Orhun Abidelerin de " EY, TÜRK VE KÜRT BEGLERİ...BEN KÜRT BEGİ ALP EREN URUNGU..." diye başlıyor. |
Lozan'a gönderilen tarihi mektup (1923)
Biz Kürtler, Turan neslinden bir kavimiz. Millî an'anelerimiz ve özelliklerimizden (yiğitlik, kahramanlık vb.) dolayı Türkler bize 'yiğit ve cesur' manasına gelen Kürt ismini vermişlerdir.
Kürt adıyla anılan ve büyük hizmetleri geçen kahramanların isimlerinin yaşaması amacıyla Deminan, Haydaran, Kureyşan ve Lolan gibi isimler kabile ve aşiretlere verilmiştir. Bu aşiretler, bugün anavatanın Doğu Türkleri'ni oluşturmaktadırlar.
Kürtlerin 1876 tarihinden önceki ve sonraki durumları araştırılacak olursa, İranlı misyonerlerin aşiretler üzerinde yaptıkları çalışmaların sonucunda Kürtler kendi öz lisanları olan Türkçe lehçesini ve öz kültürlerini yavaş yavaş kaybettiler.
Bundan dolayı Erzurum, Van, Bitlis ve Musul taraflarındaki aşiretler Farsçadan başka bir şey olmayan Kırmanç adı verilen Farisi lehçeyi konuşmaya başladılar.
Bu misyoner faaliyetlerinden az etkilenen Harput ve Diyarbakır taraflarındaki aşiretler ise ana dilleri olan Türk lehçesi ile karışık Zaza lehçesini konuşmaya başladılar.
Bu öz Türk oğlu Türkleri Yavuz Sultan Selim Han Kürtlerin Hanı Şeyh İdris-i Bitlisi'ye gönderdiği fermanla kendi ülkesine dahil etti. O günden bu güne kadar Türk akrabalarının şefkat ve himayelerinde huzurlu ve rahat yaşamakta ve Türk lehçesi ile de konuşmaktadırlar.
Genel değerlendirme
Yukarıda yapılan değerlendirmelerden sonra, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'a sorarız ki; İranlıların dilini konuşmakla, o millete mensup olunduğu kabul edilirse İngilizler de dahil her milletin durumu tartışılır.
Doğu ülkelerini istila eden ve genellikle dünyanın kendi toprakları içerisinde olmasını hayal eden İngilizlerin, diğer milletlerin kabullenemediği 'müstemleke' kelimesinin yerine kulağa hoş gelmeyen ve aynı manayı taşıyan 'manda' kelimesinin de aslında aynı şey olduğunu Kürtler anlamıştır.
Dünyadaki zenginlik kaynaklarına sahip olmak isteyen İngilizlerin onikide onu Türk olan Musul'u ve petrol kaynaklarını biz Türklere çok görmesini hayretle karşılıyoruz.
Lozan Konferansı'nda İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un Dersim ve Bitlis olaylarından bahsederek tek millet olan Türk ve Kürt arasına ayrılık fikirleri sokma gayretini biz Kürtler anladık.
Biz Kürtler, Avrupa ve İngiliz diplomatlarının parlak vaatlerinin altında kendi menfaatlerinin olduğunu biliyoruz. Ve bundan dolayı kendi direniş kuvvetlerimizi oluşturduk. 1917 yılında İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon gibi bağımsızlık vaatlerinde bulunan Ruslara biz Kürtler: 'Biz Türküz, bizi anavatandan hiçbir kuvvet ayıramaz. Bizim rahata kavuşmamız sizin hemen bu topraklardan çekilmenizle olacaktır' dediler.
İşte bugün bütün Kürtler Lozan'daki Avrupa ve bilhassa İngiliz diplomatlarına aynı cevabı veriyoruz. Kürtler bağımsızlıklarını kendilerini yok edecek yabancılara değil kendi ailelerinden olan Türklere ve onları temsil eden Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'ne emanet etmişlerdir.
Sonuç olarak biz Kürtler, İngiltere Delegasyonu Reisi Lord Curzon'un bizler için fikirler üretmemesini rica eder ve Lozan'daki Temsil Heyeti'ne ve Reisi sevgili hemşehrimiz İsmet Paşa Hazretlerine başarılar dileriz.
24 Kânûn-ı Sânî 339 (24 Ocak 1923)
Umûm Kürt Amele ve Esnâf Cem'iyyeti Re'isi Salih Kahyâ nâmına Erzurumlu İsa-zâde Ahmet
İstanbul'da Umûm Kürtler nâmına Lolan Aşîreti Re'isi ve sâbık Kürt Gençler Cem'iyeti Re'isi (Düzer)-zâde Dersimli Mehmet Sabri
Kaynak:24 Kanun-i Sani (1339-24 ocak 1923), Devlet Arşivleri Genel
Müd.,Başbakanlık Osmanlı Arşivi,HR.İM, 60/3
________
BİRİNCİ KÖRFEZ SAVAŞI’NDAKİ MÜLTECİLERİN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ:
Irak’tan ülkemize üç ayrı dönemde sığınma olayı yaşanmıştır. Bu sığınma olaylarının birincisi, 28 Ağustos 1988’de İran-Irak savaşı sonrasında Saddam’ın askerlerinden kaçan Kuzey Iraklılar, canlarını kurtarmak için Türkiye’ye sığınmışlardır.
İkinci sığınma olayı, 2 Ağustos 1990 tarihinde Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle bir bölümü asker olan Iraklıların Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir.
Üçüncü sığınma olayı ise Saddam’ın 17 Ocak 1991’de başlayıp 27Şubat 1991’de sona eren Körfez Savaşı sonrasında 1 milyon dolayındaki Iraklının İran’a, 460 bin Iraklının da Türkiye’ye kaçmasıyla gerçekleşmiştir.
Bu sığınma olaylarından en önemlisi kitlesel sığınma olayı olan Birinci körfez savaşı sonrasında yaşanan sığınma olayıdır.
Irak 27Şubat 1991’de BM Güvenlik Konseyi’nin almış
olduğu 12 kararı da kabul etti ve savaş sona erdi.
Savaşın sona ermesiyle birlikte Irak’ta Güneyde Şii Mezhebine bağlı olanlar ile Kuzeydoğuda bulunan Kürtler, dış ülkelerinde desteklemesiyle Saddam rejimini devirmek maksadıyla iki koldan başkaldırdılar. Bu arada Irak Güçleri toparlanarak hava ve kara kuvvetleriyle önce güneydeki Şii ayaklanmasını sonrada kuzeydoğudaki Kürt ayaklanmasını bastırdı. Irak Güçlerinin yaptığı harekât neticesinde Şiiler ve Kürtler bozguna uğrayarak İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Can güvenliği kaygısıyla yaklaşık 500.000 Irak vatandaşı yerlerini terk ederek, kitlesel olarak kaçmış, 2 Nisan 1991 tarihinden itibaren Türkiye’nin sınırlarına ulaşmaya başlamıştır.
Bölgeye Hakkâri ve Şırnak illeri sınırlarından giriş yapmaya başlamışlardır. Kaçanlar arasında savaş sırasında arada kalan Türkmenler, Hıristiyan kökenli (Keldani ve Nasturi) kimseler ile az miktarda Saddam rejimi muhalif Araplar bulunmakla beraber çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır.
Henüz ağır kış şartlarının hüküm sürdüğü Nisan ayının başlarında Türk sınırına yaklaşan sığınmacıların durumu çok kötüdür. Türkiye aynı tarihte 1988 sığınma olayında Türkiye’ye gelip hala burada barındırılan sığınmacılarla, 1989’da Bulgaristan’dan göçe zorlanmış
320.000 Türk’ün yarattığı sorunların ağırlığını taşıyacak kadar güçlü olmadığı için sığınmacıları kabulde ihtiyatlı hareket etti.
5 Nisan 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi başsayfasında “Cumhurbaşkanı BM’den Saddam’a dur denilmesini ve sınırdakilere yardım yapılmasını istedi.” Başlıklı haberinde, Türkiye’nin şu an için sınırını açamayacağını, bu konuda Batı ülkelerinin tavrının beklendiğini, 1988’de göç sırasında Türkiye’ye kabul edilen sığınmacılara Batı’nın sahip çıkmadığını belirtti.
Türkiye insani duygularla bu zavallı kişilere sınır ötesinde gıda ve ilaç yardımı yaparak B.M. Güvenlik Konseyini toplantıya çağırmış ve soruna çözüm bulunmasını istemiştir. Benzer istekler Fransa ve İran tarafından da yapılmıştır.
BM. Güvenlik Konseyi 5 Nisan 1991 tarihinde 688 nolu kararı alarak tüm üye devletleri ve tüm insancıl kuruluşları yardım çabalarına katkıda bulunmaya davet etmiştir. Bu karar uyarınca yabancı ülke ve kuruluşlardan gelecek yardım zamana bağlıdır. Fakat yaklaşık 500.000 sığınmacı soğuk ve yağmura rağmen güney sınırımız boyunca dolmuştur. Açlık, yorgunluk ve hastalıklar ölümlere yol açmaktadır. Bu ortamda sınır hukuken olmasa bile fiilen açılmış durumdaydı.
Yüz binlerce insan Hakkari ve Şırnakillerinin yerleşim yerlerine yaklaşmışlar ve oralarda gelişi güzel konaklamaya başlamışlardır.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal 7 Nisan’da, Kürtlerin BM koruması altında Irak’taki topraklarına geri götürülmesinden söz ederek 688 sayılı karara somutluk kazandırdı. Bu konuşmayı takip eden gelişme İngiltere Başbakanı John Major’un, Lüksemburg’daki Avrupa Topluluğu zirvesinde, Irak’ın kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasını dile getirmesi olmuştu.
Ancak “Kürt Bölgesi” deyiminde bir Kürt devletinin çekirdeğini oluşturma ihtimalinin yaratacağı kaygı göz önüne alınarak deyim değiştirildi. Daha yumuşak ve belirsiz anlam taşıyan“güvenlik bölgesi”,“geçici tampon bölge” ifadeleri kullanıldı.
Major’un ortaya koydugu bu formül iki aşamadan oluşmaktadır.
İlk aşamada Türk sınırına yığılan sığınmacılar için küçük bir bölge kurulacak, ikinci aşamada ise bu bölge genişletilecektir .
ABD’nin 7 Nisan tarihinde yaptığı havadan malzeme yardımı ile "Huzur Operasyonu" başladı. Ancak kalıcı çözüm için Mültecilerin kendi topraklarına döndürülmesi gerekmektedir. Bu ise, Kuzey Irak’tan Irak ordusunun ve emniyet güçlerinin çekilmesi ile mümkün olacaktı.
Bu soruna çözüm önerisi Türkiye’den geldi. Öneri, Irak toprakları içerisinde bir güvenlik bölgesinin oluşturulması ve sığınmacıların uluslararası teminat altında tutulacak bir bölgede barınması yönündeydi. Bu önerinin benimsenmesi sonrasında Irak’ın
kuzeyinden geçen 36ncı paralel ve Türk sınırı arasında kalan bölge tampon bölge (güvenlik bölgesi) olarak oluşturuldu.
Bu gelişmeler sonrasında Mayıs ayının ortalarından itibaren Türk sınırı içerisinde ve dışında kalan mülteciler gerek Türkiye gerekse diğer devletlerin sağladığı imkânlarla güvenlik bölgesine taşındılar.
Ancak Agustos 1991 yılı itibarı ile arta kalan yaklaşık 5000 mülteci Türk topraklarında kaldı.
Gelen sığınmacı sayısının fazlalığı ve daha önce yaşananlardan edinen tecrübeler ışığında, Türk hükümeti hızla daha önce çıkarılmış olan bazı kararları uygulamaya almış ve gelen Irak vatandaşlarını “sivil” ve “asker” olarak gruplara ayırmıştır. Asker olan Irak vatandaşlarını 4104 sayılı yasa gereği Milli Savunma Bakanlığı denetim ve gözetimi altında özel kamplara alındı.
Bu sığınmacılara ait ilk toplanma yerleri Sırnak iline bağlı Işıkveren, Kayadibi, Yıldız, Yekmal, Andaç, Ortaköy kamp merkezleri ile Hakkâri iline bağlı Üzümlü, Asmaköprü, Narlı, Isıklı, Karasu, 49 numaralı Sınır Taşı, Yeşilova ve Pirinçeken gibi merkezler olmuştur.
3 Mayıs 1991 yılına kadar burada kalmalarına müteakip Batılı ülkeler ve uluslararası araçlarla geldikleri yerlere geri dönmeye başlamışlardır. Mayıs ayı sonunda sığınmacı sayısı 14.000’in altına inmiştir. 29 Ekim 1991 tarihi itibariyle kalan sığınmacı sayısı 4.199’a inmiş ilk iki sığınma olayından kalanlarla birlikte toplam sıgınmacı miktarı 25.675 kişidir.
Diğer taraftan Türk hükümeti, mülteci düzeyinde ki olaylara ilişkin olarak, bakanlık düzeyinde yönetim ve koordinasyonu zorunlu görmüş, 3 Nisan 1991 tarihinde Devlet Bakanı M. Vehbi Dinçerler’i koordinatör bakan olarak görevlendirdi. Bakan aynı gün Diyarbakır’a gitmiş ve Olaganüstü Hal Valiliğinde çalışmalarına başlamıştır. Bu gelişmelere ilave olarak 14 Nisan 1991 tarihinde Koordinatör Bakanlığı başkanlığında bir “yönetim merkezi” oluşturdu.
Başbakanlığa doğrudan bağlı olan bu kuruluşta, Başbakanlık, Genel Kurmay Baskanlığı, Devlet Bakanlığı, M.S.B, İçişleri, Dışişleri, Bayındırlık ve İskan, Sağlık,Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlıkları, M.G.K Genel Sekreterliği, MİT Müsteşarlığı, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlügü, Kızılay temsilcileri haftalık koordinasyon toplantılarına katıldılar.
Ayrıca “insani yardım” faaliyetine katılan yabancı devlet büyükelçileri veya temsilcileri ile uluslararası kuruluşların temsilcileri ve yabancı gönüllü kurulusların temsilcileri, her toplantının ilk otuz dakikalık bölümüne katıldılar.
Bu merkezin kurulmasında ki maksat Irak’tan gelip geçici barınma merkezlerinde bulunan Iraklıların barınma, yiyecek, sağlık ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak ve bu konuda alınması gereken tedbirleri koordine etmek, uygulamaları takip etmekti.
Yönetim merkezi ilk toplantısını Koordinatör Devlet Bakanı’nın başkanlığında 22 Nisan 1991 tarihinde yaptı. Merkezin temel görevi ise Bakanlıklar ile kurum ve kuruluşlar arasında kikoordinasyonu hızlandırmak, hükümet görüşünü ve kararını gerektiren konuları üstmakama ileterek çözüme çabuk bir şekilde ulasmak, diğer illerde kurulmuş bulunan İl Koordinasyon ve Destekleme merkezlerini yönlendirmektir. Yönetim merkezi ilk toplantısından sonra her hafta Çarsamba günleri olmak üzere altı toplantı yapmış ve sığınmacıların topraklarımızı terk etmesi üzerine 10 Temmuz 1991 tarihinde Devlet
Bakanlığının koordinatörlük görevine ve Yönetim Merkezinin varlığına son verilmiştir.
Türkiye’nin hem 28 Agustos 1988 tarihinde, hem de 2 Agustos 1991 Körfez Krizi esnasında ve sonrasında Kuzey Iraklı sığınmacılar nedeniyle katlanmak zorunda olduğu mali külfetin değeri, toplam 1.548.978.235.260 TL’dir.
Kalkınmakta olan bir ülke olarak yatırım sermayesine büyük ihtiyaç duyan Türkiye, dünya çapında uluslararası bir olay olan Iraklı sığınmacılara, her ülkeden çok daha fazla yardımda bulunmuştur.
Ülkelerin hızlı bir ekonomik yarış ve kalkınma çabası içinde bulunduğu dünyamızda Türkiye Iraklı sığınmacılara, kendi kalkınmasında kullanacağı milyonlarca doları gözünü kırpmadan vermiş ve sığınmacılara yardım elini uzatmıştır. Yapılan bu yardımların Türkiye açısından önemini küçük bir kıyaslama ile
ortaya koymak mümkündür.
Türkiye’nin 1990 yılı Genel Bütçesinden Milli Egitim Bakanlığına ayrılan ödenek 8.506.541.000.000 TL’dir.
Dolayısıyla Iraklı sığınmacılara yapılan yardım, Türkiye’nin 1990 yılı içinde Eğitime ayırdığı paranın % 18’ini oluşturmaktadır.
I. ve II. KÖRFEZ SAVAŞIN'NIN TÜRKİYE'YE ETKİLERİ
ALPTAN ULUTAS,2006
devamını linkten indirebilirsiniz.
Gelen sığınmacılar, kalan sığınmacılar, pkklı olanların beyin yıkamaya başlaması, terör olaylarının artması, paranın başka kanallara akıtılması ve eğitimin köreltilmesi .....
Sonra da Türkiye'yi suçlamak....PES !!!
SB
....