Translate

2 Temmuz 2012 Pazartesi

ANADOLU KÜLTÜRÜNDE SIĞLA AĞACI


SIĞLA AĞACI VE PHOENİX/ANKA KUŞU

Ülkemizde “günlük” veya Sığla ağacı olarak adlandırılan Liquidambar orientalis, Anadolu’da 65 milyon yıldır yaşamaktadır. Dünyada sadece Türkiye’nin güneybatısında yetiştiğinden ülkemize endemik ağaçlardandır. Dere boylarını, taban suyu yüksek alanları, nemli, humuslu toprakları ve sıcağı sever. Tabanında sürekli su ister, su basar ormanları sever. Sığla ormanlarının görünümü tropikal yağmur ormanına benzer. Çok özel bir flora ve fauna yapısına sahip olup buralarda tespit edilen 200 bitki türünden çoğu endemiktir.

Sığlanın cins adı olan Liquidambar, Latince akıcı anlamına gelen liquidus ile Arapçada amber kelimelerinin birleşiminden oluştuğundan, adının anlamı “akıcı hoş koku”dur. Yani ağacın bilimsel adında bile iki farklı dilin birleşimi, kültürler arasında birlikteliği sağladığının, endemik kokularımızın farklı kültürleri kendi potasında birleştirdiğinin göstergesidir

Sığla yağı, yüzyıllardır Muğla insanının gelir kaynağı olmuştur. Ağacın balsamı (yağı) ,alınmış kabukları “buhur” olarak kullanılır. Sığla yağı elde etmek için Mart ve Nisan aylarında ağaç gövdelerine çizikler atılır. Ağacın reçinesi buralarda damla damla birikerek bir katman oluşturur. Yani bitki bu maddeyi kendini tedavi etmek için üretir. Temmuz ayından itibaren gövde üzerinde biriken salgı ve kabuklar özel bıçaklar ile kazınır.

Sığla balsamı Hipokrat’tan bu yana birçok hastalıkta kullanılır. Binlerce yıldan bu yana ilaç sanayisinde hammadde olmuştur. Sığla yağı içindeki maddeler cilt için çok yararlıdır. Yaralarda, egzama türü cilt hastalıklarında, gonore, sedef, basur, mide yaraları ve ülser gibi hastalıklarda kullanılır. Antiseptik sığla yağı, bu yaraların üzerini kaplayarak kısa sürede iyileşmesini sağlar. Bazı hayvanlar yaralarını, ağaçtan akan balsama sürerek tedavi etmektedir. Antik dönemde Fenikelilerin en önemli ihraç ürünlerinden olan Sığla, o yıllarda insanları ve hayvanları rahatsız eden haşerelere karşı doğal bir böcek ilacı olarak kullanılıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde sığla yağı sünnet olan çocukların yaralarının çabuk iyileşmesi için kullanılmıştır. Denizli, Antalya ve Muğla illerinde ülser hastalığında sığlanın balsamı balla hap yapılıp içilir. Bodrum yöresinde Sığla yağı ülser gibi mide hastalıklarında yenir.  Muğla dolayında yanıklarda merhem olarak kullanılır.

Sığla ağacının oluşturduğu ormanlar yazın ferahlatıcı bir hava oluşturur. Bu nedenle Sığla ormanları bölge halkı tarafından özellikle sıcak yaz günlerinde ve tatillerde piknik yapmak için tercih edilen mekânlar arasında yer alır. 
(Ha bir de halkımız piknik yaptığı bu özel ormanlara çöplerini gelişigüzel bırakmasa ne de iyi olur. )

Mısır piramitlerindeki mumyalarda sığla yağının varlığı tespit edilmiş, buhur kalıntılarına rastlanmıştır. Mısır kral mezarlarında MÖ 14. yüzyılda Sığla yağı içeren kaplar bulunmuştur. Asur kil tabletlerinde de Sığla yağından söz edilmektedir. Sığla ağacının odunu da güzel kokuludur. Parfümün tarihi, insanoğlunun ateşi keşfettiği ve bazı ağaçlar ile reçinelerin yanınca diğerlerine göre daha güzel kokular yaydıklarını ayırt edebildiği ilk zamanlarda başlamıştır. Eski Mısır kraliçesi Kleopatra’nın Sığla yağını aşk iksiri ve parfümü olarak kullandığı söylenir.

Sığla balsamı ve buhuru , dinsel ritüeller açısından da çok değerlidir. Yağın elde edilmesinden artakalan kuru yongalar (buhur) yüzyıllardır , Pagan tapınaklarında , kiliselerde , camilerde , havralarda kötü ruhları uzaklaştımak ve ortama huzur getirmek amacıyla kullanılmıştır. Bu duman , eski medeniyetlerdeki insanlar tarafından bir tılsım olarak değerlendirilirdi. Onun , insanın ruhunu rahatlattığına , hatta buhur yakıldığında şeytanı , kötü ruhları ve zararlı böcekleri bölgeden uzak tuttuğuna inanılırdı.

Buhur binlerce yıldan beri Anadolu’da mistik bir görev üstlenmiştir. Egzotik kokusu , dinler üstü bir harç , bütünleşme sağlamaktadır. Halk inancında , negatif enerjiyi kovan özelliği ile nazara karşı koruyucu olarak kullanılmaktadır. Bayramlarda ve cenazelerden sonra ölü evlerinde buhur yakılmaktadır. Buhurun her türlü kötülüğü yok ettiğine dair inanç bugün de sürmektedir.

Ayrıca mitolojik bir kuş olan ve kendi küllerinden yeniden doğan Phoenix (Anka) , öleceğini anladığı zaman Sığla ağacı dallarını toplamaya başlar, öldükten sonra yanan sığlanın küllerinden bu kuş yeniden doğardı.
Sığla ağacının ana yaşam alanı olan Muğla ilindeki bir antik kentin adının da Phoenix olması ilginçtir.

Görüleceği üzere Sığla ağacı yeniden doğuşu simgeleyen bir ağaçtır. Antik tapınak ve kutsal alanlarda koku olarak kullanılması ile birlikte yeniden doğuşun sembolü olması , Sığla ağacının yayılış alanlarında yer alan Karia , Likya ve Psidia yöresinde ölen insanların cenaze törenlerinde kullanılmış olmasını akla getirmektedir.

Arkeologlar , ölen insanların cesetlerinin yakılması (kremasyon) uygulamasının çıkış yerinin Anadolu Neolotik Çağı olduğunu belirtmektedirler. Ölülerin yakılmasının nedenlerinden biri , ruhun öbür dünyaya daha hızlı gitmesi , bedeni daha rahat terk etmesinin sağlanmasıdır. Sığla ağacının yanarken çıkardığı kendine özgü koku , ölen kişinin ruhunu sembolize ettiğinden , ruhun bedenden çıkarken izleyeceği yolun göstergesi de Sığla ağacının tuhaf kokusu olmaktadır. Dolayısıyla ölü yakma kültürünü doğuran unsurlardan birinin de Anadolu’nun  sığlası olduğu düşünülmekte ve öte dünyadaki ruhlarla özdeşleşmiş diyebiliriz.

Nitekim günümüz Muğla köylüleri , perşembe günleri , cenaze ve benzer toplanmalarda Sığla ağacı dallarını yakarlar. Bunun amacı ölen kişilerin ruhlarının ait oldukları yere dönmelerini sağlamaktır. Hatta yöre köylüleri ruhların öbür tarafa gitmesi için yaktıkları bu ateşle ilgili , ölü ruhların gitmeleri gereken yere gitmediklerini ve yeryüzünde kaldıklarını açıklarken : “Geliyola da , gitmiyola , ondan bu ateşi yakıyoruz” sözcüklerini kullanmaktadır.

Sığla yağının yanık ve etkileyici bir kokusu vardır. Bu koku neşe ve ferahlık değil , insanın içine bir ağırlık çöktürmektedir. Ağaca “günlük” denilmesinin nedeni bazı günlerde Sığla tütsüsünün yapılmasıdır.

Marmaris ve Köyceğiz dolayında Sığla ağacı yapraklarından ıspanağa benzer çok lezzetli bir yemek de yapılmaktadır. Osmanlı döneminde İzmir , Aydın , Saruhan ve Menteşe dolayı Sığla Sancağı olarak adlandırılırdı.

Eh ne diyelim ,darısı lokal endemik bitki ve ağaçlarımızın yetiştiği diğer yörelerimizin başına.



ZÜMRÜDÜ ANKA yada SİMURG
Alıntı/ Kaynak: 
Hasan TORLAK








ANADOLU VE BALKAN TÜRKLERİNİN HALK ANLATMALARINDA ZÜMRÜDÜ ANKA


Bütün milletlerin mitolojisinde olağanüstü ve büyük bir kuş dikkati çeker. Yunanlılarda Phoneix, Hintlilerde Garuda, Araplarda Anka, İranlılarda Simurg bu kuşlardan ilk hatıra gelenlerdir. Türk mitolojisinde de tuğrul, karakuş, kartal gibi
isimlerle: anılan ve diğer rmlletlerinkilerle kısmen benzerlik, kısmen de farklılık gösteren bir kuş vardır.

"Olağanüstü kuş"un adı, varyantların genelinde  Zümrüdü Anka, Zümrüt Anka, Zümrüt Halka gibi benzer şekildedir. Buluz (Sivas) ve Boratav (İmren-Ceyhan / Adana)  varyantlarında  kartal; Güney varyantında ise ikinci bir adıyla "Devlet Kuşu" olarak dikkati çeken kuş adı, Bulgaristan varyantında ise "Boba Kuş" şeklindedir.

Bu kuşun adı mitolojilere göre ise daha farklıdır. Yunan mitolojisinde Phoenix, İran'da Simurg, Araplarda Anka, Hint'te Garuda gibi. Türk mitolojisinde ise bu gibi kuşların genel olarak Alp Kara Kuş (kartal) ve tuğrul adlarını aldığı
görülmektedir (İnan, Ögel). Bu noktada Anadolu'dan derlenen iki varyant ile Türk mitolojisi isim konusunda uyuşmaktadır. Zümrüdü Anka adının ise Araplardaki Anka adına, kuşa renginden dolayı izafe edilen Zümrüt adının eklenmesiyle
oluştuğu dikkati çekmektedir.

Varyantların genelinde kahramanın uyuyakaldığı büyük bir ağacın üzerinde kuşun yuvası ve yavruları vardır. Bu ağacın bazı varyantlarda bir su kenarında bulunduğu da dikkati çeker. Hemen bütün masallarda bir yılan veya ejderha, ağacın üzerindeki yavruları her yıl gelip yemektedir. Bu defa yavruların sesini duyan kahraman, yılanı öldürüp yavruları
kurtararak kuşun dostluğunu kazanır. Böylece kuş ona yardımcı olmaya karar verir. Sivas (Buluz) varyantında ise kahraman, kimsenin iyileştiremediği yaralı kartalı
iyileştirdiği için yardıma hak kazanır.

Avesta'ya göre Simurg Vaorukaşa denizinin ortasındaki ağaç üzerinde yaşamaktaymış. Ancak bu benzerlik en çok Türk mitolojisinde ortaya çıkmaktadır. Türk mitolojisine göre yer alfanda dokuz dallı büyük hayat ağacı vardır
ve bu ağacın altında bekçi yılan, üzerinde ise Alp Kara Kuş bulunmaktadır.

Kuşun fizikî özellikleriyle ilgili bazı bilgilere de masallarda
rastlamaktayız. Bunlardan en önemlisi kanatlarıyla ilgili olan hususlardır. Varyantların pek çoğunda kuş, uyumakta olan kahramana kanatlarıyla gölge yapmaktadır. Olumlu manadaki bu özelliğin yanı sıra bir masalda ise Anka, kanatların yayıp güneş ışığına engel olarak bir ülkeyi karanlıkta bırakabilmektedir. 

Diğer bir varyantta ise her bir kanadıyla bir fili kaldırabildiği belirtilmektedir . Kuşun bu kanat özelliği onun büyüklüğü
hakkında bir fikir vermek içindir. Bu bilgilerin paralelini İran'ın Simurg'unda bulabiliyoruz. Simurg, yeryüzüne yaklaşınca yağmur bulutu gelmiş gibi hava kararmış. İki yavrusu ise kanatlarını açtıklarında büyük bir gölge meydana getirirlermiş. Buna karşılık Binbir Gece Masalları'nda geçen El-Simurg'un ise kanatsız ve çok iri bir varlık olduğu anlatılmaktadır.
Kuşun büyüklüğüyle ilgili bir diğer husus ise kuşun yapacağı yolculukta gerekli yiyeceklerin ölçüsüdür. Bir iki varyant dışında bütün varyantlarda 40 tulum et, 40 tulum su şeklinde belirtilen bu yiyecek de kuşun büyüklüğünü  düşündürmektedir. 

"Gak" deyince et, "guk" deyince su verilen kuşa yine de yiyeceği yetmez, yolun sonlarına doğru kahraman bacağından kestiği bir parça eti kuşa vererek durumu idare eder. 

"Kahraman Yardımcı Hayvana Kendi Etini Yiyecek Olarak Verir" şeklinde yer alan bu motif, hemen bütün varyantlarda ortaktır. Anadolu ve Balkan masallarında 40 formulistik sayısı ile ifade edilen yiyecek-içecek miktarı; Binbir Gece Masallarında ise yedi yaban eşeği kavurması, yedi tulum kaynak suyu şeklinde ortaya çıkmaktadır . Aynı şey Nuh tufanından kurtulanlar için de geçerlidir. Ambarda kalan 40 çeşit malzeme karıştırılarak "Aşure" haline getirilir
ve halk doyurulur.


Doç. Dr. Ali DUYMAZ
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebıyat Fakültesi Türk Dili ve 
Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi.




SASANİLER / GÜMÜŞ BİR TABAKTA ANKA



SÜMERLER DE İMDUGUD


Sumer metinlerinde gök gürültüsü bulutlarını simgeleyen İmdugud adlı kutsal bir kuş var. Bu kuş kaderleri veriyor, sözüne karşı gelinmiyor ve yardımlar yapıyor. Onun kanatları açılınca bütün göğü kaplıyor. ( Thorkild Jacobsen, The Treasures of Darkness, A History of Mesopotamian Religion)  Bu kuş Akadlılarda Anzu adını alarak birinci yüzyıla kadar çiviyazılı metinlerde varlığını korumuştur. Bazen kartal olarak da algılanan bu kuş ve yılanla ilgi bazı hikâyeler var Sumer metinlerinde. Bunlardan bi­rinde aşk tarnıçası İnanna tanrılar bahçesinde dalsız budaksız bir ağaç yetiştiriyor. 

Ağacın tepesine Imdugud kuşu, ortasında Lilit isimli bir cin ve köküne de bir yılan yuva yapmış. Bu yüzden tahtasından yapmak is­tediğini yaptırmak için ağacı kestiremiyor. Gılgameş imdadına yetişip on­ları kaçırıyor ve ağacı keserek tanrıçaya veriyor. (S.N.Kramer, The Sumerian, Their History, Cultur and Caracter)

İkinci hikâye: Kral Etana’nın çocuğu olmuyor. Çocuk yaptıran bitki gökte imiş ama göğe çıkma imkânı yok. O, bir gün bir çukura düşmüş kartal yavrularını bir yılanın yemesinden kurtarıyor. Kuş buna çok se­viniyor. Buna karşılık olarak, kralın otu alabilmesi için kanatlarının üze­rine bindirerek göğe çıkarmaya başlıyor. Kuş her yükselişte aşağıda ne gördüğünü sorması üzerine kral evvelâ geniş bir alan olduğunu, gittikçe onun küçüldüğünü, en sonunda da birşey göremediğini, korktuğu için hemen indirmesini söylüyor. 

Üçüncü hikâye: Kahraman Lugalbanda, Zabu ülkesinden kendi şehri olan Uruk’a dönmesi için, İmdugud kuşunun dostluğunu kazanmak istiyor. Kuş yuvasında bulunmadığı zaman yavrularına yağ, bal, ekmek veriyor ve onlara bakıyor. Kuş yavrularına böyle güzel bakana candan dost olmaya, ona yardım etmeye karar veriyor ve Lugalbanda’nın şehri­ne rahatlıkla dönmesini sağlıyor. 

Bu üç hikâyedeki kuş ve yılan motifi Asya efsanelerinde çeşitli şekilde bulunuyor. Telüt Türkleri arasında Merküt soyundan bir boya göre sağ kanadını güneş, sol kanadını ay kaplayan kutsal bir gök kuşu var (Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi -Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar) . Sibirya’da şehirlerin ve yurtların yanında bir sırık üzerin­de ağaçtan yapılmış bir kuş resmi bulunuyor. Kuşa gök kuşu, direğe de göğün direği deniyor. Orta Asya ve Sibirya efsanelerinde bu direk “Hayat ağacı” gibi anlatılmış. Hayat ağacı yerle göğü birleştiriyormuş. 

Bu kuş ve ağaç İnanna’nın bahçesine diktiği dalsız budaksız ağaca benziyor. Sibirya ve Orta Asya şamanları kartalı tanrı elçisi olarak görmüşler, esasen Şamanlığın babası da kartal imiş. Altaylıların Kögütey destanında kahraman Karabatur, atlarnı çalan Kaankerede adındaki kuşu ararken onun iki yavrusunu ejderden kurtarıyor. Kuş da Karabutur’a atlarını geri veriyor. Yolda düşmanları tarafından öldürülen kahramanı, kuş hayat suyu vererek canlandırıyor. ( Murat Uraz, Türk Mitolojisi)

Kırgızların kahramanı Ertöştük, tepesi göklere uzamış bir çınar ağacı üzerinde Alp Karakuş’un yavrularnı yemeğe gelen ejderi öldürüyor. Kuş da ona birçok iyilik yapıyor. 

Başka bir efsanede Ertöştük’ü kuş yeraltından yeryüzüne çıkarıyor. Çıkarken yiyecekleri bitiyor. Adam etlerinden koparıp veriyor. Yeryüzüne çıktıklarında adamın etlerini iyi ediyor kuş. Bu iyileştirmenin, kuşun hayat ağacı üzerinde olmasındandır, deniyor .

Bir Uygur efsanesinde, Bilge Buka’nın atalarından birinin dibinde yattığı ağaca bir kuş gelerek ötmeğe, daha sonra adamı tırmalamaya başlamış, o sırada ağaçtan zehirli bir yılan indiğini görerek adam kuşu bırakmış. Bu kuşa Uygurlar tanrı gözüyle bakıyorlarmış .

Ögel, bu kuş motifinin eski İran Zend Avesta’dan gelmiş olabileceğini söylüyor. Bunda Hazer denizi ortasında bir ağaç üzerinde bir kuş bulunduğu yazılı imiş. Tahmuruf ve zal’in tılsımları bu kuştan geliyormuş. İranlılar buna Sireng veya Simurg diyorlar. Araplar da adı Anka, Züm­rüdü Anka.  Bunun Araplardan İran’a geçtiği de söyleniyormuş. Buna karşılık Ögel’e göre Türklerdeki Hüma kuşu, peygamberin hadislerinde cennet kuşu olarak bildirilen kuşmuş. 

Bu cenette oturuyor, zaman zaman 7 kat göğe çıkıp tanrıya gidip geliyor, deniyormuş. İranlılar bunun Çin topraklarında yaşayan bir kuş olduğunu, savunuyorlarmış. Çin edebiyatında “Cennet Kuşu” motifi büyük önem taşıyormuş. Bu kuş moti­finin, “gök gürültüsü kuşu” adı altında Alaska’dan Güney Amerika’ya kadar bulunduğunu müşahade ettim. 

Çeşitli adlar almış ve efsanelere karışmış bu tanrısal kuş hikâyesi İ.Ö. en az 3000 yıllarında Sumerliler de başlamış olduğunu gördük. Hüma kuşunun da aynı kaynaktan geldiği kuşkusuzdur Çünkü Sumer’in tanrısal bahçesinde, cennet bahçesindeki dalsız budaksız bir ağaç üzerine tünemiş bu kuş 7 kat göğe çıkıyor.(Araplar bu kuşun Kaf dağında yaşadığına, tüyünü ele geçirenlerin ölümsüz olacağına inanıyorlardı.)

Görüldüğü gibi, Sumerlilerin İmdugud kuşu, Akatlılarda Anzu, Araplarda Anka, Zümrüdü Anka, İran’da Simurg, Hindlilerde Garuda, Türklerde Hüma adları altında çeşitli efsanelere konu olarak sürmüştür. Amerika yerlileri arasına kadar uzanan bu kuş motifi de Sumerlilere mi dayanıyor, yoksa hepsi birden daha önce var olan bir kültürden mi alın­mıştır, bunu şimdi söyleyemiyoruz.


Muazzez İlmiye Çığ
Sümerolog


SÜMER İMDUGUD/ZÜMRÜDÜ ANKA




PHOENİX-FONİKS ANTİK ŞEHRİ : MARMARİS / Taşlıca


TAŞLICA/FONİKS


Marmaris’ten İçmeler ve Bayır üzerinden 45 kilometrelik bir yolla ya da Marmaris, Hisarönü ve Selimiye üzerinden gidilebilir Söğüt'e ; Söğüt’ten devam eden 5 kilometrelik yoldan sonra son durak olarak Taşlıca’ya varılır. 



TAŞLICA/FONİKS



Dağ yamacından yükselerek gidilen yolda Sömbeki Körfezi, yarımadalar ve adalar son derece güzel manzaralar sergiler. Yakının da antik Foniks kentinin kalıntıları görülmektedir.


TAŞLICA/FONİKS








 Burada yaklaşık 20 su kuyusu varken , sayıları gitgide azalmıştır. Tüm köy SİT alanı olarak ilan edilmiştir. Her yer adına uygun olarak TAŞlıktır.






BU ARADA BASINDAN 2 FARKLI TARİHLE SIĞLA AĞACI İLE İLGİLİ HABER


WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), yalnızca Türkiye’nin güneybatısındaki dar bir bölgede doğal yayılış gösteren Anadolu sığlasının (Liquidambar orientalis) bilinçsizce tahrip edildiğini ve sığla ağaçlarının tehdit altında olduğunu belirtiyor. 

Eskiden nispeten geniş alanlar kaplayan bu ağaç toplulukları, etkili koruma eksikliği yüzünden, günümüzde küçük korulara dönüşmüş durumda. Bugün elimizde kalan bu küçük sığla toplulukları da, ağaca ve onun doğal yaşam alanına yönelik kıyım sonucu giderek azalıyor. 1940’larda yedi bin hektara yayılmış olan sığla ağaçlıklarının, bugün 1.300 hektara düştüğü belirtiliyor.

Durum, ilgili makamlara iletilmesine rağmen, kalıcı önlemlerin alınamadığı ya da alınan önlemlerin etkili olmadığı anlaşılıyor. Halen Özel Çevre Koruma Alanı olan bölge, Temmuz 2006’da dikenli tellerle koruma altına alınmış olmasına karşın, tellerin kısa sürede yıkıldığı ve yasal olmayan kesimlerin devam ettiği görülüyor.  (26.02.2008 BASINDAN)


CHP Muğla Milletvekili Nurettin Demir, TBMM Başkanlığı’na, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun yanıtlaması istemiyle soru önergesi verdi.

 “Uluslararası mahkemelere başvurulması durumunda şirketi ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini mahkûmiyet ve yüksek tazminat kararlarıyla baş başa bırakabileceğini öngörüyor musunuz?” diye sordu.

 “Erikoğlu-Keserali Hidroelektrik Santrali” projesinin bulunduğu Kargı Çayı Havzası’nın, uluslararası literatürde, sığla (Günlük) ağacının “doğal üreme koridoru” olarak tanımlandığını belirterek, “Şahit olduğumuz üzere, yörede ağaç keserek inşaat hazırlıklarına geçildiği görülen proje ile su akışının düzensiz hale gelmesi sonucu, ancak belli nem ve sıcaklık koşullarında yetişebilen, soyu tükenmekte olan sığla ağacının varlığı ve üremesi ciddi olarak tehlikeye girecektir” dedi.

-KESİLEN AĞAÇLAR ARASINDA KORUMA ALTINDA OLAN VAR MIDIR?-

Yöredeki sığla, çınar, akçaağaçların anıtsal nitelikte olanları saptanarak, sayı ve koordinatları belirlenmiş midir? Belirlenmişse, yörede kaç sığla, çınar ve akçaağaç bulunmaktadır? Şirket tarafından kaç ağaç kesilmiştir? Bunlar arasında koruma altında olan var mıdır? Bu tür projelerin inşası sırasında kesilen herhangi bir ağaca ilişkin yapılan işlemlerle, koruma altındaki türlere ilişkin işlemler ve yaptırımlar aynı mıdır?

Yörede yapılması düşünülen beton bendin ve kilometrelerce kanalın inşası sırasındaki çevre tahribatından, proje yerinin bitişiğindeki zeytin ağaçlarının etkilenmeme olasılığı var mıdır?”  (13.08.2011 BASINDAN )



(Yani pek bir şey değişmemiş, YAZIK..!!!) SB.



ZÜMRÜDÜ ANKA / PHOENİKS




***