Çatallı dillerin söyleyemediği, açıklamaya ‘şimdilik’ cesaret edemediklerine çoğumuz Milli sezgilerimizle anlam verdik.
Anlam veremeyenler ise hükümet sözcüsünün açıklamalarına göre şekil alacağından beklemeye koyuldu. Ve tabii açıklamalar beklendik türdendi. İçlerindeki kini ekranlardan kusacak halleri olmadığı için, 19 Mayıs kutlamalarının ve kutlamalarda ki görüntülerin yasaklanmasını ‘hatırlamadığım’ nedenlere bağladılar.
16 Mayıs 1960…
Bu tarih bir ilkin tarihi, tekerrürün gözümüze sokulması gerekirken, göz ardı edildiği tarih… Satırlar ilerledikçe, tarihte yol aldıkça aynada kendimizi göreceğiz. Mizansen öylesine güzel hazırlanmış ki figüranlar her daim değişse de başrol oyuncuları sabit…
Senaryo mu? Bakalım aynı mı?
1960’lı yıllar, Menderes Hükümeti… Bilim adamları, yazarlar, gazeteciler, öğretim görevlileri suçsuz yere veyahut belki bir delil bulabiliriz beklentisiyle hapishanelere çürümeye terk edilmiş…
Gençlerin tepkisi gün geçtikçe artmakta ve Adnan Menderes hükümeti zor bir dönemden geçmektedir. Aşina olduğumuz cümleler sürekli tekrarlanmakta: “Millet arkamda” “Çoğunluk böyle istiyor” “Benim ne Mussolini gibi Kara Gömleklilerim, ne de Hitler gibi SS’lerim var.” “Biz gücümüzü milletten alırız” vs vs…
Gün aşırı, bir gazete muhalefetten ötürü kapatılmakta, Hür Adam, Akşam, Yeni Sabah gibi gazeteler, uzun süreli yayın durdurma cezalarına çarptırılmaktadır. İktidar gibi düşünmeyen gazete ve gazete mensupları uydurma delil ve belgelerle içeriye atılmaktadır.
Ve ne acı tesadüftür ki “balyoz” darbe planı suçlamasıyla hapishane ve nezarethaneler dolup taşmaktadır. Evet, “balyoz” darbe planı… Ne kadar tanıdık…
Aykırı bir sese kesinlikle müsamaha yoktur, ağız birliği edilmişçesine aynı fikirler dillendirilmelidir. Artık iş öyle bir raddeye gelmiştir ki, haberleşmeye sansür koyan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı, beş kişinin bir araya gelerek dolaşmasını dahi yasaklamıştır.
Ali Fuad Başgil, Menderesin halet-i ruhiyesini çok güzel özetliyor, bakın ne diyor: ‘Gerçekten, Menderes Hükümeti seçim devresi sonuna doğru hain bir propagandanın tesiri ile kendine olan itimat ve kudretini kaybetmişti. Her adımda düşmekten korkan ihtiyarlara dönmüştü. Kudretsizliğini kabul etmeyi reddederek en son çare olan istifaya da başvurmak istemedi. Hayallerinde ısrar edip durdu.’
Atatürk’ün “Tüm ümidim gençliktedir” derken neyi kastettiğini insanlar yavaş yavaş idrak etmeye başlayınca 19 Mayıs’ın Atatürk’ü Anma’ya yol açacağı, gençliğe ümitlerini bağlayan Atatürk’e sevgi seline dönüşüp hükümeti zor durumda bırakacağı anlaşılınca Milli Eğitim Bakanlığı 16 Mayıs 1960’ta tüm yurtta 19 Mayıs gösterilerinin yasaklandığını bir genelgeyle duyurdu.
İlk günden itibaren ilk defa 19 Mayıs kutlanmıyordu.
Sanırım biraz haklılardı!!! Çünkü gençlerin, stadyumda “şeref” tribününde selamlayacakları, o kelimeye münhasır tek bir şahıs dahi kalmamıştı.
Evet, bazılarının gençliğin bir araya gelmesinden, binlerce bayrağın coşkuyla dalgalanmasından, gençliğin aydınlık yüzünü görmekten, Atatürk’ü anma ve gençlik kelimelerinden midelerine kramplar girse de 19 Mayıs artık Atatürk’ün gençliğe hediyesi olmaktan çıkmış, gençliğin de Atasına minnet borcu olmuştur.
Biz kutlamaya devam edeceğiz, devrin adamı olanlar devirleri kapandığında yaranmak için başka sahipler arayacaklar. Perde arkasından olayları izleyip saf belirlemeye çalışanlara inat fikirlerimizle, cesaretimizle ve tarihten aldığımız gücümüzle yine en önde “biz buradayız” diyeceğiz.
Yazımızı Başbakanın bir sözüyle sonlandıralım:
“Biz bu yola merhum Menderes’in ifade ettiği gibi kefenimizi giyerek çıktık.”
Ne dersiniz tarih tekerrürden ibaret midir?
Ömer YILDIZ ,19 Mayıs 2012
EY TÜRK GENÇLİĞİ!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur.
Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.
İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşenmeyeceksin.
Bu imkan ve şerait çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.
Millet fakrü zarüret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk İstikbalinin evladı! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen; Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.
Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
***