, tarih yapma yetisine de sahiptir. Böyle bir yetiye sahip olduğu için, tarihi anlamak, yorumlamak da mümkün olmaktadır. Anlamanın, yorumlamanın temelinde araştırma yatmaktadır. Ünlü antikçağ düşünürü Platon (M.Ö. 427-347) araştırılmayan bir yaşamın yaşanmaya değer olmadığını söyler (16). 

Tarih kelimesinin Batı dillerindeki karşılığının kökeni olan ve Grekçe bir kelime olan “historia” kelimesi, yine Grekçe bir kelimeden, “historein” kelimesinden gelmektedir. Grekçe’de “historein” kelimesinin“soruşturmak, sorarak öğrenmek, sorgulamak” gibi anlamlarının yanı sıra “araştırmak”anlamı da bulunmaktadır (17).

Ünlü hatip ve devlet adamı Marcus Tullius Cicero’nun (M.Ö.106-43) “pater historiae”/“tarihin babası” (18) dediği Grek tarihçisi Herodotos (M.Ö. 484-424) eserinin başına yazdığı kısa önsözünde, yaptığının bir araştırma (“historie”) olduğunu söylemektedir. Bilindiği gibi, insan toplumlarının geçmişini nesnel olarak araştırma, insanın yapıp ettiklerini anlatma girişimi ilk olarak Grek tarihçileri ile başlamıştır. Greklerden çok önce, Mısır ve Asur toplumlarında güncel olayları, kazanılan zaferleri ve askeri başarıları, güçlü yöneticiler için yapılan övgüleri içeren kayıtlar vardı, ancak bu kayıtlar zaman dizimsel listeler olmaktan öteye gidememişti. Greklerde tarih yazıcılığı Herodotos’tan çok önce gözlemle, araştırmayla, soruşturmayla başlamıştı. Yeni topraklar arayışı içinde yurtlarından ayrılan Grekler gittikleri uzak ülkelerin tarihi, coğrafyası ve etnik yapısı hakkında topladıkları bilgileri ve kişisel izlenimlerini geri döndüklerinde kendi yurttaşlarına büyük alanlarda ya da tapınak avlularında konuşmalar yaparak aktarıyorlardı. Başlangıçta yapılan konuşmalar söylence ile karışık ölçülü dizelerden oluşuyordu. Edinilen bu tür bilgi ve izlenimler yazıya geçirilmek için M.Ö. 6. yüzyılda bazı koşulların gerçekleşmesini beklemişti. Bu koşulları şöyle sıralayabiliriz (19) : 

1. Greklerin ilk düzyazı yazarlarından olduğu yani bir “logographos” olduğu kabul edilen Miletoslu Kadmos’un ölçülü dizeler yerine, düzyazı ile yazmayı tanıtmasıyla düzyazının ortaya çıkışı;
2. Ionia’da felsefi düşüncenin doğmasıyla mitolojiye karşı eleştirel bir karşı çıkışın uyanması; 
3. Ticari yada yeni topraklar arayışı içinde doğuya yapılan yolculuklar sebebiyle farklı kültürlerle karşılaşmış olmanın bir sonucu olarak toplumsal kökenlere ve yerleşmiş geleneklere ilginin artması. 

İlk Grek tarihçisi, hem düzyazıyla yazmanın hem de evreni eleştirel bir bakış açısıyla anlamlandırmanın ortaya çıktığı Ionia’dan bir gezgin olan Hekataios’tur (M.Ö. 550-490). Onun, periodos ges ( Yeryüzünün Tasviri ) adını taşıyan ve çeşitli ülkelerin tasvirleriyle birlikte doğu tarihi ile ilgili bilgiler de içeren eserinden günümüze 300 kadar parça kalmıştır. Hekataios’un ayrıca büyük ailelerin geçmişlerini söylencelere dayandırarak anlattığı soy öyküleri yazdığı da bilinmektedir. Tarih eserinde Greklerle Persler arasındaki ilişkileri Pers kralı Kroisos’un tahta çıkışından M.Ö. 479/478 yılındaki Plataia ve Mykale savaşlarına kadar anlatan Herodotos, duyduklarını, gördüklerini kendisinden önce düzyazı olarak kayda geçirmiş olan Hekataios’u “logopoios” olarak adlandırmıştır (20).

“Logopoios” kelimesi Grekçe’de “söz, konuşma, haber, hikaye, anlatı” gibi anlamları olan “logos” kelimesi ile yine Grekçe’de “yapmak, yaratmak, yazmak, kompoze etmek” gibi anlamları olan “poieo” fiilinden gelmektedir. Böylece “logopoios” “sözü yazan, anlatıyı kompoze eden” anlamında antikçağda tarih yazarı için kullanılan bir kelime olarak karşımıza çıkmaktadır. Grek tarih yazıcılığının önemli isimlerinden Thukydides (M.Ö.455-400) ise kendisinin de bizzat yer aldığı Peloponnesos Savaşını (M.Ö. 431-404) anlattığı tarih eserinde Herodotos da dahil olmak üzere kendisinden önce tarih yazmış olanlara “logographos” demektedir (21).

“Logographos” kelimesi Grekçe’de “söz, konuşma, haber,hikaye, anlatı” gibi anlamları olan “logos” kelimesi ile yine Grekçe’de “yazmak, yazıya geçirmek, tarif etmek” gibi anlamları olan “grapho” fiilinden gelmektedir. Böylece“logographos” “sözü, anlatıyı yazan, yazıya yani kayda geçiren kişi” anlamında tarih yazarı için antikçağda kullanılan bir başka kelimedir. İkisi de aslında aynı anlama gelen bu iki kelime arasındaki küçük anlam farkı, kanımca, söz konusu iki Grek tarihçisinin tarihe yada tarih yazıcılığına yaklaşımını göstermektedir. Şöyle ki, Herodotos için sözü, anlatıyı yaratmak, kompoze etmek önemli olurken, biraz küçümser bir tavırla kendisinden önceki tarihçileri olayları sadece kayda geçirenler olarak niteleyen Thukydides kendisinin, anlattığı olaylar üzerinde yargıda bulunmasının yanlış olmayacağını belirtirken bir tarih eserinin olayların sadece kayda geçirilmesinden ibaret olmayıp, tarihçinin yorumunu da içermesi gerektiğini vurguluyor görünmektedir. Tarihin gerçeği anlatması gerektiğini ileri sürmekle birlikte Heredotos tarihini yazarken şiirsel bir dil kullanmıştır (22).

Ona göre, tarihin işlevi eserinin başında da belirttiği gibi, kısmen insanların ne yaptıklarını keşfetmek kısmen de yaptıklarını niçin yaptıklarını keşfetmekti. Dolayısıyla Grekler tarihi bir bilim olarak görmekten çok bir “algılar bütünü” olarak görüyorlardı (23). Eleştirici tarihin kurucusu olmak onurunu bugün de taşıyan (24) Thukydides tarihsel araştırmanın kanıta dayanması gerektiğini savunmakla birlikte bizzat yaşadığı olayları kendi gözlemlerine dayandırarak anlatmıştı. Bunun yanı sıra anlatısında şiirsel bir üslup kullanmayı da ihmal etmemişti. Thukydides tarihsel kişilerin olaylar sırasında söylediklerini yazmak yerine, onları duruma uygun bir biçimde kendisi konuşturarak tarihine yazınsal bir boyut vermiştir (25).

“Logographos” olarak adlandırılan düzyazı yazarlarının olayları kayda geçirmelerinden çok önce Grekler edebi bir tür olarak Homeros’un (M.Ö. 8. yüzyıl) kahramanlık destanlarını tanıyorlardı. Böylelikle Greklerin tarihe olan ilgilerinin M.Ö. 8-7. yüzyıl civarında destan türü üzerinde yoğunlaştığını görmekteyiz. Homeros’un, bugün bile üzerinde çalışılan ve gerek film yönetmenlerine gerekse günümüz edebiyatçılarına malzeme sağlamaya devam eden Ilias ve Odysseia destanları ilkin sözlü geleneğin ürünleri olarak M.Ö. 8. yüzyıla yerleştirilmektedir. Solon’un (M.Ö. 640-560) emriyle M.Ö. 600 yılında yazılı bir esasa göre okunmaya başlayan Homeros’un destanlarının metninin saptanması ve düzenlenmesi çalışmalarını başlatan ise Peisistratos (M.Ö. 560-527) olmuştur. Bilindiği gibi destanlar tanrılar, tanrıçalar, yarı tanrılar ve kahramanlarla ilgili olağan üstü olayları konu alan şiirler olmakla birlikte antikçağda tarih yazımının temelde destan türüne dayandığı yadsınamaz bir gerçektir (26). Destanların tarih yazarlarına katkısı kuşkusuz, anlatılanların içeriği açısından değil, dilin, bazı anlatım öğelerinin kullanımı, yazış yöntemi ve kompozisyonun kurulması açısından olmuştur. Homeros’un destanlarının dili Grek dilinin Ion ve Aiol lehçelerinin unsurlarının bir arada verildiği zengin ve ahenkli bir dildi. Canlı ve renkli betimlemelerin yer aldığı Homeros destanlarında tarih yazarlarına örneklik edecek, ince gözlem ürünü olduğu açıkça anlaşılan insan psikolojisi üzerine ayrıntılı betimlemeler bulunmaktaydı. 

İlkin Grek tarihçiliğinde sonradan ondan beslenen Roma tarihçiliğinde önemli bir yeri olan söylevlerin ilk kullanıldığı metinler Homeros’un destanlarıdır. Homeros, destanlarında kahramanlarına psikolojik ikna kurallarına uygun konuşmalar yaptırmıştır. Homeros’un yaptığı gibi, tarih yazarları da eserlerinde hitabet sanatının kurallarına bağlı kalarak kurguladıkları karşılıklı konuşmaları kullanmışlardır. Destanlarında bazı olayları geriye dönüşler yaparak anlatan, gerekli gördüğü yerlerde okuyucuyu/dinleyiciyi meraklandırmak için anlatımını yarıda keserek başka bir konunun anlatımına geçen, bazen de anlatımının içine beklenmedik olayların anlatımını dokuyan Homeros’un kullandığı bu tür anlatım yöntemlerini, gerekli gördükleri yerlerde esas konuyu konu dışı anlatımlarla yada öykü anlatımlarıyla zenginleştirmeyi düşünen tarih yazarları da çokça kullanmışlardır. 
Homeros’un destanlarının yanı sıra Hesiodos’un (M.Ö. 7. yüzyıl) da tarih yazıcılığı üzerinde etkili olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Homeros’tan farklı olarak kahramanlık öyküleri anlatmayan, günlük yaşamın çeşitli sorunlarını ele aldığı öğretme ve eğitme amacı taşıyan şiirleriyle pozitif ve bilimsel düşüncenin ilk örneklerini sergileyen Hesiodos’un erga kai hemerai’ının ( İşler ve Günler ) ve thegonia’sının da yalın, gösterişten kaçınan biçemiyle tarih yazan düzyazı yazarları üzerinde etkili olduğunu unutmamak gerekir.Tarih yazanlara örneklik etmekle birlikte tarih eseri ile destan arasında fark olduğu da kuşkusuzdur. 

Antikçağda bu bakımdan iki noktada ayrım olduğu kabul ediliyordu: İlkin tarih düz yazı olarak yazılırdı. İkinci olarak da geçmişle ilgili fantezileri değil gerçekleri anlatırdı (27).

Bu ayrılıklardan ikincisini daha ayırt edici bir fark olarak gören Aristoteles’e göre (28) (M.Ö. 384-322) şair ile tarih yazarının arasındaki ayrım birinin düzyazı, diğerinin ölçülü yazı kullanmasından kaynaklanmıyordu. Çünkü Herodotos’un tarihi de ölçülü dizeler haline getirilebilirdi. Düzyazı olarak da yazılsa ölçülü dizeler halinde de yazılsa, Herodotos’un eseri bir tarih eseriydi. Çünkü olmuş olanı anlatmaktaydı.

Şair ise olmuş olanı değil, olabilir olanı anlatırdı. Bu sebeple, Aristoteles’e göre, şiir tarih eserine göre daha felsefidir ve daha üstün olarak değerlendirilir. Şiir genel olanı anlatır; olasılık yada zorunluluk yasalarına göre, belirli özellikteki bir kişinin böyle yada şöyle davranması yada konuşması söz konusudur şiirde. Buna karşılık bir tarih eserinde kişinin başına gelenler yada eyledikleri tekildir. Aristoteles peri poietikes (Şiir Sanatı ) eserinde daha felsefi ve daha üstün bulduğu şiirin tarihten farkını ilkinin geneli, diğerinin ise tek tek olanları anlatmasında bulur. Ona göre, Herodotos’un tarihi ölçüyle yazılmış olsa bile tarih eseri olma özelliğinden bir şey yitirmez. Zamanımızdan yaklaşık 2400 yıl önce yaşamış Aristoteles’in bu konudaki düşünceleriyle yukarıda sözünü ettiğimiz 20. yüzyıl tarihçisi Hayden White’in düşünceleri arasında paralellik bulunmaktadır. 

Bir tarih eseri yazmamış olmakla birlikte söylevleriyle, mektuplarıyla, felsefi diyaloglarıyla Roma’nın tarihine de ışık tutmuş olan Cicero eserlerinde tarih yazma konusundaki görüşlerine de zaman zaman yer vermiştir. Bu konudaki görüşleriyle Roma’da tarih yazıcılığı konusundaki tartışmaların başlamasına sebep olmuştur (29). Cicero’ya göre hem tarihte hem de şiirde izlenecek ilkeler ayrıdır. Çünkü tarihte her şeyin kendisine göre yargılandığı ölçüt “gerçeklik”tir, şiirde ise “zevk verme”dir (30). Cicero tarihin retorik özelliğiyle, hitabet sanatının tarih yazıcılığı bakımından önemli oluşuyla ilgilenmiş olmakla birlikte gerçeğin aynasını elinde tutan bir kişi olarak tarihçinin yanlış bir şey söylememesi, söylediği her şeyin doğruluğunu belirtmesi, taraf tutmaktan kaçınması gerektiğini de belirtmekle konuyu retorikten bilgi kuramı alanına kaydırıyor görünmektedir (31).

Romalı eleştirmen ve eğitimci Marcus Fabius Quintilianus (M.S. 35-96) da tarih ile şiir bağlantısı üzerinde durmuştu. Ona göre, tarih şiire çok yakındır, hatta ölçü sınırlamasının olmadığı, düzyazıyla yazılmış bir şiirdir (32). Quintilianus tarihi şiirsel bir tür olan destanın farklı bir biçimi olarak görmekteydi. Ona göre tarihçinin amacı dinleyiciyi ya da okuyanları yazdıklarının doğru olduğuna ikna etmek yerine, anlattıklarını yazın sanatlarını kullanarak güzel bir dille anlatmak olmalıydı (33).

M.S. 2. yüzyıl sofistlerinden olan Samsatlı Lukianos’un (M.S. 120-180) tarihin nasıl yazılması gerektiği üzerine kaleme almış olduğu yazısı ( pos dei historian syngraphein ,antikçağın konu ile ilgili yaklaşımlarının bir özeti niteliğindedir. Lukianos’a göre şiirin, destanın amacı, kuralları başkadır, tarihin amacı, kuralları başkadır. Şiirin tek tanıdığı yasa şairin isteğidir ve şiirin özgürlük alanı vardır. Şiirin süslemeleri olan masalı, övgüyü, abartıyı tarihe sokmamak gerekir. Lukianos’a göre tarihin tek amacı yarardır ve öğretici olmaktır. Okuyucunun beğenisini kazansın, cezp etsin diye övgüyü tarihe sokmak yanlış olur; böyle yapanlar doğrudan, gerçeklikten uzaklaşmış olurlar. Tarihin tek amacı olan yararlı olmaya da ancak doğruyu anlatmakla ulaşılabilir. Yararlı olmaya eğlendirme ve hoşa gitme özellikleride katılırsa bu iyi bir şey olur, ancak bir tarih eserinin doğruyu anlatıyor olması anlatımın güzel olmasına yeğlenmelidir (34).

Aristoteles’in izinden giderek, trajedi, yani şiir ile tarih arasında ayrılık olduğunu söyleyen (35) Polybios’a (M.Ö. 200-120) göre, tarih yazarı okuyucusunu ya da dinleyicisini abartıyla, betimlemelerle heyecanlandırmaya çalışmamalı, ne bir trajedi şairi gibi karakterleri için olası söyleyişler hayal etmeli, ne de ilgilendiği olayların yol açabileceği bütün olası sonuçları saymalıydı; sadece gerçekten olmuş olanı ve gerçekten söylenmiş olanı, yani olağan olanı kaydetmeliydi. Polybios’un düşüncesine göre, trajedinin nesnesi ile tarihin nesnesi de aynı değildir, birbirine tamamıyla zıttır. Gerçekliğin olmamasıyla birlikte birincisinin önde gitmesi olasıdır, bunlar izleyici için yanılsama yaratırlar. İkincisinde ise gerçeklik vardır, amaç öğrenenlere ya da başka türlü söylersek haber alanlara yarar sağlamaktır. 

Plutarkhos (M.S. 45-120) şiiri “aldatıcı” olarak nitelendirir. İnsan yaşamını oynanmakta olanbir tragedya olarak görür ve tarih yazarının dramatik karakterlere gereksinimi olduğunu düşünmektedir. Bununla birlikte trajik şiiri tarih yazarı için tehlikeli bulur; çünkü trajik şiir insanların acınacak haldeki durumlarını ele alır (36). 

Karakter betimlemelerinin büyük önem taşıdığı Grek tarih yazıcılığında bu konuda en önde gelen isim Thukydides’tir. Kendisinin bu konudaki sadık izleyicisi olan Romalı tarih yazarı Gaius Sallustius Crispus (M.Ö. 86-35/34) olaylara yön veren kişilerin karakterlerini betimlemeye büyük yer ayırmıştır, tarih eserlerinde. Tarihi olaylar kişilerin ellerinde biçimlenip geliştiğinden, kişilerin karakterleri tarih yazarı için önemli olmaktaydı.

İmparatorluk döneminin Romalı tarih yazarlarından Publius Cornelius Tacitus (M.S. 56-118) olayların ve insanların davranışlarının arkasındaki, insan ruhunun kötü yönlerini ortaya çıkarmaya çalışmıştır. Bu sebeple Tacitus’un tarihi trajik tablolarla doludur ve karamsar görünümlüdür. 

Antikçağın tarih yazıcılığını etkileyen bir başka öğe retoriktir. En temel anlamıyla, halka hitaben yapılan konuşmalarla ilgili bir çalışma olan retoriği, yada hitabet sanatını kısaca, dili kullanarak başkalarını ikna etme sanatı olarak tanımlayabiliriz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,doğrudan konuşmaların, söylevlerin bulunduğu Homeros’un destanları bize Greklerin konuşmaya, hitabete ne kadar yoğun bir isteklerinin bulunduğunu göstermektedir (37).

Hitabet sanatını ilk öğreten kişi M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Sicilyalı Korax’tır. Bu sanatı Atinalılara tanıtan Leontinoilu Gorgias’tır (M.Ö. 427). Daha sonra sofistler sayesinde yayılma imkanı bulan retorik sanatı ve bunun eğitimi Helenistik Çağda gelişerek zamanla tarih yazıcılığı üzerinde büyük ölçüde etkili olmuştur. Retoriğin tarih yazımıyla olan bağlantısı için Cicero “bir şeyi daha etkileyici bir biçimde söyleyebilmeleri için, geçmişe ait olayların anlatımında uydurmalar yapmak hatipler için kabul görmüştür”, demektedir (38).

Bir başka eserinde hatiplerin tarih konusunda bilgi sahibi olmalarının gerekliliğinden ve tarihin de konuşmalarla geliştirilmiş bir kompozisyona olan gereksiniminden söz etmektedir (39). Cicero tarihi bir çeşit hitabet olarak görüyordu. Ona göre tarih retoriğe çok şey borçluydu. Retorik üzerine yazdığı eserlerinde tarih yazmada hatiplere çok büyük bir sorumluluk düştüğünü ve söylemde çeşitlilik, anlatımda akıcılık yaratmak konusunda retoriğin her şeyden önce geldiğini söylemektedir (40). Retoriğin etkisi Roma tarih yazarlarında üslubun biçimlendirilmesinde ortaya çıkmaktadır; ayrıca Roma tarihçilerinin Grek tarihçilerine uyarak tarihsel betimleme içine dokudukları pek çok söylevlerde de retoriğin etkisi görülmektedir (41).

Söylevler kişileri dolaysız tanımaya yarayan bir anlatım biçimidir. Anlatılan bir olayda kişilerin konuşmalarına yer vermek geleneği Greklerin tarih yazımından gelmektedir. Bunun örneklerinin ilkin destan türünde görüldüğünü yukarıda söylemiştik. Grek tarihçileri arasında söylev kullanma konusunda önemli bir yere sahip olan Thukydides geçmişte iz bırakmış kişilerin özelliklerini söylevler yardımıyla ortaya koymuştu. Grek tarihçileri söz konusu sorunu iki taraflı olarak ele alabilmek için, söylev çiftleri düzenlemişlerdi. Antikçağ tarih yazarları için söylevler yalnızca anlatımın bir parçası değildi; bunlar aynı zamanda bir çözümleme yöntemi olarak iş görürdü.Bu çözümleme yöntemiyle bir karaktere ilişkin, o karakteri eyleme geçirici sebepler, politik bir anlaşmazlık yada bütün bir insan topluluğu daha belirgin kılınabilirdi. Günümüzde tarih yazarları çözümleyici yargılarını kendi sesleriyle ortaya koymaktadırlar, buna karşılık antikçağ tarih yazarları bir söylevin dramatik ve retorik maskesini her zaman için yeğleyerek, bir eylem periyodu ile ilgili sebeplerin çözümlenmesini ve yeniden bir araya getirilmesini gerçekleştirebilmek için çoğu kez konuşma ve tartışma olanaklarını yaratmışlardır (42).

Grek edebiyatında retoriğin kurucusu sayılan Isokrates (M.Ö. 436-333) retoriğin tarih yazımının zararına olarak ilerlemesine sebep olmuştur. Olayların araştırılmasına ve objektif olarak anlatılmasına önem veren tarih eserleri yerine, geniş dinleyici kitlelerini retorik ile etkilemeyi başaran tarih eserleri tercih edilir olmuştur. Roma’da Cumhuriyet döneminde siyasi hitabet olarak gelişen retorik sanatı İmparatorluk döneminde bütün kültürel alanları vede tarih yazımını istila etmiştir. Retoriğin, süslü ve abartılı anlatımın tarih yazımına sızması,bir süre sonra bu alanda verilen eserlerde nitelik bozulmasına yol açacak kadar ileri gitmiştir.

Günümüzde tarih yazımı antik çağda ulaştığı boyutlardan çok farklı boyutlara ulaşmıştır, kuşkusuz. Bugün “tarih bilimi” ifadesi kullanılmakla birlikte tarihin gerçekten bir bilim olup olmadığı konusunda tartışmalar da vardır. Bilim kesin kanıtlar ister. Tarihin ise her zaman kesin kanıtlar ortaya koyduğu söylenemez. Çağımızda tarih yazımı kuşkusuz antikçağ ile karşılaştırıldığında, belgelerin sunduğu olanaklar sebebiyle çok daha bilimsel ve çok daha objektiftir. Ancak tarih yazımının, tarihi yazan kişinin öznelliğinden kurtulması olanaklı görülmemektedir. Aynı tarihi olayı ayrı iki tarihçi farklı biçimlerde anlatabilirler. Bu ifade ediş biçimindeki ayrılık, yazanların söz konusu olay karşısında tarafsız olduklarını kabuletsek bile, büyük oranda kişilerin yazma yeteneklerinden, edebi becerilerinin derecesinden,üslup farklılıklarından kaynaklanacaktır.

Sonuç olarak, tarihin metinsel yönü söz konusu olduğunda, antikçağ tarih yazımını etkileyen ve biçimlenmesinde etkin olan şiir ve retorik günümüzde de belki biraz kılık değiştirmiş olarak yine işbaşındadır, tarih yazımında yine etkili olmaktadır. Tarihsel incelemeler ve araştırmalar sonucunda ortaya konan tarih eserleri birer yazınsal yaratı ürünüdürler ve bu özelliklerinden dolayı da edebiyatın etkisinden hiçbir zaman uzak kalamazlar. Her türlü gerçeklik metinler aracılığıyla üretilir.

Doç. Dr. Bedia Demiriş
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 
Latin Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı


dipnotlar:
1) Jacques Derrida, De La Grammatologie, Paris: Editions de Minuit, 1967 s. 157.
2) Serpil Oppermann, Postmodern Tarih Kuramı. Tarihyazımı, Yeni Tarihselcilik ve Roman, Ankara 2006, s. 35.
3) Dilek Yalçın-Çelik, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları, Ankara2005, s. 22.
4) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 37’den Hayden White, Fictions of Factual Representation 1976, s. 28.
5) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 7.
6) Hasan Bülent K ahraman “Sınırları Aşan Bir Metin”,Radikal Kitap (8 Aralık 2006), s. 24.
7) Dilek Yalçın-Çelik, a.g.e., s. 23.
8) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 37’den Lionel Gossman, Between History and Literature, 1990, s. 244.
9) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 37.
10) Dilek Yalçın-Çelik, a.g.e., s. 24.
11) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 38.
12) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 39-40.
13) Dilek Yalçın-Çelik, a.g.e., s. 25.
14) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33.
15) Edward Said, Hümanizm ve Demokratik Eleştiri, çev. Osman Akınhay, İstanbul 2005, s. 117.
16) Platon, apologia 38a.
17) Bedia Demiriş, “Grekler’de ve Romalılar’da Tarih Yazımı:I. Grekler’de Tarih Yazımı”, Anadolu Araştırmaları Cilt XIII, İstanbul 1994, s. 234-235.
18)Cicero, de legibus 1.5
19) H. E. Barnes, A History of Historical Writing , 1963, s. 26.
20) Herodotos, 2.143; 5.36; 5.125.
21) Thukydides, 1.21.
22) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33
23) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33.
24) Server Tanilli, Uygarlık Tarihi, İstanbul 1999, s. 36.
25) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33.
26) Michael Grant, Greek & Roman Historians: Information and Misinformation, Londra-New York, 1995, s. 25.
27) Michael Grant, a.g.e., s. 27.
28) Aristoteles, peri poietikes 1451b.
29) Andrew Feldherr, “Cicero and the Invention of ‘Literary’ History”: şurada, Ulrich Eigler, Ulrich Gotter vediğerler (yay. haz.), Formen römischer Geschichtsschreibung von der Anfaengen bis Livius, Stuttgart 2003, s.196.
30) Cicero, de legibus 1.1.5.
31) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33.
32) Quintilianus, 10.1.31.
33) Serpil Oppermann, a.g.e., s. 33.
34) Lukianos, pos dei historian syngraphein 8; 9.
35) Polybios, historiai 2.5.6.11.
36) Plutarkhos, moralia 16; 347.
37) Michael Grant, a.g.e., s. 31.
38) Cicero, Brutus 42.
39) Cicero, de oratore 2.62.
40) Cicero, de oratore 2.15.62; 2.31.64; Brutus 42.83; orator 20.66.
41) Hense-Leonard, Helen-Latin Eskiçağ Bilgisi, 1948, s. 250.
42) Mellor, The Roman Historians, 1999, s. 187-190.


KAYNAKÇA
ALBRECHT, Michael von, Geschichte der römischen Literatur ,Cilt I, Bern, 1992.

BARNES, H. E., A History of Historical Writing , 1963.

BENTLEY, Michael (edit.), Companion to Historiography, Londra 1997.

CONTE, Gian Biagio, Latin Literature. A History, (çev. J. B.Solodow), Baltimore ve Londra, 1999.

ÇELGİN, G., Eski Yunan Edebiyatı , İstanbul, 1990.

DEMİRİŞ, Bedia, “Grekler’de ve Romalılar’da Tarih Yazımı: I. Grekler’de Tarih Yazımı” Anadolu Araştırmaları Cilt XIII, İstanbul 1994, s. 231-240.-
-------------, -----, “Grekler’de ve Romalılar’da Tarih Yazımı: 2.Romalılar’da Tarih Yazımı” Anadolu Araştırmaları Cilt XV, İstanbul 1999, s. 431-459.
--------------, -----, “Antikçağda Şiir-Tarih-Retorik İlişkisi,Toplumsal Tarih Kasım 2001, s. 43-45

DUFF, Timothy E.,The Greek and Roman Historians, Londra 2004.(2)

ERİM, Müzehher,Latin Edebiyatı, İstanbul, 1987.

GRANT, Michael,Klassiker der antiken Geschichtsschreibung ,Münih, 1973.
------------, ----------,Greek & Roman Historians: Information and Misinformation, Londra-New York, 1995.

HENSE-LEONARD, Hellen Latin Eskiçağ Bilgisi II , çev. S. Baydur, İstanbul, 1948.

KRAUS, C. S.– WOODMAN, A. J., Latin Historians, Greece & Rome: New Surveys in the Classics No. 27, Oxford, 1997.

KULAOĞLU, Meliha, “Tarihçi Titus Livius ve Tarihinin Birinci Kitabının Önsözü”, Anatolia Sayı 12, 1968,s. 9-15.

MELLOR, Ronald, The Roman Historians, Londra-New York,1999.

OPPERMANN, Serpil, Postmodern Tarih Kuramı. Tarihyazımı, Yeni Tarihselcilik ve Roman ,Ankara 2006.

SAID, Edward, Hümanizm ve Demokratik Eleştiri, çev. OsmanAkınhay, İstanbul 2005.

SARIGÖLLÜ, Ayşe, Roma Edebiyatında Tarih , Ankara, 1971.

SCHANZ, M. – HOSIUS, C., Geschichte der römischen Literatur Münih, 1959.

TANİLLİ, Server, Uygarlık Tarihi, Cilt I, İstanbul 1999.

VARİNLIOĞLU, Güngör, “Sallustius ve Yapıtları Üzerine”,Belleten Cilt LIII, Sa. 206, Ankara: TTK, Nisan1989, s. 61-152.

YALÇIN-ÇELİK, Dilek, Yeni Tarihselcilik Kuramı ve Türk Edebiyatında Postmodern TarihRomanları, Ankara 2005.