Translate

11 Temmuz 2012 Çarşamba

SREBRENİTSA / SREBRENİSCA KATLİAMI




Avrupa’nın göbeğinde 312 bin kişi öldü... 
35 bini çocuktu... 50 bin kadına tecavüz edildi...




Bosnalılar savaş sonrasında hep kelebekleri takip ettiler… 



Mavi kelebekleri… 



Biliyorlardı ki; o kelebekler tek bir çiçeğin üzerine konuyordu… 



Ve o çiçek sadece Bosna’daki toplu mezarların üzerinde çıkıyordu… 



Bu çiçeklerin adına ÖLÜM ÇİÇEKLERİ deniyordu… 



Bosna’da Ölüm Çiçekleri sayesinde 300 toplu mezar bulundu…”[1] 



Bosna-Hersek’te insanlık, en korkunç katliamlardan, en feci dramlardan birine tanıklık etti. Unutturulmak, belleklerden, hafızalardan silinmek istenen bu trajediye tanıklık eden topraklar, haykırmak, göstermek, dile getirmek istercesine bağrındaki toplu mezarları günyüzüne çıkartıyor… 


Sırbistan’ın tercih ettiği söylemle “üç etnik grup arasındaki iç savaş”; Boşnakların söylemiyle soykırım olaylarının üzerinden geçen 16 yıl suç delillerini yok etmeye yetmedi. Bosna’da işlenen soykırımla yüzleşmeyi sağlayan ilk toplu mezarlar dünya gündemine vicdanları sızlatan görüntüler eşliğinde ana başlık konusu olarak girerken bugün artık birer istatistik verisi oldu mezarlar. Stalin’e atfedilen sözü anımsıyoruz: “Bir kişi ölürse cinayet, on kişi ölürse olay, yüz kişi ölürse istatistik olur”.  




İstatistiklere göre:

Avrupa’nın göbeğinde 312 bin kişi öldü…

35 bini çocuktu…
50 bin kadına tecavüz edildi…
2 milyon kişi evini terk etti…
18 bin kişi hala kayıp…



Bosna Mavi Kelebeğin İzinde

İstatistiklere göre Bosna’da yaşanan olaylar, geride 35 bini çocuk 312 bin ölü, 18 bin kayıp bıraktı. Bunlardan 10’unun yeri Kameniça’da ortaya çıkarılan toplu mezar sayesinde artık biliniyor. Bilinmeyen ise bulunan bu son toplu mezardan parçalanmış bedenleri çıkarılanların soykırım suçu mağduru mu, yoksa savaş suçu mağduru mu oldukları. 

Çünkü eğer örneğin Kameniça’da değil de Kameniça’nın 50 kilometre güneyinde bulunan Srebrenica’da (Srebrenitzsa) bulunan bir toplu mezar söz konusu olsaydı soykırım niyetiyle öldürüldükleri kesin olacaktı. 

Elbette ki bu, uluslararası hukuk ve teknik adlandırma açısından önemlidir. Yoksa mantıken 1948 tarihli Soykırım Anlaşması’nda tanımlandığı şekliyle Boşnak Müslümanların tamamının veya bir kısmının yok edilmesi niyetiyle yapılan katliamlar açısından bölge farkı gözetilemez. 


Hatırlanacağı üzere Uluslararası Adalet Divanı (UAD), yaşananların bir soykırım olup olmadığı ve Sırbistan’ın “devlet” olarak sorumluluğunun bulunup bulunmadığına ilişkin yargılamasını 26 Şubat 2007’de açıkladığı kararla hükme bağlamıştı.[2] Buna göre 15 hâkimden oluşan mahkeme heyeti, kararda özetle “Srebrenica’da soykırım var ancak Sırbistan’ın soykırım yaptığını ispatlayabilecek yeterli delil yok” diyordu. UAD, Sırbistan’ı soykırım suçundan aklamakla kalmamış Bosna-Hersek genelinde işlenen suçlardan da sadece Srebrenica’da gerçekleşenleri soykırım suçu olarak tanımlamıştı. O halde Kamença’da çıkarılan kalıntıların “teknik anlamda” soykırım mağdurlarına ait olduğunun kabul edilebilmesi için adli tıp yetkililerinin araştırmalarının sonuçlanması gerekecek. 


Çünkü bu bölgede daha önce çıkarılan cesetler Srebrenica kurbanlarına aitti. Srebrenica’da ve aslında Bosna-Hersek genelinde bir cesede ait kalıntıların dört ayrı toplu mezardan çıkabildiğini buraya eklemek gerekir. 


Öldürdüler, gömdüler sonra buldozerlerle geri dönüp cesetleri kamyonlara yükleyip ikincil mezarlara naklettiler.[3] Srebrenica Soykırımı kurbanlarına ait olduğu tespit edilen kimi tüm, kimi ise parçalanmış cesetler…  


Cesetler, başka yerlerde öldürülüp gömüldükten sonra olayı gizlemek üzere buldozerlerle kilometrelerce uzaklara bir daha, sonra bir daha nakledilmişti. Katliam yapanlar toplu mezarları gizlemek için çevrenin bitki örtüsüne uygun bitkilerle yeşillendirdiler, uydu resimleri için manyetik değişkenlik taraması yapılamasın diye mezarların içine metal parçalar bıraktılar. Suç izlerinin saklanmasında gösterilen bu özen belki asla bulunamayacak toplu mezarların bulunmasını sağladı. 


Toprağın bu kadar çok kurcalanması, gömülen cesetlerin toprağı beslemesi sonucunda topraktan Artemis isimli çiçekler fışkırdı; sadece bu bitkiyle beslenen mavi kelebekler de hızla çoğaldı. Toprağın jeolojik yapısının değişmesi, toplu mezarların üzerinde çıkan ve kanat kenarları beyaz bir çizgi ile çember halinde çevrili olan mavi kelebekleri besleyen Artemisleri çoğalttı. Bosna’da mavi kelebekler takip edilerek [4] 300 toplu mezar bulundu…



1991 yılına ait nüfus sayımına göre, 
Srebrenitsa belediyesinin nüfusu

36,666 kişiden oluşuyordu. Bunlardan 
27.572’si (yüzde 75,20) Boşnak, 
8.315’i (yüzde 22,68) Sırp, 
38’i Hırvat (yüzde 0,01) ve 

742’si diğerlerinden (yüzde 2,02) oluşuyordu. 




Bugün Srebrenitsa belediyesinde 10-11 bin civarında kişi ikamet ediyor. İki bini Bosna ve Hersek Federasyonu’ndan gelen Sırplar olmak üzere, 10-11 bin kişiden 5,5-6 bini Sırp, 4,5 bini de Boşnaktır. Bosna-Hersek sınırları içinde 9-10 bin, dışında ise yaklaşık 10 bin Srebrenitsa’lı bulunuyor.[5]


Soykırım Versus Etnik Temizlik


Her bir aşaması vahşet örneği olan bu eylemler Bosna-Hersek’in her bir köşesinde vuku buldu ancak sadece Srebrenica’da gerçekleşenler soykırım suçunu oluşturdu. Uluslararası toplum adına yargılama yapan en yüce mahkeme olan UAD, suçları bir bütün olarak değil de ayrı ayrı ele almaya odaklanınca sadece dünya basınının şahitlik ettiği, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilerek BM askerlerince korunan Srebrenica’da üç gün içinde 8 bin kişinin katledilmesine kayıtsız kalamadı. 






Üstelik Boşnak hükümeti bu davayı UAD’ye henüz katliamlar sürerken ve en geniş çaplı kıyımların yaşandığı Srebrenica katliamının yaşanmasından iki yıl önce 20 Mart 1993’de götürmüştü. 


Bundan önce BM Genel Kurulu’nun 18 Aralık 1992 tarihli ve 47/121 sayılı kararında “daha çok toprak elde etmek uğruna, Sırbistan ve Karadağ silahlı kuvvetlerinin Bosna-Hersek’te yoğunlaşan saldırgan eylemlerinden ciddi kuşku duyuluyor” ifadesi kullanılıyordu. 1992-1995 yılları arasında yaşananların tamamı soykırım idi ama soykırıma “soykırım” diyemeyen BM Güvenlik Konseyi Bosna’da yaşananlar için “etnik temizlik” terimini dünya literatürüne kazandırmıştı. 

Soykırım olduğunu kabul edecek olsaydı derhal harekete geçmek zorunda kalacak olanlar, bir “iç savaş” algısı yaratarak, olayları bastırması için Miloşeviç’e süre tanımış oldular. Aslında UAD’nin tavrı da bu yaklaşımın bir uzantısıydı. Mahkeme Kararının 190. paragrafında şöyle deniliyordu:[6]   “Ne bir politika konusu olarak bir alanın etnik açıdan türdeş hale getirilmesi, ne de böyle bir politikayı uygulamak amacıyla gerçekleştirilen operasyonlar, sadece bu halleriyle soykırım olarak tanımlanamazlar. Soykırımı niteleyen esas unsur, belirli bir grubu tümüyle veya kısmen yok etmektir. Bir grubun üyelerinin sınır dışına sürülmesi veya yaşadıkları bölgenin dışına çıkarılması, zor kullanarak gerçekleştirilmiş olsa bile, bu grubun imhasıyla eşdeğerde olmadığı gibi, böyle bir imha da yer değiştirmenin otomatik sonucu değildir.” 

Yani mahkemeye göre Sırbistan devletinin organ veya görevlileri, katliamlara destek vermiş olabilir ancak bu desteğin soykırım eyleminde kullanılmasını amaçlamış olduklarına dair yeterli delil bulunmamaktadır. 


Mahkemeye göre “Etnik temizlik olarak nitelendirilen bir harekâtın soykırım olup olmadığı Soykırım Sözleşmesi’nin 2. maddesindeki fiiller ile grubun sırf bu niteliği ile yok etme kastının mevcut olup olmamasına bağlıdır.” 


Mahkeme böylesi ağır bir suç için kesinliği kanıtlanmış deliller arıyordu ve ispat yükü de Bosna’ya aitti. 


Sırbistan eylemlerini dahi gizleyebilecek avantaja sahipken Bosna’nın “kasıt” kriterini ispatlayabilmesi ise neredeyse imkânsızdı. Evet, UAD yargılamayı ancak tarafların dava süresince önüne getirdiği bilgi ve belgelere göre yapmak zorunda. Ancak getirilen bütün delillerin mahkemece kullanılmadığı da ciddi bir iddia. Mahkemenin resmi ya da bağımsız sayısız rapor ve delille karşılaştığı ve bunların içinden tarafsız olanları ayıkladığı doğru olmakla birlikte ICTY gibi yine BM tarafından oluşturulmuş mahkemenin verdiği kesin hükümleri “elinde yeterli delil olduğu” gerekçesiyle yargılamaya dahil etmemesi rahatsızlık verici. İşte bu nedenle, soykırım suçu Srebrenica ile sınırlı kaldı. 


Bu nedenle başkent Saraybosna’nın 175 kilometre kuzeybatısındaki Prijedor kasabası yakınlarında bulunan [7] toplu mezardaki 1992-1995 yılları arasındaki Bosna savaşında toplama kamplarında öldürülen kurbanlara ait cesetler “soykırım suçu” değil “etnik temizlik suçu”na ilişkin “istatistiki verileri” oluşturabiliyor. Gerçi her halükarda Boşnaklara tazminat ödenmesi söz konusu bile değil. Çünkü mahkemeye göre Sırbistan’ın önleme yükümlülüğü ihlali söz konusu olmasaydı bile soykırım suçu gerçekleşecekti.


Bosna-Hersek’te 92’den bu yana yaşananlar soykırım suçunun siyasi gelişmelerle bağlantılı bir şekilde yorumlandığının açık bir göstergesi. Çünkü “Güneydoğu Avrupa” olarak anılmaya başlanmasıyla birlikte AB genişleme sürecinde olduğu da artık kesinleşmiş sayılan Balkanlar’ın istikrarı ve stabilizasyonu ancak AB hedefiyle ve AB içinde sağlanabilirdi. Soykırım suçlusu bir üye ülke istenir bir durum değildi. 






Öte yandan Kosova’dan vazgeçmesi için baskı uygulanan bir dönemde bu geçişi kolaylaştıracak iyileştirmeyi de sağlıyordu böylesi bir karar. Daha da önemlisi soykırımı seyretme ve önlememedeki gerçek suçlu olan BM askerleri ve dolayısıyla BM ancak bu şekilde sorumsuzluğunu bir kez daha vurgulayabilir ve aklanabilirdi. Hukuku belirleyenin siyaset, siyaseti belirleyenin de güç ve çıkarlara dayalı taktik olduğu Bosna-Hersek de bir kez daha anlaşıldı.

Aslında UAD kararı, faili belirsiz bir suç tespitinde bulunması bakımından da önemliydi. Suçlu Sırbistan değildi ama kim olduğuna da işaret edilmedi. Katliamlardan sorumlu tutulan bazı üst düzey yetkililer zaten eski Yugoslavya sınırları içinde 1991'den itibaren uluslararası insaniyet hukukunun ağır bir şekilde ihlali kapsamındaki filleri işleyen failleri yargılamak üzere oluşturulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde (ICTY) yargılanıyor. 


Ama mahkemesi sonuçlanmandan ölen Miloşeviç, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da henüz ele geçirilmiş Karaciç ya da hala saklanan Mladiç soykırım fiilini tek başlarına işlemiş olmazdı. Yine istatistikler devreye giriyor. 1995 katliamını soruşturmak için kurulmuş özel bir komisyonun 2005’de yayınladığı rapor,[8] “Srebrenica Soykırımı”nda doğrudan ya da dolaylı olarak 25 bin kişinin rol aldığını, bunların 19 bininin aralarında Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı personelinin de yer aldığı Bosnalı Sırp olduğunu vurguluyordu. Kurbanlar ve yakınları bugün sokakta yürürken ve hatta resmi dairlerde soykırım failleriyle yüzyüze geliyor. İşte bu, Bosna’da bugün dahi süren trajedinin gerçek yüzüdür. Aynı zamanda insanlığı yeni soykırımlara mahkûm eden de Bosna’da gizlenenlerdir.

Sanki soykırım unutturulmak isteniyor gibi bir hava esiyor. Yaralarını sarmada Boşnaklar yalnız bırakıldı, “yüzyılın davası” söylemiyle yapılan yargılama da, faili belirsiz bırakılan suçu da dar kapsamda kabul eden bir kararla sonuçlandı. Batı bu defteri kapatmak istiyor. Bosna artık utanç günleriyle değil AB ile entegrasyon ya da Dayton Barış Anlaşması’nın işleyip işlememesi ile dünya gündeminde yer alıyor.


Savaşlar bitiyor, yıkılan binaların yerine yüksek binalar yapılıyor ancak savaşın acı izleri silinmiyor. Sadece kayıplar geri gelmediği için değil, yaralar sarılmadığı için ve daha da önemlisi suçu kabul eden olmadığı için, suçlular cezalandırılmadığı için… 


Adalet olmadan Bosna’da barışma süreci tamamlanamayacak ve Dayton gibi bir anlaşma da adaletin yerini tutmuyor. Hele ki Dayton Anlaşması’nın altında “Balkan Kasabı” olarak hatırlanan Miloşeviç’in de imzası olunca… 


Dayton, Sırpların etnik temizlikle genişlettikleri toprakların güvencesi olunca… İşlenen soykırımı toprak saklamazken, soykırım defterinin kapatılmak istenmesinin nedeni de bu olsa gerek. Dünya kamuoyunun gün be gün televizyonlardan izledikleri soykırımın, soykırımcıları siyasi hedefine ulaştırdığını gözlemlemesi vicdani sorun yaratırdı. Hem gün gelir BM’nin ve hatta Miloşeviç’in mahkemede işaret ettiği devlet başkanlarının sorumlulukları sorgulanırdı. AB’nin genişlemesi sekteye uğrar, ABD’nin politikaları sorgulanırdı… 







Soykırım hedefine ulaştı 
çünkü bugün Bosna-Hersek’in yüzde 49’u Sırp’ların elinde, 
bu bölgede Sırp olmayan unsur neredeyse hiç yok ve 
Srebrenitsa da bu topraklara dâhil. 
Soykırım hedefine ulaştı 
çünkü Avrupa’nın ortasında 
Müslüman bir devletin kurulması engellendi. 
Uluslararası Adalet Divanı da verdiği kararla 
soykırımı yapan Sırbistan’ı değil, 
soykırımı seyreden bu anlamda 
asıl “soykırımı engelleme suçlusu” olan Batı’yı aklamıştı. 






Müslüman Boşnakların yok oluşunu izleyen Avrupa Birliği aklanmıştır. Aklanan ellerindeki silaha ve “güç kullanma” da dâhil olmak üzere “gerekli tüm önlemleri” alma yetkisi verilmiş [9] BM askerleridir. Aklanan Alman mayınları, Rus silahları, Yunan desteğidir. Batı, muhtemel bir “soykırım niteliğindeki katliamın gerçekleşmesini önlememek ve fail Ratko Mladiç’in yakalanmasına yardımcı olmamak”[10] suçlamasını bertaraf etmiştir.  


(Srebrenica- 11 Temmuz 2011)


Srebrenitsa bölgesi, yaklaşık 45 bin kişi üzerinde değişik deneylerin yapıldığı ve bütün özel savaş çeşitlerinin uygulandığı bir bölgeydi. Su, gıda, ilaç ve diğer temel yaşam malzemelerinin yetersizliği, mülteciler için barınma kapasitelerinin eksikliği, belirli bölgelerin sürekli bombardıman altına tutulması ve Sırp güçlerin sözde güvenli bölgeye baskınları, ahali arasında sürekli korku ve genel bir güvensizliğin hâkim olmasıyla sonuçlanıyordu. Bütün bunlar ise, güvenli bölgenin 1993’teki ilanından önce verilen direnişin bir benzerine yer bırakmadan, Boşnaklardaki savunma isteğine olumsuz etki yapıyordu. 


(Abdurahman MALKİÇ/ Srebrenitsa Belediye Başkanı-Bosna-Hersek)



Gözde KILIÇ YAŞIN

11.07.2011

[1] “Ölüm Çiçekleri” isimli Bosna-Hersek’te yaşananları anlatan ve 20 Mart 2008’de yayına giren 4 bölümlük dizinin fragmanından.
[2] Kararın ayrıntılı bir incelemesi için bkz.Gözde Kılıç Yaşın, “Sebrenitsa Kararı: Dünya Aklandı”, 2023, Nisan 2007
[3] Kayıp Kişilerin Araştırılması Federal Komisyonu Başkanı Amor Maşoviç, “Bosna-Hersek’te Kayıp Kişiler ve Toplu Mezarlar”, Uluslararası Suçlar: Bosna-Hersek Örneği,ASAM Yay., (Der. E. Türbedar, S. Elekdağ)Ankara 2008, s.35-41
[4] TRT’nin Srebrenitzsa Soykırımı’nın 13. yılından itibaren her yıl 11 Temmuz'larda Srebrenica’dan sunduğu programın ismi “Mavi Kelebeğin İzinde”dir. “Srebrenitsa Potocarı Şehitliği”ndeki anma törenleri, TRT Avaz, TRT Haber ve TRT TÜRK kanallarından naklen verilmektedir.
[5] Abdurahman MALKİÇ (Srebrenitsa Belediye Başkanı), “Srebrenitsa: 12 Yıl Sonra”, age. 41-45
[6] http://www.icj-cij.org/icjwww/idocket/ibhy/ibhyframe.htm
[7] NTV, 1 Kasım 2004
[8] Seetimes, 17.10.2005; Erhan Türbedar, “UAD’da Görülen Dava Neden Önemliydi?”, age, s 57-65
[9] BMGK’nin 4 Haziran 1993 tarihli ve 813 sayılı kararı.
[10]Diego E. ARRIA, “Bosna’daki Soykırımın Uluslararası Toplumca Örtbas Edilmesinde Son Perde: Kusursuz Cinayet Srebrenitsa” , Uluslararası Suçlar: Bosna-Hersek Örneği,, ASAM Yay., Ankara 2008, s.45-49


21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü





BELGESEL : KANLI BAYRAM SREBRENITSA












KİTAP: 
LEYLA - ALEXANDRA CAVELİUS




Bosnalı Bir Kızın Yüreğinizi Burkacak ve Tüylerinizi Ürpertecek Gerçek Hayat Öyküsü.


Bosnalı Leyla büyük bir kâbusu atlatmıştı: Bosna'daki toplama kampında geçirdiği iki yılı. Binlerce kadının travma geçirmesine neden olan savaşın karanlık ve baskıcı yüzünü anlatan bir kadın... Onun isyankâr öyküsü ve acıyla dolu dokunaklı kaderi... 

"Bu kitabın kapağını açmadan önce, cehenneme açılan bir kapının eşiğinde olduğunuzu bilmelisiniz. İnsan denilen yaratığın bütün kötülüklerini sergiye çıkarttığı bir coğrafyaya, Balkanlara adım atacaksınız... Kadınların beden ve ruhlarının nasıl lime lime edildiğini okurken "insan uygarlığı" denilen barbarlıktan kaçıp, en vahşi hayvanların şefkatli uygarlığına sığınmak isteyeceksiniz."
-Sydsvenska Dagbladet.-

Bu kadar acı ve yürek burkucu bir kitap okumadım. Ağlayarak elimden bıraktığım kitaba her seferinde geri döndüm. Korkunç bir öyküydü. Bir zamanlar basın organlarında Yugoslavya'nın adıyla birlikte duyduğum 'etnik temizlik', 'toplama kampı', 'toplu tecavüz' gibi sözcüklerin ne anlattığını bu kitapla anladım. 

-Allt om Böcker-

Balkanlarda neler olup bittiğini anlatan sarsıcı bir kitap. Leyla kendisinin ve başka kadınların yaşadıkları cehennemi haykırıyor... Bu kitabı sonuna kadar okuyup bitirmeden duramıyorsunuz.

-Svenska Dagbladet-

Eğer yetkim olsa her okula insanlık dersi diye bir ders koyar ve bu kitabı herkesin okumasını zorunlu kılardım.

-Dagens Nyheter-



***


"Savaşta her yol mübahtır psikolojisiyle zıvanadan çıkmışcasına 
vahşileşen insanlar, yıllarca yanyana yaşadığı, 
komşuluk ettiği masum insanların can düşmanı oluvermişlerdi.


İnsanı bu kadar zalim yapan nedir?...........

                   


Siz Hiç Parçalandınız mı?
Teoman Alili : 
link






HATIRLA !

SB.