Translate

11 Mayıs 2012 Cuma

HOLLANDA VE OSMANLI - 3









IN DEN VERGULDEN TURK - ALTIN KAPLAMALI TÜRK



Hollandalılar ve Osmanlılar arasında 1612 yılında ticari ilişkiler başlar. Bunun kanıtlarından birini Leiden şehrinde bulmak mümkün. 


Kent merkezindeki üç katlı, ikizkenar üçgen biçimindeki bir binanın çatı kısmının ön cephesinde sarıklı ve sakallı bir Türk’ün heykeli bulunuyor. Belediye kayıtlarına göre bu heykel, tarihteki Türk-Hollanda ticaretinin bir sembolü. Duvar üzerindeki tarih, 1673. Binada, ön cephenin çatı ile birleşen kısmında, 'Altın Kaplamalı Türk' anlamına gelen 'In den vergulden Turk' yazısı ise en az heykel kadar dikkat çekici.  Ortadaki Osmanlı Tüccarının yanında Neptün (deniz tanrısı) denizaşırını , Mercury (ticaret tanrısı) ticareti simgeliyor.



NL.
Is een monument in Leiden, gebouwd in de stijl van het Hollands classicisme. 
Het gebouw was in 1673 voltooid. Tegenwoordig huisvest "In den vergulden Turk" het warenhuis Vroom & Dreesmann.  In het fronton staan enkele beelden.  Deze zijn van links naar rechts: de Romeinse god Neptunus, een Turk en de Romeinse god Mercurius.  Het gebouw werd gebouwd voor de kooplieden Le Pla, uit het oosten.  Vandaar dus ook het beeld van de koopman in het midden van het fronton.  De beelden van de goden van de zee (Neptunus) en de handel (Mercurius) symboliseren de overzeese handel.






DRİE TULPEN KERK - ÜÇ LALE KİLİSESİ


DRİE TULPEN KERK


In 1755 bleken aan de Oude Noord (nu Grote Noord) de gevels van "het huis met de 3 tulpen" en het daarnaast staande huis "Passementen" aan vernieuwing toe te zijn. Zij werden samengevoegd tot een gevel en de oude gevelsteen kreeg naast zijn drie tulpen, de restauratiedatum 1755 gegraveerd. Deze twee huizen waren nl. in 1632 (het drie tulpen huis) en in 1688 (Passementen) door resp. Pieter Claesz Pot en A. Braassen, namens de kath. gemeenschap gekocht, om daarin te kunnen "kerken".




PREEKSTOEL VAN TULP





In de zestiende eeuw begint in Turkije de geschiedenis van de tulp zoals wij die kennen. Deze bloem bloeide in overvloed in de paleistuinen aan de oevers van Istanbuls Gouden Hoorn (Halic). Vanuit Turkije kwamen de allereerste tulpen, niet als een in het wild groeiend gewas, maar als een gekweekte gevormde bloem, naar het westen.


Heden ten dage is het bekend, dat die tulpen gewoon in het wild groeiden in een gebied tussen de kusten van de Middellandse Zee tot over de grenzen van China. Ontdekkingsreizigers gingen in de 19de eeuw op zoek naar de wilde oersoorten van de tulp, uit deze ontdekkingsreis zijn vele nieuwe nu populaire tulpensoorten bekend geworden.


De oorsprong van de tulp ligt in het Ottomaanse rijk van sultan Süleyman , hij leefde van 1494- 1566. Tijdens de heersing van Süleyman  ( bijgenaamd de Luisterrijke) is Istanbul de zetel geworden van de Hoge Porte. Süleymans rijk bestond uit geheel Kleinazië, een groot deel van de Balkan en de landen rondom de Zwarte Zee, strekte zich verder uit tot de Perzische Golf en langs de Zuidelijke oevers van de Middellandse Zee, tot pal tegenover Gibraltar.


De tulp is afkomstig uit Turkije en werd door Ogier Ghislain de Busbecq (1522-1592), de gezant van de Oostenrijkse keizer, naar Europa gebracht. Busbecq heeft enkele bollen aan zijn vriend Carolus Clusius  gegeven die toen de leider van de keizerlijke plantentuin in Praag was. Later, werd Clusius hoogleraar in Leiden en nam de tulp mee. Dankzij de zandige bodem in het Hollandse kustgebied werd het kweken van de tulp daar een bijzonder succes. Tulpen werden al gauw als zeer kostbaar beschouwd.








LALE ÇILGINLIĞI, TÜRKLER, HOLLANDA ve 
BUSBECQ'ın MEKTUPLARI


Lale ilk olarak Asya'da ortaya çıktı. Kervanlarla ticaret yolları boyunca Batı'ya doğru yayıldı. Selçuklular'la birlikte Anadolu'ya geldi. Osmanlı Devleti'nin kurulmasından sonra lale hayatın her safhasını süslemeye devam etti. Padişahların kaftanlarında, gömleklerinde, askerlerin miğferlerinde, at başlıklarında lale motifleri kullanıldı. Lale yalnız bahçeleri değil Osmanlı sanatının her türünü süsledi. Çinileriyle ünlü Rüstem Paşa Camii'nde 40'tan fazla lale motifi kullanılmıştı.


1453'te fetihten sonra lalenin yeni gözde mekânı İstanbul'du. İstanbul'un her tarafında padişahlar için düzenlenmiş hasbahçeler vardı. Avrupa'da bahçe nedir bilinmezken padişahlar göz alıcı hasbahçelerde devlet işlerinin yorgunluğunu üzerlerinden atarlardı.


Laleyi pişirip yediler

1562'de lale Avrupa topraklarına çok ilginç bir şekilde ayakbastı. İstanbul'dan kumaş getiren bir gemi Anvers limanına yanaştığında şehrin tüccarlarından birine gelen kumaş balyaları arasında lale soğanları da vardı. Anversli tüccar, kumaşların yanındaki lale soğanlarını Osmanlı soğanı zannetti. Soğanların çoğunu kızartıp, zeytinyağı ve sirke dökerek yedi. Kalanlarını da bahçesindeki lahana ve kabakların yanına ekti. 1563'te bahar geldiğinde bahçedeki sebzelerin arasında göz alıcı laleler fışkırmıştı. Lale'nin ilginç hikâyesi Mike Dash'ın Lale Çılgınlığı isimli kitabı ve Kültür A.Ş'nin hazırlattığı "Lale, Doğu'nun Işığı" isimli DVD'den teferruatlı olarak öğrenilebilir.


Laleyi Avusturya Elçisi Busbecq götürdü

Flaman kökenli Ogier Ghiselin de Busbecq, 1554-1555, 1555-1562 tarihlerinde Avusturya elçisi olarak Osmanlı ülkesinde bulundu. Viyana'ya dönerken yanında götürdüğü birçok bitkinin arasında lale soğanları da vardı. Busbecq, bu soğanları imparatorluk bahçeleri sorumlusu arkadaşı Carolus Clusius'e verip, Türkler'in yetiştirdiği laleleri ona anlattı. Clusius, Busbecq'in getirdiği soğanlarla Avusturya'da lale üretmeye başladı.


Clusius, Protestan'dı. Katolik baskısının artması üzerine 1593'te lale soğanlarını da yanına alarak Leiden'e gitti. Üniversitenin bahçesinde lale yetiştirdi. Bu dönemde Hollanda siyasi ve ekonomik olarak büyümekteydi. Doğu ticaretinden zenginleşen Hollandalılar lüks evlerini bahçelerle süslediler.


17. yüzyılın ilk çeyreğinde Hollanda'yı lale çılgınlığı sardı. Nadir bulunan laleler inanılmaz fiyatlara satılıyordu. 1629'da bir lale Amsterdam'da bir malikânenin fiyatına 12 bin guldene satılınca herkesin gözü bu çiçeğe çevrildi. Fakir insanlar bile lale yetiştirmeye başladı. Yetiştirilen laleler satılınca, daha pahalı lale soğanlar alınıyor ve ticaret hayatın her tarafını sarıyordu.


1636 sonbaharında çılgınlık iyice hat safhaya vardı ve lale ticareti kumara dönüştü. Laleler, bar ve batakhanelerde kendisinin yerine kime ait olduğunu belirten kâğıtlarla alınıp satılıyor, bir lale bir günde 10 kez el değiştiriyordu. Bu yüzden sıradan laleler bile inanılmaz fiyatlara ulaştı. Laleler açtığında fiyatların inanılmaz yüksekliği yüzünden tüccarlarda laleyi alacak para yoktu. Hollandalılar, artık lale almak yerine satmaya başladılar. Fiyatlar bir haftada yüzde 95 düştü. Büyük paralar kazananların yanı sıra battıkları için Amsterdam kanallarına atlayarak intihar edenler bile oldu. 1637'de devlet bu duruma el koyarak yeni bir düzenleme yapıp, lale ticaretini daha küçük ölçekli ve kontrol edilebilir bir duruma getirdi.


Gül yapraklarının Hz. Muhammed'in terinden olduğuna inanırlar.

Yıllar önce bir köşe yazarı, Fatih'in Hristiyan olduğunu iddia etmiş, buna delil olarak da minyatürlerinde İkinci Mehmed'in elinde gül olmasını göstermişti. Bizim köşe yazarlarımızın bir kısmı milletimizi tanımadıkları ve Müslümanlığı da bilmedikleri için gülün Peygamberimiz'in simgesi olduğundan da haberleri yoktur.


Avusturya Elçisi Busbecq, 16. yüzyılda Türkler'in gülde Hz. Muhammed'i gördüklerini şöyle anlatır: "Edirne'den geçerken nergis, sümbül ve lale gibi çiçekleri gördük. Bunların kış ortasında açmış olduğunu görmek bizi hayretler içinde bıraktı. Lalenin kokusu çok azdır ya da hiç yoktur. Fakat güzelliği ve renginin çeşitliliği insanı hayran bırakır. Türkler çiçeğe çok düşkündürler. Ayrıca gül yapraklarının da yere düşmesine hiç razı olmazlar. Bunların Hz. Muhammed'in terinden olduğuna inanırlar."


Kanunî Sultan Süleyman döneminde, 16. yüzyılın ortalarında Avusturya elçisi olarak İstanbul'a gelen Ogier Ghiselin de Busbecq, Flaman asıllı bir diplomattır. İstanbul'daki iki elçiliği 1562'ye kadar yaklaşık sekiz yıl sürdü. Busbecq, Alman İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasındaki bozuk siyasî ilişkileri tekrar düzeltmek amacıyla gönderilmişti. Türkiye'ye geldiği sırada İran seferinde olan Kanunî ile görüşmek için Amasya'ya gitti. Hem bu seyahatinde, hem de İstanbul'da gördüklerini dostu Nikolaus Michault'ya yazdığı dört Latince mektupta anlattı. Sekiz yıl içinde, bir taraftan elçilik vazifesini yerine getirirken bir taraftan da bazı bitkilerle, eski sikke ve özellikle nadir 200'den fazla elyazması kitabı götürmüştü.


Busbecq, İstanbul'u, Türkler'in örf ve âdetlerini, Osmanlı devlet ve ordu düzenini, saray hakkında gördüklerini, duyduklarını mektuplarında anlatır. Özellikle Şehzade Mustafa'nın öldürülmesi ve Şehzade Bâyezid vak'ası hakkında geniş malumat verir.


Latince olarak yazdığı mektupları günümüze kadar başta İngilizce olmak üzere birçok Batı diline çevrilmiş, Türkçe'ye ilk tercümesi 1939'da Hüseyin Cahit Yalçın tarafından "Türk Mektupları" adıyla yapılmıştır.


Hollanda'da 17. yüzyıl başlarında yaşanan lale çılgınlığı yaklaşık bir asır sonra İstanbul'da canlanıp, bir döneme adını verdi. 1703'te Osmanlı tahtına çıkan Üçüncü Ahmed tam bir lale tutkunuydu. Hükümdarlığı döneminde lale ön plana çıktı. 1718-1730 yılları arasına bu yüzden "Lale Devri" denildi.


Lale Devri'nde süslü bahçeler ön plana çıktı. Bu devirde bahçecilikle ilgili bilgiler bir sır gibi saklanırdı. Bu dönemde lale hakkında birçok kitap yazıldı. Şairler, yeni ortaya çıkan laleleri methettiler. Lale yetiştirme bir hastalık haline gelmişti. Laleye talebin aşırı artması fiyatları da yükseltti. Bunun üzerine devlet lalelerin türlerine göre fiyatlarını belirledi.


Erhan Afyoncu
(Bugün,2011)


"2011 de sadece Erzurum Karayazı'da yetişen bir tür ters lale olan çiçeğin son kalan 57 adet soğanını sökerek yurtdışına götürmeye çalışan 2 Hollandalı sınırda yakalanmıştı."





28 Mart 1960 Hürriyet 

"Hollanda'ya lale götürecek posta arabası dün geldi : (1960) 400 yıldan sonra, Türkiye'den Hollanda'ya yeniden lale soğanı götürecek posta arabasını getiren konvoy, dün gece şehrimize vasıl olmuştur. Posta arabası ile 10 at ve 16 kişinin bulunduğu kafile, arkalarında büyük vagonlar olan 4 büyük kamyon, 1 benzin tankeri, 1 tamir arabası ve 1 otomobilden müteşekkildir."








AŞKLAR , BEYAZGÜL VE HAYALET....


Tuna Köprülü’nün yazdığı "İstanbul’daki Yabancı Saraylar" kitabına göre kentteki iki başkonsoloslukta kadın hayaletler var. 18. yüzyılın başında sevgilisi Hollanda Başkonsolosu’nun ölümüne dayanamayıp can veren Beyaz Gül’ün hayaletinin şimdi bile sarayda gezindiği rivayet ediliyor.


İSTANBUL’da başkonsolosluk olarak kullanılan iki binada hayalet hikayeleri olduğunu biliyor muydunuz? Tepebaşı’nda cumhuriyet öncesi ABD büyükelçiliği, yakın zamana kadar da aynı ülkenin Başkonsolosluğu olarak kullanılan Corpi Sarayı bunlardan biri. Diğeri ise hálá kullanılan Hollanda Başkonsolosluğu. Gazeteci-Yazar Tuna Köprülü’nün "İstanbul’daki Yabancı Saraylar" kitabına göre her iki binanın da hayaleti kadın. 


Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan kitap, yedi tepeli kentteki 13 başkonsolosluk binasının tarihini anlatıyor. Fotoğraflarını Çetin Korkmaz’ın çektiği kitap, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. yayınlarından çıktı. 


Corpi Sarayı, 1873 yılında İstanbul Katolik cemaatinde iyice sivrilen Cenovalı armatör İgnazio Corpi tarafından, İtalyan mimar Giacomo Leoni’ye yaptırılmış. Corpi, 99 bin Osmanlı altını harcadığı sarayın bittiği 1882’de yaşama veda eder. Yeğenleri, sarayı ABD Büyükelçiliği’ne kiraya verir. Rivayete göre Corpi ailesinin sarayda yaşadığı kısa süre içinde Corpi’nin sevgilisi yatak odasında ölü bulunur. Ruhu sarayı hiç terk etmez. Bir zamanlar, ABD deniz piyadelerinin, bu bölümde nöbet tutmaktan korktuğu hala anlatılıyor. Çünkü sabaha karşı hanımın odasından topuklu ayakkabı sesleri gelmektedir. ABD Büyükelçiliği şimdi İstinye’ye taşınsa da Corpi Sarayı, ABD’nin "National Monument" yani anıt binaları arasında. 


İstiklal Caddesi 393 numarada yer Hollanda Başkonsolosluğu, 1714’de İtalyan Palazzo tarzında inşa edilmiş. Binayı yaptıran Jacobus Colie’nin ölümünden sonra binayı, yeni Hollanda Büyükelçisi Cornelis Calkoen satın alır. İki ülke ilişkilerinin gelişmesinde en büyük rol oynayan büyükelçinin Çerkez kölesi Beyaz Gül aynı zamanda sevgilisidir. Calkoen, İstanbul’daki görevi bitince Hollanda’ya döner. Beyaz Gül ise burada kalır. Calkoen tekrar İstanbul’a gelmek üzere yola çıktığında bilinmeyen bir hastalıktan ölür. Önce ayrılığa, arkasından da sevgilisinin ölümüne dayanamayan Beyaz Gül, acılara dayanamaz ve kırık kalbiyle bu dünyadan ayrılır. Arka bahçeye inen merdivenlerin yanında bir heykelciği de bulunan Beyaz Gül’ün hayaletinin hálá sarayda gezindiği rivayet edilir. 


ABD’de 15 yıl kesintisiz muhabirlik yapan Monaco Fahri Konsolosu Tuna Köprülü’nün İstanbul’daki Yabancı Saraylar kitabının tanıtımı Avusturya’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda yapıldı. ABD’deki tanıtım ise önümüzdeki ekimde Ahmet Ertegün’ün başkanlığını yaptığı ABD Türk Topluluğu tarafından İstanbul ve New York belediye başkanlarının katılımıyla yapılacak. 


İtalyan Barborini’nin İstiklal Caddesi’nde inşa ettiği sarayın bahçesine bir de kilise yapıldı. "Union Church of İstanbul" adlı kilise 1857’den beri halka açık. 


Beyaz Gül anısına Hollanda Sarayı’nın bahçesinde yaptırılan heykelin üzerinde Hollandaca, İngilizce ve Türkçe olarak şu açıklama bulunuyor: 


"Hollanda Sarayı’nın 18’inci Yüzyıl başlarından bu yana Beyaz Gül tarafından ziyaret edildiği rivayet ediliyor. Beyaz Gül, 1727-1744 yılları arasında İstanbul’da görevli, bekar Büyükelçi Cornelis Calkoen’in güzel sevgilisi idi. Beyaz Gül, Calkoen’in Dresden’e tayininden sonra kalbi kırık öldü. Hollanda Sarayı’nın sakinleri onun hayaletini o günden beri gördüler ve varlığını hissettiler. Bu heykel Beyaz Gül’ün anısınadır."
   
(Hürriyet 2006)









Nederland Turkije Betrekking


1. Het Osmaanse Rijk was met de permanente aanstelling van Cornelis Haga als ambassadeur in 1612, één van de eerste landen (zoniet het eerste land) dat de onafhankelijk van de Republiek der Zeven Verenigde Nederlanden officieel erkende.


2. Het Osmaanse Rijk speelde een grote rol bij de onafhankelijkheid van de Republiek der Zeven Verenigde Nederlanden door militair, financieel, economisch en diplomatiek steun te verschaffen aan de Nederlanders.


3. De leus ‘Liever Turks dan paaps’ staat symbool voor de Nederlandse sympathie voor de Turkse Osmanen die ontstond door de tolerantie die binnen het Osmaanse Rijk heerste jegens andersgelovigen, zoals protestanten en joden.


4. De Nederlands-Turkse betrekkingen uit de zeventiende en achttiende eeuw krijgen te weinig aandacht in het Nederlandse onderwijssysteem. Het lijkt wel alsof men het niet wil weten.!


5. Met Abraham Kuyper, maar ook daarvoor, is er geprobeerd het beeld van de Osmaanse Turken te verstoren door ze te portretteren als “bloeddorstige vernielers en bedreigers van de christelijke cultuur”. Dit proces is succesvol gebleken, zo blijkt uit het heden.
(Abraham Kuyper, Om de Oude Wereldzee, Amsterdam 1907 & René Bakker, Luc Vervloet, Antoon Gailly, Geschiedenis van Turkije, Amsterdam 1997, p. 71)


6. De Nederlandse koningin Wilhelmina was in 1923 één van de eerste vorsten die de betrekkingen met de Republiek Turkije liet doorgaan en zelfs president Atatürk een persoonlijke felicitatie stuurde voor zijn successen in de Turkse Onafhankelijkheidsoorlog (1919-1923).


7. De verstoring van de huidige internationale betrekkingen tussen Turkije en Nederland heeft alles te maken met de houding van Nederland en het rechtse, anti-Turkse klimaat dat er heerst.


8. De Nederlandse weigering om de PKK (Partiya Karkeren Kurdistan) als terreurorganisatie te erkennen, ondanks overweldigend bewijs dat het (Nederlandse) burgers vermoordt, afperst en chanteert, moet gezien worden als ‘een stok achter de deur’ tegen Turkije.


9. Met het erkennen van Zuid-Cyprus, maar tegelijkertijd ontkennen van Noord-Cyprus, lijkt Nederland, beïnvloed door anti-Turkse sentimenten, definitief partij te hebben gekozen tegen Turkije.


10. Het gebruik van de Armeense kwestie als propagandamiddel tegen Turkse toetreding tot de Europese Unie, terwijl er voldoende bewijs is dat er van ‘genocide’ geen sprake was, kan afgedaan worden als Nederlands hypocrisie en subjectiviteit.


11. Het gebruik van bewezen subjectieve bronnen, zoals Toynbee en Lepsius, door Ton Zwaan geeft aan dat er momenteel nog steeds mensen zijn die koste wat het kost Turkije in een negatief daglicht proberen te stellen.


Armand Sağ (Sag) 
historicus, turkoloog